gözlerinin içine baktı. “Ben hep yanımda çekiç taşırım,” dedi. “Eva’da da bıçak vardır.”
“Neden?”
“Başınıza ne geleceği belli olmaz.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Sokaklar manyak dolu. İnsan kendini koruyabilmeli.”
“Yani hep çantanda bu çekiçle sokağa çıkarsın?”
“Evet.”
“Daha önce hiç kullandın mı?”
Lötberg kafasını kaldırıp baktı. “Bu sorunun davayla bir ilişiği yok,” dedi.
“O ne demek?” dedi Sonja Hökberg.
“İlişiği mi? Yani bu soruyu sorması uygun değil.”
“Yine de cevap verebilirim. Çekici daha önce hiç kullanmadım ama Eva bir kere birisini kesti. Ona dokunup yoklamaya çalışan sapığın tekiydi.”
Wallander’in aklına bir fikir geldi ve daha önceki soru silsilesinden saptı. “Restoranda biriyle buluştunuz mu? Birisiyle randevunuz var mıydı?”
“Hayır.”
“Erkek arkadaşın yok mu?”
“Hayır.”
Fazla çabuk cevapladı, diye düşündü Wallander. Bunu aklının bir köşesine not etti.
“Taksi geldi ve çıktınız?”
“Evet.”
“Ondan sonra ne yaptınız?”
“Sence? Adama gitmek istediğimiz yeri söyledik.”
“Rydsgård’a gitmek istediğinizi söylediniz. Neden?”
“Bilmem. Bir şey dememiz lazımdı ve ilk aklımıza gelen yer orasıydı.”
“Eva sürücünün yanında öne oturdu, sen de arkada oturdun. Buna da önceden mi karar verdiniz?”
“Plan buydu.”
“Ne planı?”
“Sürücüyü yolda durduracaktık, Eva arka koltukta yanıma oturmak isteyecekti. İşte o zaman onu haklayacaktık.”
“Yani silahlarınızı kullanmaya kesin karar vermiştiniz zaten.”
“Daha genç olsaydı yapmayacaktık.”
“O zaman ne yapacaktınız?”
“O zaman eteklerimizi yukarı sıyırıp davetkâr davranarak durmasını sağlayacaktık.”
Wallander terlemeye başladığını hissetti. Kızın gamsızlığı ve lakaytlığı sinirini bozmaya başlamıştı. “Neye davet?”
“Sence?”
“Onu kandırıp sizinle seks yapabileceğini düşünmesini sağlayacaktınız?”
“Seni iğrenç moruk.”
Lötberg öne eğildi. “Sözlerine dikkat etmen gerekiyor.”
Hökberg adamın suratına baktı. “Nasıl istersem öyle konuşurum.”
Lötberg tekrar arkasına yaslandı. Wallander devam etmeye karar verdi.
“Gelgelelim, taksici yaşı büyük bir adamdı. Arabayı durdurdunuz. Sonra?”
“Kafasına vurdum. Eva da onu bıçakladı.”
“Kaç kere vurdun?”
“Bilmiyorum. İki kere. Saymadım.”
“Onu öldürmekten korkmadın mı?”
“Para lazımdı.”
“Ben onu sormadım. Bilmek istediğim şu, vurduğun darbelerin ölümcül olabileceğinin bilincinde miydin?”
Sonja Hökberg omuz silkti. Wallander bekledi ama kız cevap vermedi. Wallander’in son soruyu tekrar etmeye mecali yoktu.
“Paraya ihtiyacın olduğunu söylüyorsun. Ne için?”
“Özel bir şey için değil. Söyledim ya.”
“Sonra ne oldu?”
“Cüzdanını ve cep telefonunu alıp eve yürüdük.”
“Cüzdana ne oldu?”
“İçindeki parayı bölüştük, Eva cüzdanı bir yere attı.”
Wallander, hızlıca Martinson’un notlarına göz attı.
Lundberg’in üstünde 600 kron vardı. Persson’dan talimatları aldıktan sonra cüzdanı bir kâğıt çöpünde bulmuşlardı. Hökberg cep telefonunu almıştı. Polis telefonu kızın odasında buldu. Wallander saati söyledi, sorguyu sonuçlandırdığını söyleyip kayıt cihazını kapattı. Hökberg gözleriyle hareketlerini takip etti.
“Artık eve gidebilir miyim?”
“Hayır, esasında gidemezsin,” dedi Wallander. “19 yaşındasın ve mahkemelerimizin gözünde bir yetişkinsin. Ağır bir suç işledin, mahkemeye çıkacaksın.”
“Bu da demektir ki?”
“Burada emniyette kalacaksın?”
“Neden?”
Wallander, Lötberg’e bakıp ayağa kalktı. “Orasını avukatın açıklar bence.”
Wallander odadan çıktı. Midesi bulanıyordu. Hökberg rol yapmıyordu. Birazcık bile yanlış bir şey yaptığını düşünmüyordu. Wallander, Martinson’un odasına girip oturdu. Martinson telefondaydı ama birazdan kapatacağını işaret etti. Wallander beklerken içinden feci hâlde sigara içmek geldi. Bu aslında hiç olmazdı. Ancak Sonja Hökberg’le görüşmesi son derece rahatsız ediciydi.
Martinson telefonu kapattı. “Nasıl geçti?”
“Kız her şeyi itiraf etti. Buzdolabı kadar soğukkanlı bir şekilde.”
“Persson da aynı durumda ve daha 14 yaşında.”
Wallander, Martinson’a sorgularcasına bir bakış attı. “Dünya nereye gidiyor böyle?”
“Hiç bilmiyorum.”
Wallander cidden sarsılmıştı.
“Henüz küçücükler.”
“Biliyorum, biliyorum. En ufak bir pişmanlık duymuyorlar.”
Bir süre sessiz kaldılar, Wallander hiçbir şey hissetmediğini düşündü. Nihayet konuşan Martinson oldu.
“Neden durmadan işten ayrılsam mı diye düşünüyorum, şimdi anlıyor musun?”
Wallander ayaklandı. “Aynı şekilde, ayrılmaman neden bu kadar önemli, anlıyor musun?” Pencereye doğru yürüdü. “Lundberg nasıl?”
“Durumu hâlâ kritik.”
“İşin özüne inmeliyiz, adam ölse de ölmese de. Sırf biraz para koparmak için adama öylece saldırmadılar. Ya özel bir şey için paraya ihtiyaçları vardı ya da saldırı bambaşka bir sebeple yapılmıştı.”
“Mesela?”
“Bilmiyorum. Tüm bu olayda daha derin bir şey olduğunu düşünüyorum.”
“En muhtemel senaryo şey değil mi, sarhoştular ve biraz para bulmak için bu manyak planı yaptılar? Sonuçlarını hiç düşünmeden?”
“Neden öyle düşünüyorsun?”
“Dediğin gibi bu kadar sıradan bir şey olduğunu sanmıyorum.”
Wallander başını salladı. “Eh, orada hemfikiriz. Ama sebepleri neydi, ben bunu bilmek istiyorum. Yarın Persson’la konuşacağım, anne