beklerim,” dedi Hökberg. “Bana ihtiyacın yoksa yani.”
“Hayır, gerek yok.”
Wallander, Hökberg’in ağır adımlarla alt kata indiğini duydu. Odanın kapısını açtı. Tavan aşağı eğimliydi ve pencerelerden biri aralıktı. İncecik perde rüzgârda dalgalanıyordu. Wallander uzun tecrübelerinden öğrenmişti ki ilk izlenim her zaman çok önemliydi. Yakından inceleme yapıldığında ilk bakışta göze çarpmayan önemli detaylara ulaşılabilirdi ancak Wallander, her zaman o ilk izlenimine bir dönerdi.
Bu odada bir insan yaşıyordu. Wallander’in aradığı kişi oydu. Yatak toplanmıştı; pembe, çiçekli yastıklar vardı. Duvarlardan birinde bir raf dolusu oyuncak ayıcık duruyordu. Gardırop kapağı aynalıydı ve yerde kalın bir halı vardı. Pencere kenarında bir çalışma masası vardı ama üstünde hiçbir şey yoktu. Wallander çok uzun bir süre kapının eşiğinde durup odaya baktı. Sonja Hökberg burada yaşıyordu. Wallander odaya girdi, yatağın yanına diz çöküp altına baktı. Her taraf ince bir toz tabakasıyla kaplıydı, sadece bir noktada, oradan alınmış bir şeyin izi kalmıştı. Wallander ürperdi. Çekicin bulunduğu yer burası olmalı, diye düşündü. Ayağa kalktı, çalışma masasının çekmecelerini açtı. Hiçbir çekmece kilitli değildi. Hatta kilit bile yoktu. Ne aradığını bilmiyordu aslında. Belki bir günlük ya da birkaç fotoğraf. Ancak çalışma masasında dikkatini çeken hiçbir şey yoktu. Wallander yatağa oturup kızla karşılaşmasını düşündü.
Odayı kapının ardından görür görmez dikkatini çeken bir şey fark etmişti.
Bir uyumsuzluk. Hökberg ve odası birbiriyle uyuşmuyordu. Onu burada, bu pembe yastıkların ve ayıcıkların arasında hayal edemiyordu. Yine de burası onun odasıydı işte. Wallander bunun ne anlama geliyor olabileceğini çözmeye çabaladı. Hangisi gerçeğe daha yakındı: Emniyette tanıştığı o pervasız kız mı, yoksa yaşadığı, yatağının altında çekiç sakladığı bu oda mı?
Yıllar önce Rydberg ona dinlemenin inceliklerini öğretmişti: Her odanın kendi yaşamı ve nefesi vardır. Kulak verip dinlemek zorundasın. Bir oda, içinde yaşayan insan hakkında birçok sır anlatır.
Wallander ilk başta Rydberg’in bu tavsiyesine şüpheyle yaklaşmıştı ancak zaman içinde, Rydberg’in ona hayati öneme sahip bir bilgi verdiğine kanaat getirmişti.
Wallander’in başı ağrımaya başlıyordu, özellikle şakakları zonkluyordu. Kalkıp gardırobun kapısını açtı. Giysiler askıdaydı, yerde ayakkabılar diziliydi. Kapının iç kısmında Şeytanın Avukatı filminin posteri asılıydı. Başrol oyuncusu Al Pacino’ydu. Wallander bu aktörü Baba filminden hatırlıyordu. Gardırobun kapağını kapatıp çalışma masasının yanındaki sandalyeye oturdu. Odaya yeni bir açıdan bakmış oldu.
Bir şey eksik, diye düşündü. Linda’nın odasının ergenlik yıllarındaki hâlini anımsadı. Tabii ki bazı pelüş oyuncaklar vardı. Ama ondan öte, her yer hayranlık duyduğu idollerin resimleriyle doluydu, zaman zaman bu idoller değişirdi ama muhakkak birileri asılıydı.
Hökberg’in odasında bu tarz bir şey yoktu. Kız 19 yaşındaydı ve sadece gardırobun içinde bir film afişi asılıydı. Wallander orada birkaç dakika daha oturdu, sonra odadan çıkıp merdivenlerden indi.
Hökberg ona dikkatlice baktı.
“Bir şey buldun mu?”
“Sadece şöyle bir bakmak istemiştim.”
“Ona ne olacak?”
