imal edildiği ülke olarak kendi mührünü basabilir.”
“Bununla ne yapılır?” diye sordu Wallander.
“Bir evi ya da bir arabayı dinleyebilirsin.”
Wallander başını iki yana salladı.
“Runfeldt bir çiçekçi. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duysun?”
“Bulduğunda bu soruyu ona sorarsın,” dedi Nyberg.
Sonra da cihazı masadaki kutusuna yerleştirdi. Burnunu çekti. Kötü üşütmüştü.
“Kendini bu kadar yorma,” dedi Wallander. “Evine git ve biraz dinlen.”
“Yağmurun altında çalışmaktan hastalandım. Skåne’nin hava koşullarına göre açık yerlerde çalışabilmemiz için neden doğru dürüst bir çadırımız yok, anlayamıyorum.”
“Svensk Polis dergisine bu meseleyle ilgili bir yazı yaz,” dedi Wallander.
“Yazı yazacak zamanı nereden bulacağım?”
Bu sorusu yanıtsız kalmıştı. Birlikte evi dolaşmaya başladılar.
“Henüz olağan dışı bir şey bulamadım,” dedi Nyberg. “En azından şimdilik ama evde birçok kuytu yer var.”
“Bir süre burada olacağım,” dedi Wallander. “Düşünmek istiyorum.” Nyberg adli tıp teknisyenlerinin yanına gitti. Wallander pencere kenarına oturdu.
Büyük odaya dikkatle baktı. Ne tür bir insan ağaçkakanlarla ilgili şiirler yazardı? Holger Eriksson’un yazdığı şiiri bir kez daha okudu. Bazı mısraları gerçekten de çok güzeldi. Wallander öğrencilik yıllarında kız arkadaşlarının anı defterlerine şiirler yazardı ama şiir kitabı okumaktan da hiç hoşlanmazdı. Linda çocukluğunda evlerinde çok az kitap olmasından sürekli şikâyet ederdi, Wallander de kızına hak verirdi. Gözlerini duvarlarda gezdirdi. Seksen yaşında, oldukça varlıklı bir galerici şiir yazıyor ve kuşlara büyük ilgi duyuyor. O denli yoğun bir ilgi duyuyor ki gece yarıları ya da şafakla birlikte evden çıkıp göçmen kuşları izleyebiliyor. Güneşin sıcaklığını elinde hissederek çevresine bir kez daha bakındı. Raporda hırsızlık olayına ilişkin bir şey gelmişti aklına. Eriksson’a göre ön kapı levye ya da benzeri bir aletle zorlanarak açılmıştı ama hiçbir şey çalınmamıştı. Başka bir şey olmalıydı. Belleğini zorladı. Sonra anımsadı. Evet, kasaya dokunulmamıştı. Yerinden kalkıp Nyberg’i bulmaya gitti. Onu yatak odalarından birinde buldu.
“Kasayı buldun mu?”
“Hayır.”
“Bulmalıyız,” dedi Wallander. “Hadi aramaya başlayalım.”
Nyberg yatağın kenarında çömelmişti.
“Emin misin?” diye sordu Nyberg.
“Evet eminim. Bu evin bir yerinde mutlaka bir kasa var.”
Sistemli bir şekilde evi aradılar. Kasayı bulmaları yarım saat sürmüştü. Nyberg’in yardımcılarından biri mutfağın servis bölümünde bir fırın kapağının arkasında buldu. Kapak yana doğru açılıyordu. Kasa duvarın içindeydi ve kilidi şifreliydi.
“Şifrenin nerede olduğunu galiba biliyorum,” dedi Nyberg. “Eriksson artık yaşlandığından, belleğinin kendisini yarı yolda bırakabileceğinden korkmuş olmalı.”
Wallander çalışma masasına doğru giden Nyberg’i izledi. Çekmecelerden birindeki kutuda üstünde bir dizi rakam yazan bir kâğıt parçası vardı. Rakamları deneyince kilit ânında açıldı. Wallander’in bakması için Nyberg kenara çekildi.
Wallander başını uzattı. Sonra da bir çığlık attı. Bir adım gerileyince de Nyberg’in ayağına bastı.
“Ne oldu?” diye sordu Nyberg.
Wallander bakması için başını salladı. Nyberg öne doğru uzandı. O da bir çığlık atarak geriledi.
“İnsan kafasına benziyor,” dedi Nyberg.
