şuuru kapalı ve durumu kritik. Herhangi bir değişiklik olursa arayacaklarına söz verdiler. Ama durum pek umut verici görünmüyor.”
“Bunlardan herhangi bir şey anlıyor musun?”
Martinson oturdu. “Hayır,” dedi. “Kesinlikle anlamıyorum. Anlamak istediğimden de emin değilim.”
“Ama anlamak zorundayız. Bu işi yapıyorsak.”
Martinson, Wallander’e baktı. “Biliyorsun, sık sık işi bırakmayı düşünürüm. En son düşündüğümde benimle konuşup beni ikna ettin. Bir sonraki sefere bu kadar kolay olmayacak ama.”
Wallander endişeliydi. Martinson’u kaybetmek istemiyordu, aynı şekilde Höglund da istifa dilekçesiyle kapısını çalsa hiç memnun olmazdı. “Belki gidip şu Hökberg denen kızla konuşuruz,” dedi.
“Bir şey daha var.”
Wallander sandalyede arkasına yaslandı. Martinson’un elinde birkaç belge vardı.
“Buna bakmanı istiyorum. Dün gece olmuş. Ben nöbetçiydim ve seni yataktan çıkarmanın çok gerekli olduğunu düşünmedim.”
“Anlatsana.”
Martinson alnını kaşıdı. “Gece devriyelerinden biri, saat bir civarı aradı ve şehirdeki mağazaların orada bir ATM’nin önünde ölü bir adam olduğunu söyledi.”
“Hangisinde?”
“Vergi dairesinin yanındaki.”
Wallander başıyla onayladı.
“Arabayla bakmaya gittik. Doktora göre, adam öleli çok olmamış, en fazla iki saat dedi. Elbette otopsi raporunu birkaç gün sonra alırız.”
“Ne olmuş?”
“Mesele de bu. Başında çok kötü bir yara vardı ama birisi ona vurdu mu, adam yere düşüp mü yaralandı, anlayamadık.”
“Soyulmuş mu?”
“Cüzdanı yanındaydı ve paralar da duruyordu.”
Wallander bir saniye düşündü. “Kimse bir şey görmemiş yani?”
“Hayır.”
“Adam kimmiş?”
Martinson belgeye baktı. “Adı Tynnes Falk. 47 yaşında, o civarda oturuyormuş. Apelbergs Caddesi 10 numarada en üst katta kiracıymış.”
Wallander elini havaya kaldırdı.
“Apelbergs Caddesi 10 numara mı?”
“Evet.”
Wallander yavaş yavaş başını salladı. Yıllar önce, Mona’dan boşanmasının hemen ardından, Saltsjöbaden Oteli’ndeki bir dans gecesinde bir kadınla tanışmıştı. Wallander çok sarhoştu. Kadınla birlikte evine gitmişti ve ertesi sabah tanımadığı bir kadının yanında, hiç bilmediği bir yatakta uyanmıştı, kadının adını hatırlamıyordu. Hemen giysilerini giymiş ve oradan ayrılmış, kadını da bir daha görmemişti. Her nedense Wallander o kadının Apelbergs Caddesi 10 numarada oturduğundan emindi.
“Adresi tanıdın mı?” dedi Martinson.
“Sadece seni duymadım.”
Martinson ona şaşırarak baktı. “Sessiz mi söyledim?”
“Lütfen devam et.”
“Adam bekârmış, boşanmış. Eski karısı hâlâ burada yaşıyor ama çocukları taşınmışlar. 19 yaşındaki oğlu Stockholm’de okuyor. Kızı 17 yaşında ve Paris’teki bir büyükelçilikte dadılık yapıyor. Eski karısına haber verildi.”
“Adam nerede çalışıyormuş?”
“Kendi işini yapıyormuş galiba. Bir çeşit bilgisayar danışmanı.”
“Ve soyulmamış?”
“Hayır ama ölmeden hemen önce ATM’de banka hesabını incelemiş. Onu bulduğumuzda dekont hâlâ elindeydi.”
“Ve hiç para çekmemiş?”
