Wallander. “Ama o kızın bir an önce yakalanmasını istiyorum.”
“Kaçış planlı mıymış?” dedi Holgersson.
“Görevli memura göre hayır,” dedi Martinson. “Bence kız durumdan istifade etti.”
“Ah, planlıydı,” dedi Wallander. “Sadece en doğru ânı kolluyordu. Buradan kaçıp kurtulmak istiyordu. Avukatıyla konuşan var mı? Ondan yardım umabilir miyiz?”
“Kimsenin aklına geldiğini sanmam,” dedi Martinson. “Kızla konuşması biter bitmez emniyetten ayrılmış.”
Wallander ayağa kalktı. “Ben onunla konuşurum.”
“Basın toplantısı ne olacak?” diye sordu Holgersson. “O işi ne yapsak?”
Wallander kol saatine baktı. Saat on bir yirmiydi.
“Planladığımız üzere toplantıyı yapacağız, olan biteni anlatacağız, istesek de istemesek de.”
“Sanırım ben de orada olmalıyım,” dedi Holgersson.
Wallander cevap vermedi. Odasına döndü, başı zonkluyordu. Her yutkunduğunda boğazı acıyordu.
Şu anda yatakta olmalıyım, diye geçirdi içinden. Oysa ben bir taksiciyi öldüren ergen kızların peşindeyim.
Masasının çekmecelerinden birinde kâğıt mendil buldu, elinden geldiğince yüzünü gözünü sildi. Ateşi çıkmıştı, deli gibi terliyordu. Hökberg’in avukatına telefon etti.
“Beklenmedik bir olay,” dedi Lötberg, Wallander anlatmayı bitirince.
“Buna olsa olsa problem denir,” dedi Wallander. “İşimize yarayacak bir bilgi verebilir misin?”
“Sanmıyorum. Kızla iletişim kurmak zordu. Dışarıdan bakıldığında çok sakin görünüyordu ama aslında neler olup bittiği hakkında hiçbir fikrim yok.”
“Erkek arkadaşından bahsetti mi? Görmek istediği birisi?”
“Hayır.”
“Hiç kimse mi?”
“Persson ne yapıyor diye sordu.”
Wallander durdu. “Anne babasını sormadı mı?”
“Aslına bakarsan, hayır.”
Wallander bunu çok garip buldu, odasının verdiği izlenim gibi tıpkı. Şu Sonja Hökberg hakkında hissettiği uyumsuzluk gittikçe derinleşiyordu.
“Elbette benimle temasa geçerse haber veririm,” dedi Lötberg.
Wallander zihninde kızın odasının görüntüsüyle kalakaldı. Bir çocuk odasıydı, diye düşündü. 19 yaşındaki bir kızın odası değildi. Hâlâ 10 yaşındaki bir kızın odasıydı, sanki kız büyürken odası yaş almayı bırakmıştı.
Wallander düşüncelerini daha fazla geliştiremedi ancak önemli bir yolda olduğundan emindi.
Martinson daha yarım saat olmadan Eva Persson’la görüşmeyi ayarlamıştı. Wallander kızı görünce şoka girdi. Kız kısa boyluydu ve taş çatlasın 12 yaşında görünüyordu. Wallander kızın ellerini inceledi, bu ellerin bıçak tuttuğunu, kurbanın göğsüne sapladığını hayal etmeye çalıştı ama başaramadı. Çok geçmeden, bu kızda da Hökberg’i çağrıştıran bir şey dikkatini çekti. Gözlerindeki bakış, o aynı ilgisizlik ve kayıtsızlık.
Martinson onları yalnız bıraktı. Wallander, Höglund da olsun isterdi ancak o, şu anda Hökberg’i arama çalışmalarını organize ediyordu.
Persson’un annesi sanki bir süredir ağlıyor gibiydi. Wallander kadının hâline üzüldü. Kim bilir neler çekiyordu, düşününce içi ürperdi.
