şeyin bir sınırı olmalı,” dedi Wallander, adama makinesini geri uzatırken.
Fotoğrafçı ona bakakaldı ve ceketinin cebinden cep telefonunu çıkardı. “Polisi arıyorum,” dedi. “Buna saldırı denir.”
“Hadi ara,” dedi Wallander. “Ben Ystad emniyetinde komiserim. Komiser Kurt Wallander. Malmö’deki meslektaşlarımı ara ve canın ne istiyorsa söyle.”
Wallander film rulosunu yere attı ve kılıfını ayakkabısının altında ezdi. Kilise çanları sustu. Wallander terliyordu ve hâlâ öfkeliydi. Anette Fredman’ın onları rahat bırakmalarını isteyen tiz çığlığı hâlâ kulaklarında çınlıyordu. Fotoğrafçı ezilmiş filmine baktı. Oğlanlar hâlâ futbol topuyla oynuyordu.
“Gazetede resim falan çıkmayacak,” dedi Wallander.
“Neden bizi rahat bırakmıyorlar ki?”
Wallander’in verecek cevabı yoktu. Agneta Malmström’e doğru baktı ama onun da söyleyecek bir sözü yoktu.
Anette Fredman, Wallander’i aradığında cenaze töreninden sonra eve kahve içmeye de davet etmişti. Wallander hayır demeyi becerememişti.
Döküntü kiralık binadaki daire, tam da Wallander’in hatırladığı gibiydi. Dr. Malmström de onlarla geldi. Kahvenin demlenmesini beklerken sessiz sessiz oturdular. Wallander mutfaktan bir porselen çınlaması duyduğunu sandı.
Jens yerde sessizce arabasıyla oynuyordu. Wallander, Dr. Malmström’ün de ortamı onun kadar kasvetli bulduğunu anlıyordu ama söyleyecek bir şey yoktu.
Ellerinde kahve fincanlarıyla oturdular. Anette Fredman parlak gözlerle karşılarına oturdu. Dr. Malmström işsiz olduğu bugünlerde nasıl idare ediyor diye anlamaya çalıştı. Anette Fredman muğlak, yarım ağız cevaplarla geçiştirdi.
“İdare ediyoruz işte. Bir şekilde yoluna girecek. Her şey sırayla.”
Sözler tükendi. Wallander kol saatine baktı. Ayağa kalkıp Anette Fredman’la tokalaştı. Kadın gözyaşlarına boğuldu. Wallander çok şaşırdı. Ne yapacağını bilemedi.
“Siz gidin,” dedi Dr. Malmström. “Ben bir süre daha onunla kalırım.”
“Sonra arayıp hâlinizi hatırınızı soracağım,” dedi Wallander. Ardından, beceriksizce, oğlanın kafasını okşadı ve çıktı.
Motoru çalıştırmadan önce bir süre arabada oturdu. Bir seri katilin cenaze fotoğraflarının çok satacağından emin olan fotoğrafçıyı düşündü.
Artık dünyanın düzeni böyle, inkâr edemem, diye düşündü. Ama bu, olanları anlayışla karşılayacağım anlamına da gelmez.
Sonbahar manzarası içinde arabasını Ystad’a sürdü. Boğucu bir sabah olmuştu.
Saat ikiyi biraz geçe arabasını park etti.
Doğu rüzgârı artmıştı. Wallander emniyete doğru yürürken deniz kıyısından karaya doğru ilerleyen kara bulutlar gördü.
3
Wallander odasına girdiğinde başı ağrıyordu. Çalışma masasının çekmecelerinde ağrı kesici tablet aradı. Hansson’un ıslık çalarak koridordan geçtiğini duydu. Sonunda en alt çekmecenin dibinde buruşuk bir paket buldu, Distril. Kantinden kendine bir bardak su ve kahve almaya gitti. İki sene önce işe alınan bir grup genç polis bir masaya oturmuş, yüksek sesle konuşuyordu. Wallander onlara selam verdi. Polis Akademisi’nde geçirdikleri günlerden bahsettiklerini işitti. Tekrar odasına yürüdü ve iki tabletin suyun içinde eriyişini seyretti.
Anette Fredman’ı düşündü, oturma odasında yerde oturmuş sessiz sakin oyuncağıyla oynayan, Rosengård’ın yoksul bir mahallesinde yaşayan o küçük çocuğu nasıl bir gelecek beklediğini hayal etmeye çalıştı. Sanki dünyadan saklanmaya çalışıyor gibiydi, ölmüş babasına ve iki kardeşine dair anıları içinde taşıyordu.