“Kayıtlara göre hayır.”
“Tuhaf. En mantıklı senaryo, birisinin o para çekerken arkasında bekleyip nakit elindeyken arkadan ona vurmuş olması.”
“Benim de aklımdan bu geçti tabii ki ama en son cumartesi günü para çekilmiş ve o zaman bile büyük bir miktar çekilmemiş.”
Martinson, Wallander’e içinde kan lekeli bir banka dekontu olan bir poşet uzattı. Hesap özeti gece yarısını iki geçe alınmıştı. Wallander poşeti Martinson’a geri verdi.
“Nyberg ne diyor?”
“Başındaki yara haricinde hiçbir şeyin bir suça işaret etmediğini söyledi. Adam muhtemelen kalp krizi geçirmiş.”
“Belki de adam hesabında görünenden daha büyük bir meblağ görmeyi bekliyordu,” dedi Wallander düşünceli bir hâlde.
“Neden öyle düşündün?”
Wallander de merak ediyordu bunu. Ayağa kalktı. “İyisi mi otopsi raporunu bekleyelim. O zamana dek bir suç işlenmemiş gibi hareket edeceğiz, şimdilik rafa koyalım bu mevzuyu.”
Martinson belgelerini topladı. “Hökberg’e atanan avukatla konuşacağım. Ne zaman buraya gelebilir, bir öğreneyim, o zaman konuşursun kızla.”
“Çok da istemiyorum aslında,” dedi Wallander. “Ama konuşmalıyım galiba.”
Martinson odadan çıktı, Wallander de tuvalete gitti. Kan şekerinin yüksek olmasından dolayı durmadan tuvalete çıktığı günlerin sona ermesine şükretmeliydi.
Bir saat boyunca kaçak sigara dosyası üstünde çalıştı, bir yandan da Höglund için yapmayı kabul ettiği şey zihninin bir köşesini kemiriyordu.
Saat dördü iki geçe Martinson arayıp Hökberg ve avukatının hazır olduğunu söyledi.
“Avukat kimmiş?” dedi Wallander.
“Herman Lötberg.”
Wallander onu tanıyordu. Yaşı geçkinlerden biriydi ve çalışması kolay bir insandı. “Beş dakika sonra oradayım,” dedi Wallander ve telefonu kapattı.
Tekrar pencere kenarına yürüdü. Rüzgâr hızlanmıştı, karatavuklar uçmuştu. Wallander, Anette Fredman ve sessiz sessiz yerde oturmuş oyuncağıyla oynayan oğlanı düşündü. Çocuğun korku dolu gözlerini. Başını iki yana salladı ve bunun yerine Hökberg denen kıza soracağı soruları düşünmeye koyuldu. Martinson’un notlarında kızın arka koltukta oturan ve adamın kafasına çekiçle vuran şahıs olduğu yazıyordu. Bir kez de değil, birçok defa vurmuştu. Sanki cinnet geçirmiş gibi.
Wallander bir defter ve kalem alıp odadan çıktı. Yolun yarısında gözlüğünü unuttuğunu fark etti. Geri döndü. Aslında sorulacak tek soru var gerçekten, diye düşündü ifade odasına giderken. Neden yapmışlardı? Paraya ihtiyaçları olduklarını söylemeleri yeterli değildi. Bir yerlerde başka bir cevap daha var, bulmak zorunda olduğum daha derin bir cevap, diye düşündü.
4
Sonja Hökberg, Wallander’in beklediği gibi görünmüyordu. Aslında Wallander tam olarak ne beklediğini anımsayamadı ama o odada tanıştığı kişi değildi beklediği. Wallander içeri girdiğinde Sonja Hökberg oturuyordu. Kız ufak tefek ve zayıftı, üflesen neredeyse uçacaktı. Sarı saçları omuzlarındaydı ve mavi gözlüydü. Masumiyet ve saflık konulu bir dergi reklamında model olabilirdi. Ona gözü dönmüş, çekiçli katil demeye bin şahit isterdi.
Wallander’i odanın dışında kızın avukatı ve Martinson