Derhâl sadede geldi. “Sonja kaçtı. Nereye gitmiş olabileceğini bana söylemeni istiyorum. Herhangi bir şey söylemeden önce dikkatlice düşün ve bildiğin her şeyi atlamadan anlat. Anladın mı?”
Persson evet anlamında başını salladı.
“Sence nereye gitmiş olabilir?”
“Eve gitmiştir herhâlde. Başka nereye gidebilir?”
Baş ağrısı yüzünden Wallander sabırsızdı. “Eve gitmiş olsaydı onu bulurduk,” dedi biraz sesini yükselterek. Annesi kendi içine kapanır gibi oldu.
“Nerede olduğunu bilmiyorum.”
Wallander not defterini açtı. “Arkadaşları kimler? Normalde kimlerle takılır? Arabası olan bir tanıdığı var mı?”
“Normalde hep o ve ben birlikte takılırız.”
“Ya diğer arkadaşları?”
“Bir de Kalle var sanırım.”
“Soyadı ne?”
“Ryss.”
“Adı Kalle Ryss mi?”
“Evet.”
“Senden bir tane bile yalan istemiyorum, anlıyor musun?”
“Ne bokuna bağırıyorsun lan, yaşlı moruk?”
Wallander neredeyse patlayacaktı, en çok da “yaşlı” diye hitap edilmesine sinirlenmişti.
“Neyin nesiymiş peki?”
“Sörfçü. Sık sık Avustralya’ya gidiyor ama şu anda evde, babasının yanında çalışıyor.”
“Babası ne iş yapıyor?”
“Nalbur dükkânı var.”
“Sonja’yla arkadaşlar yani?”
“Eskiden çıkıyorlardı.”
Persson, Hökberg’in temasa geçmiş olabileceği başka birisini düşünemiyordu. Nereye gitmiş olabileceğini de bilmiyordu. Wallander biraz daha bilgi koparmak için son bir çabayla kızın annesine döndü ama kadın, Sonja hakkında pek bir şey bilmediğini söyledi.
“Kızının en yakın arkadaşı, onun hakkında bir şeyler biliyor olmalısın.”
“Ondan hiç hoşlanmıyordum.”
Persson yana dönüp annesine bir tokat attı. O kadar hızlı olmuştu ki Wallander tepki verip de kızın kolunu tutamadı. Annesi çığlık atmaya başladı, kız annesine vurmaya, küfürler savurmaya devam etti. Wallander’in elini ısırdı ama Wallander onları ayırmayı başardı.
“Defol git yaşlı cadı!” diye bağırdı Persson. “Onu artık görmek istemiyorum!”
Wallander kontrolünü kaybetti. Persson’a bir tokat attı. Hem de çok sert. Kız yere yapıştı. Wallander hemen odadan çıktı, avucu sızlıyordu. Holgersson koridordan koşarak geldi, suratına baktı.
“Ne oldu içeride?”
Wallander cevap vermedi. Eline baktı. Kırmızıya dönmüştü ve acıyordu. İkisi de basın toplantısına erken gelen gazeteciyi görmedi. Son birkaç saniyenin karambolü arasında çaktırmadan kapıya ulaşmıştı. İki, üç, dört fotoğraf çekmişti. Zihninde çoktan manşeti atıyordu.
Basın toplantısı yarım saat geç başladı. Holgersson, devriye polislerinden birinin Hökberg’i göreceği umuduna tutunmuştu. Wallander vaktinde başlamak istemişti çünkü kendini kandırmıyor, böyle bir ihtimalin olmadığını biliyordu, bir yandan da soğuk algınlığı iyice azıyordu.
En sonunda toplantıyı açması için onu ikna etmişti. Muhabirler sinirlenip hayatlarını zorlaştıracaktı yoksa.
“Onlara ne dememi istersin?” dedi Holgersson.
“Hiçbir şey,” dedi Wallander. “Ben halledeceğim. Senin sadece orada olmanı istiyorum,