Wallander bardağı kafasına dikti ve ânında baş ağrısının geçtiğini hissetti. Martinson’un masasına koyduğu dosyaya baktı, üstüne Çok, çok acil! yazan kırmızı bir post-it yapıştırılmıştı. Wallander dosyadakileri zaten biliyordu. Geçen hafta Wallander, gittikçe büyüyen motosikletli çetelerle bağlantılı şiddet eylemlerinde polisin tutumuyla ilgili düzenlenen ulusal polis konferansındayken telefonda uzun uzadıya konuşmuşlardı. Wallander bu vakada olmamak için mazeret bildirmek istemişti ama Emniyet Müdürü Holgersson ısrar etmişti. Onu özellikle bu dosyada mutlaka istiyordu. Çetelerden biri Ystad’ın dışında bir çiftlik satın almıştı ve ileride onlarla baş etmeye hazırlıklı olmak zorundaydılar.
Wallander derin bir iç geçirerek dosyayı aldı. Martinson olayları titizce sıraladığı bir rapor hazırlamıştı. Wallander sandalyesinde arkaya yaslandı ve az önce okuduklarını kafasında evirip çevirmeye başladı.
Biri 19, diğeri en fazla 14 yaşında olan iki kız, salı akşamı saat on sularında bir restorandan taksi çağırmışlardı. Taksiciden kendilerini Rydsgård’a götürmesini istemişler. Kızlardan biri şoförün yanına oturmuş. Ystad’ın dış mahallelerine ulaştıklarında kız, taksiciye arka koltuğa geçmek istediğini söylemiş. Taksi yol kenarına çekince arkada oturan kız, taksicinin kafasına çekiçle vurmuş. Ön koltuktaki kız da adamı göğsünden bıçaklamış. Adamın cüzdanını ve cep telefonunu alıp kaçmışlar. Taksici, o hâline rağmen taksinin telsizinden acile ulaşmayı başarmış.
Adamın adı Johan Lundberg’di ve aşağı yukarı 60 yaşındaydı. Ömrü boyunca taksicilik yapmıştı. İki kızın da eşkâlini oldukça ayrıntılı tarif etmişti. Martinson bu detaylı tarifleri kullanıp kızların isimlerini bulmayı başarmış, aynı zamanda restorandaki diğer insanların da ifadesini almıştı.
Kızlar evlerinde yakalanmıştı. İkisi de yaşlarına rağmen gözaltında tutuluyordu çünkü işledikleri suç ve şiddet unsuru göz önüne alınmıştı. Lundberg hastaneye yatırıldığında bilinci yerindeydi ancak durumu kötüleşmişti. Artık şuuru kapanmıştı ve doktorlar tedaviden pek emin değildi. Martinson’a göre kızlar saldırının nedeni olarak sadece “paraya ihtiyaçları olduğunu” belirtmişti.
Wallander yüzünü ekşitti. Hayatında hiç böyle bir şey duymamıştı. Ortada vahşice suç işleyen iki kız vardı. Martinson’un notlarına göre, daha genç olan kızın okul notları çok iyiydi. Büyük olansa bir otelin resepsiyonunda çalışıyordu ve daha önce Londra’da dadılık yapmıştı. Üniversitenin yabancı dil bölümüne başvurmuştu. İkisinin de sicili temizdi.
Hiç anlamıyorum, diye düşündü Wallander. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? O taksici ölebilirdi, belki de ölecek zaten. İki kız. Erkek olsalar bir nebze anlayabilirim, o da sırf artık duymaya alıştığım için.
Kapının çalmasıyla düşünceleri kesildi. Meslektaşı Ann-Britt Höglund kapıdaydı. Her zamanki gibi beti benzi atmış ve yorgun görünüyordu. Wallander, kadının Ystad’a ilk gelişinden bu yana hayatındaki değişiklikleri düşündü. Polis Akademisi’nde sınıf birincisiydi ve büyük bir hırs ve enerjiyle şehre gelmişti. Bugünse hâlâ iradesi güçlüydü ama değişmişti. Yüzündeki solgunluk içinden yansıyordu.
“Sonra uğramamı ister misin?” dedi.
“Hayır, sorun değil.”
Wallander’in karşısındaki bozuk sandalyeye dikkatlice oturdu.
Wallander önündeki belgeleri gösterdi. “Bununla ilgili söyleyecek bir sözün var mı?” diye sordu.
“Taksici dosyası mı?”
“Evet.”
“Yaşı büyük olan kızla