ederdi. Aslında odaya umutsuzluk ve bunalım hâkimdi. Lisa Holgersson içeri girdi, Martinson konuşmasını sona erdirdi.
Hansson ayağa kalkıp kapıyı kapattı. “Nyberg’in burada olması gerekmiyor mu?” dedi.
“Eski Mezarlık’ta, bıçağı arıyor,” dedi Wallander. “Bulacağını varsayabiliriz bence.”
Holgersson’a baktı. Kadın toplantıyı açması için ona başıyla işaret verdi. Wallander kendi kendine, kaç defa bu durumda kaldığını sorguladı. Sabahın köründe uyanmış, iş arkadaşlarıyla bir masanın başına oturmuş, bir suçu aydınlığa kavuşturmaya çalışıyordu.
Başlaması için onu bekliyorlardı.
“Johan Lundberg dün gece öldü,” dedi. “Duymayan varsa diye söylüyorum.”
Masadaki Ystad Allehanda gazetesini gösterdi. Taksicinin ölümü ön sayfada, manşetten verilmişti.
“Dolayısıyla Hökberg ve Persson isimli iki kız cinayet işlemiş oldu. Buna başka bir isim veremeyiz, ne de olsa Hökberg detaylarıyla itiraf etti. Bunu planlamışlar ve yanlarında da cinayet aletini taşıyorlarmış. Karşılarına çıkan taksiciye saldıracaklarmış. Çekici ele geçirdik, Lundberg’in boş cüzdanını ve cep telefonunu da. Bıçağı da bulmamız lazım. İki kız da suçlamaları reddetmedi, hiçbiri diğerini suçlamadı. Sanıyorum ki meseleyi en geç yarın savcıya gönderebiliriz. Persson’un yaşı küçük olduğu için davası çocuk mahkemesine sevk edilecek. Otopsi sonucu henüz gelmedi ama bence bu talihsiz dosyadaki rolümüzün nihayete erdiğine kanaat getirebiliriz.”
Wallander herhangi birisi bir şey söyleyecek mi diye bekledi.
“Neden yapmışlar?” diye sordu sonunda Holgersson. “Çok anlamsız geliyor.”
Wallander birisinin bu soruyu sormasını umuyordu, böylece kendisi ortaya sürmek zorunda kalmayacaktı. “Hökberg bu noktada Nuh diyor, peygamber demiyor,” dedi. “Her iki sorgusunda da önce Martinson’a, sonra bana aynısını söyledi. Paraya ihtiyaçları varmış. Hepsi bu.”
“Ne için?” diye sordu Hansson.
“Ne için olduğunu bilmiyoruz. Anlatmıyorlar. Hökberg’e inanmamız gerekirse, kendileri bile bilmiyorlardı. Sadece para istiyorlardı.” Wallander devam etmeden önce masadakilere tek tek baktı. “Bence gerçeği söylemiyorlar. Hökberg’in yalan söylediğinden eminim. Persson’la henüz konuşmadım. Paraya belli bir nedenle ihtiyaçları vardı. Bundan eminim. Aynı zamanda Persson, Hökberg ne derse onu yapıyor diye düşünüyorum. Bu onu daha az suçlu kılmaz ama birbirileriyle ilişkilerine dair daha uygun bir resim çizer.”
“Bir önemi var mı ki?” dedi Höglund. “Paraya ister giysi için ister başka bir şey için ihtiyaçları olsun, ne fark eder?”
“Sanırım bu noktada fark etmez. Savcı kesinlikle Hökberg’i mahkûm ettirmeye yetecek kadar delile sahip.”
“Daha önce bizimle hiç başları belaya girmemiş,” dedi Martinson. “Veri tabanımızı hızlıca taradım. İkisi de okulda gayet başarılıymış.”
Wallander bir kez daha davaya yanlış açıdan yaklaştıklarını hissetti. Ya da en azından cinayete dair başka açıklamaların üstünü çizmekte fazla hızlı hareket ediyorlardı. Ancak Wallander içine doğan bu sezgileri kelimelere dökemediği için hiçbir şey demedi. Cinayet sebebi, parayla ilgili olabilirdi. Sadece diğer olasılıklara karşı da temkinli olmalıydılar.
Telefon çaldığında Hansson açtı. Bir süre sonra ahizeyi yerine koydu. “Nyberg’di,” dedi. “Bıçağı bulmuşlar.”