Wallander başını iki yana salladı. “Bir yetişkin gibi mahkemeye çıkarılacak. Suçu işlediğini itiraf etti. Ona pek insaflı davranmazlar.”
Hökberg bir şey demedi. Wallander adamın ıstırap içinde olduğunu anladı.
Wallander, Hökberg’in Höör’deki baldızının numarasını bir kâğıda not etti. Evden çıkıp emniyete dönerken sağlığı gitgide kötüleşiyordu. Basın toplantısından sonra doğruca eve gidip kendini yatağa atacaktı.
Danışmaya adım atmasıyla Irene el sallayarak onu yanına çağırdı. Kadının beti benzi atmıştı.
“Bir şey mi oldu?” dedi.
“Bilmiyorum,” dedi Irene. “Seni arıyorlar ve her zamanki gibi cep telefonun yanında değil.”
“Kim beni arıyor?”
“Herkes.”
Wallander’in sabrı taştı. “Ne demek herkes? Hangi herkes?”
“Martinson. Ve Lisa.”
Wallander, doğrudan Martinson’un odasına gitti. Hansson da oradaydı.
“Ne oldu?”
Martinson dedi ki: “Hökberg kaçtı.”
Wallander kulaklarına inanamayarak bakakaldı. “Kaçtı mı?”
“Gitmiş. Bir saat önce. Elimizdeki bütün personeli onu aramakla görevlendirdik ama kız puf, kayboldu gitti.”
Wallander arkadaşlarına baktı. Arkasından paltosunu çıkarıp oturdu.
6
Wallander’in neler olduğunu anlaması uzun sürmedi. Birisi, temel güvenlik önlemlerini önemsemeyen birisi dikkatsiz davranmıştı. Ancak hepsinden öte o birisi, Sonja Hökberg’in göründüğü gibi masum bir genç kız olmadığını, daha birkaç gün önce feci bir cinayet işlediğini unutmuştu.
Yaşananları en başa sarıp sıralamak kolaydı. Hökberg bir hücreden diğerine alınacaktı. Avukatıyla buluşmuştu ve nezarete geri götürülecekti. Götürülmeyi beklerken tuvalete gitmek için izin istemişti. Tuvaletten çıktığında nöbetçi memurun sırtı dönük, odalardaki birisiyle sohbet ettiğini görmüştü. Böylece doğrudan ters yöne yürümüştü. Kimse onu durdurmaya çalışmamıştı. Ön kapıdan elini kolunu sallaya sallaya çıkıp gitmişti. Kimse onu görmemişti. Ne Irene ne de başka biri. Yaklaşık beş dakika sonra, nöbetçi polis tuvalete girmiş ve kızın orada olmadığını görmüştü. Kızın avukatıyla konuştuğu odaya bakmıştı, orada da olmadığını fark edince hemen güvenliğe haber vermişti. Bu esnada Hökberg’in sırra kadem basmak için tam on dakikası vardı.
Wallander inledi, baş ağrısının daha da beter bir hâl aldığını hissetti.
“Elimizdeki bütün personeli ayağa kaldırdım,” dedi Martinson. “Kızın babasını da aradım. Sen de oradan yeni çıkmıştın. Bize nereye gidiyor olabileceğini gösteren herhangi bir şey gördün mü?”
“Annesi, Höör’de kız kardeşiyle kalıyor.” Martinson’a numarayı verdi.
“Oraya yayan gitmeyi planlıyor olamaz,” dedi Hansson.
“Ehliyeti var,” dedi Martinson, ahizeyi kulağına bastırıp. “Otostop çekebilir, araba çalabilir.”
“Persson’la konuşmamız lazım,” dedi Wallander. “Derhâl. Çocuk olması hiç önemli değil, bildiği her şeyi bize anlatacak.”
Hansson çıkmak için ayaklandı, ortadan kaybolan kızı yeni öğrenen Holgersson’la neredeyse burun buruna geldi. Martinson, telefonda Hökberg’in annesiyle konuşurken Wallander de Holgersson’a kızın nasıl kaçtığını anlattı.
“Bu kesinlikle kabul edilemez,” dedi Holgersson. Burnundan soluyordu.
Wallander kadının bu yönünü seviyordu. Eski müdürleri Björk böyle zamanlarda hep kendi namına leke sürülmesinden endişelenirdi.
“Böyle olayların yaşanmaması lazım,” dedi Wallander. “Ama oluyor. Esas önemli olan kızın izini sürmemiz. Sonra