Yanı başında duran, yüzü bu sözlerden sonra kireç gibi olan yardımcılarından birine dönerek el feneri getirmesini söyledi. Tedirginlikle fenerin gelmesini beklediler. Wallander’in midesi bulanıyordu. Birkaç kez arka arkaya derin soluk aldı. Nyberg ona merak dolu bir bakış fırlattı. Fener geldi. Nyberg feneri yakarak kasanın içini aydınlattı. Evet, kasanın içinde gerçekten de boyundan kesilmiş bir kafa duruyordu. Gözleri fal taşı gibi açıktı ama gözlerinin feri sönmüş ve kurumuştu. Bunun bir maymun mu yoksa insan kafası mı olduğunu kestiremiyorlardı. Kafanın dışında kasada yalnızca bir iki defter vardı.
O sırada Höglund içeri girdi. Odadaki gergin havadan önemli bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Ne olduğunu sormadan sessizce bekledi.
“Fotoğrafçıyı çağıralım mı?” diye sordu Nyberg.
“Hayır, sen birkaç tane çekiver,” diye karşılık verdi Wallander. “Önemli olan şey onu kasanın içinden çıkarmak.”
Höglund’a döndü.
“Kasanın içinde kesik bir kafa var,” dedi. “Kurumuş bir insan kafası. Ya da bir maymun.”
Höglund başını uzatıp baktı. Wallander genç kadının yüzünü buruşturmadığına dikkat etti. Nyberg’le adamlarının rahatça çalışabilmeleri için oradan uzaklaştılar. Wallander ter içinde kalmıştı.
“Kasada kesik bir kafa,” dedi Höglund. “Belki insan, belki de maymun kafası. Bunu nasıl yorumlayacağız?”
“Eriksson tahmin ettiğimizden daha karmaşık bir adammış,” dedi Wallander.
Nyberg’le ekibinin kasayı boşaltmasını beklediler. Saat sabahın dokuzuydu. Wallander, Höglund’a Borås’tan posta siparişiyle gelen paketten söz etti. Wallander’in zamanı olmadığından birinin Runfeldt’in evine gidip evi baştan aşağı aramasına karar verdiler. Nyberg teknisyenlerinden birini de gönderebilirse çok daha iyi olacaktı. Höglund emniyete telefon etti, kendisine feribot kazasından sonra Danimarka polisinin kıyıya vuran ceset olmadığını onayladığı söylendi. Malmö polisiyle deniz kurtarma ekibi de herhangi bir ceset bulamamıştı.
Saat dokuz buçukta Nyberg kesik kafayla kasadaki günlüğü de alıp yanlarına geldi. Wallander, Nyberg’in kesik kafayı masaya koyması için ağaçkakanla ilgili şiiri kenara itti. Kasada günlüğün yanı sıra içinde bir madalya olan kadife bir kutu da vardı. Ama hepsi de tüm dikkatlerini kesik kafaya yöneltmişti. Gün ışığında artık hiç kuşkuları kalmamıştı. Bu, gerçekten de bir insan kafasıydı. Siyahi birinin kafasıydı. Belki de bir çocuğun. Ya da genç birinin. Nyberg kesik kafaya büyüteçle baktığında böcekleri gördü. Nyberg kafaya iyice yaklaşarak kokladığında Wallander tiksintiyle yüzünü buruşturdu.
“Kesik kafalar konusunda uzman olan tanıdığın biri var mı?” diye sordu Wallander.
“Etnografya Müzesi,” diye karşılık verdi Nyberg. “Ama Halk Müzesi deniyor artık. Emniyet Genel Müdürlüğü küçük ama gerçekten muhteşem bir broşür çıkarttı. En tuhaf olaylarla ilgili bilgiyi nereden edineceğini yazmışlar.”
“O zaman onlarla bağlantı kuralım,” dedi Wallander.
Nyberg kesik kafayı yavaşça bir poşete yerleştirdi. Wallander’le Höglund masanın başına geçip diğer bulguları incelemeye başladılar. Kadife kutunun içindeki madalya yabancı bir ülkeye aitti. Üstünde Fransızca bir şeyler yazıyordu ama hiçbiri okuyamadı. Günlüğün sayfalarını çevirmeye başladılar. Yazıların bazıları 1960’lı yıllara aitti. Birinci sayfasında Harald Berggren adı yazılıydı.