Wallander başıyla onaylayıp önündeki dosyayı kapattı. “Doğal olarak, gene de anne babalarıyla konuşmalı ve soruşturmaya dair detaylı bir analiz yapmalıyız ama bence elimizdeki ön bilgileri savcıya gönül rahatlığıyla aktarabiliriz.”
Holgersson konuşmak için el kaldırdı. “Basın toplantısı düzenlememiz lazım. Telefonlar susmuyor. İki kızın böyle şiddet içerikli bir suç işlemesi hâlâ çok sıra dışı bir olay.”
Wallander, Höglund’a baktı ama Höglund olumsuz anlamda başını çevirdi. Son birkaç yıldır, medyayla uğraşan genelde oydu, Wallander’in nefret ettiği bir işti bu. Fakat bu kez değildi. Wallander anlıyordu.
“Ben yaparım,” dedi. “Saati belli mi?”
“Öğlen biri öneriyorum.”
Wallander not aldı.
Görevleri bölüştüler, Wallander toplantıyı sona erdirdi. Herkes bu olaydan bir an evvel kurtulmak istiyordu. Oldukça tatsız bir davaydı ve hiç kimse buna gereğinden bir dakika bile fazla vakit ayırmak istemiyordu. Wallander, Hökberg ailesini ziyaret edecekti. Martinson ve Höglund da Eva Persson ve anne babasıyla konuşacaktı.
Çok geçmeden oda bomboş kaldı. Wallander grip semptomlarının kötüye gittiğini hissetti. En azından belki bir gazeteciye bulaştırırım, diye düşündü, cebinde kâğıt mendil aradı.
Koridorda Nyberg’e rastladı. Nyberg bot ve kalın kaban giyiyordu, saçları oraya buraya dağılmıştı. Aksiliği üstündeydi, çok belliydi.
“Bıçağı bulduğunu duydum,” dedi Wallander.
“Anlaşılan ülkede temel bakıma yetecek kadar para bile kalmamış,” dedi Nyberg. “Bileğimize kadar yaprağa battık ama sonunda bulduk.”
“Nasıl bir bıçakmış?”
“Mutfak bıçağı. Bayağı büyük bir şey. Ucu kırılmış, muhtemelen kaburgaya falan denk gelmiş, o yüzden kız sağlam bir güç uygulamış olmalı. Ama bir yandan da ucuz bir bıçak.”
Wallander başını iki yana salladı.
“İnanması güç,” dedi Nyberg. “İnsan hayatına saygı denen temel erdeme ne olmuş, bilmiyorum. Ne kadar para almışlar?”
“Henüz bilmiyoruz ama aşağı yukarı 600 kron kadar. Daha fazla olamaz. Lundberg işinin başındaymış ve asla fazla nakitle çıkmazmış işe.”
Nyberg ağzının içinden bir şeyler mırıldanıp yürüyüp gitti. Wallander tekrar odasına döndü. Bir süre ne yapacağını bilemeden masasında oturdu. Boğazı acıyordu. Nihayet derin bir iç çekerek dosyayı açtı. Hökberg’ler, Ystad’ın batısında oturuyordu. Wallander adresi yazdı, ayağa kalktı, paltosunu giydi. Tam çıkarken telefon çaldı. Telefonu açtı. Linda arıyordu. Arka fondan gelen gürültü ve takırtıya bakılırsa kızı restorandaydı.
“Mesajını bu sabah aldım,” dedi.
“Bu sabah mı?
“Dün gece evde yoktum.”
Wallander kızına geceyi nerede geçirdiğini sormaması gerektiğinin farkındaydı. Bu sadece Linda’nın tepkisine sebep olur, Linda telefonu suratına kapatırdı.
“Eh, öyle özel bir şey için aramadım,” dedi. “Nasılsın diye merak ettim.”
“İyiyim. Sen nasılsın?”
“Biraz üşütmüşüm. Yoksa her şey bildiğin gibi. Acaba bu yakınlarda şehre gelip beni görme planın var mı?”
“Hiç vaktim yok.”
“Yol paranı öderim.”
“Dedim ya, vaktim yok. Paradan dolayı değil.”
Wallander, Linda’nın fikrinin değişmeyeceğini anladı. Kızı da aynı onun gibi inatçıydı.
“Sen nasılsın bu arada?” dedi Linda tekrar. “Baiba ile bu aralar görüştün mü, konuştun mu hiç?”
“O defter çok