Хеннинг Манкелль

Güvenlik Duvarı


Скачать книгу

en son kısmı bir tekrar etmen lazım.”

      “Açıklayabilir miyim, emin değilim.”

      “Bir dene bakalım.”

      “Kadınlara artık iş alanında ihtiyaç yok. O çağ sona erdi.”

      “Ama bu genç bir kızın neden bir taksiciye saldırdığını açıklamıyor.”

      “Bizim bildiğimizden fazlası olmalı. Ne sen ne ben insanların doğuştan kötü kalpli olduğunu düşünüyoruz.” Wallander başını iki yana salladı. “Benim fikrim değişmedi,” dedi, “gerçi ara sıra biraz şaşmıyor değilim.”

      “Genç kızların okuduğu dergilere bir göz at. Artık her şey güzellik hakkında, başka hiçbir şey yok. Nasıl erkek arkadaş bulunur, onun ilgi alanları ve hayalleri aracılığıyla hayata nasıl anlam katılır, bunun gibi şeyler.”

      “Eskiden de hep bunlarla ilgili değil miydi o dergiler?”

      “Hayır. Kendi kızını düşün. Hayatını nasıl şekillendireceği hakkında kendi fikirleri yok muydu?”

      Wallander kadının haklı olduğunu biliyordu. “Evet ama yine de neden Lundberg’e saldırdıklarını anlayamıyorum,” dedi.

      “Ama anlamalısın. Genç kızlar, toplumun onlara gönderdiği mesajın alt metnini yavaş yavaş görmeye başladılar. Kendilerine ihtiyaç olmadığını, hatta bir süs unsuru olduklarını anladıkları zaman, erkekler kadar haince tepki veriyorlar. Suç işlemeye ve başka şeyler yapmaya başlıyorlar.”

      Wallander suskun kaldı. Höglund’un ifade etmeye çalıştığı şeyin özünü anlıyordu.

      “Daha iyi açıklayabileceğimi sanmıyorum,” dedi kadın. “Onlarla kendin konuşsan daha iyi olmaz mı?”

      “Martinson da böyle istemişti.”

      “Aslında ben başka bir sebeple uğradım. Bir konuda yardımına ihtiyacım var.”

      Wallander devam etmesini bekledi.

      “Ystad’da bir kadın kulübüne konuşma yaparım demiştim. Toplantı perşembe akşamı ama artık canım istemiyor. Hayatımda bir sürü şey oluyor ve buna odaklanamıyorum.”

      Wallander kadının, sancılı bir boşanma sürecinin ortasında olduğunu biliyordu. Kocası işi sebebiyle hep uzaktaydı. Dünyanın dört bir yanına gönderiliyordu ve bu yüzden süreç daha da uzuyordu. Evliliğinin bittiğini Wallander’e ilk söylemesinin üstünden bir yıl geçmişti.

      “Martinson yapabilir mi diye sorsana?” dedi Wallander. “Benim konuşma yapma konusunda ne kadar beceriksiz olduğum ortada.”

      “Onlara sadece polisliğin nasıl bir iş olduğunu anlatacaksın, o kadar,” dedi kadın. “Altı üstü otuz kadar kadından oluşan bir dinleyici kitlesine konuşacaksın. Muhtemelen soru da soracaklar. Seni severler.”

      Wallander kararlı bir şekilde olumsuz anlamda başını salladı. “Martinson bayıla bayıla yapar,” dedi. “Siyaset deneyimi de var, o yüzden böyle şeylere alışkın.”

      “Ona sordum zaten. Yapamazmış.”

      “Holgersson?”

      “O da. Geriye tek sen kalıyorsun.”

      “Hansson’a ne olmuş?”

      “Birkaç dakika sonra at yarışı konusuna girer. İflah olmaz.”

      Wallander pes etmek zorunda olduğunu anladı. Kadını ortada bırakamazdı. “Nasıl bir kadın kulübü?”

      “Bir kitap kulübü olarak başladı galiba, entelektüel ve edebî bir gruba dönüştü. Yaklaşık on yıldır faaller.”

      “Eh, yapmak istemiyorum ama başka kimse yoksa yaparım.”

      Kadın resmen rahatlamıştı, Wallander’e bir kâğıt parçası uzattı.

      “Arayacağın kişinin adı ve telefon numarası burada yazıyor.” Adres şehir merkezindeydi, Wallander’in evine uzak değildi. Höglund ayağa kalktı.

      “Bir ödeme yapmıyorlar,” dedi. “Ama bol bol kahve içer, kek yersin.”

      “Ben kek sevmem.”

      “Eğer bir yardımı olacaksa diye söylüyorum, bu tür gönüllü kamu hizmetleri tam da emniyet müdürlüğünün bizden yapmamızı istediği şey. Biliyorsun, hani bize hep halkla iç içe olun diye mesajlar geliyor ya onlardan işte.”

      Wallander ona özel hayatının nasıl gittiğini sormayı düşündü ama vazgeçti. Eğer onunla paylaşmak istediği bir sorunu olsaydı konuyu ilk açan zaten kendisi olurdu.

      “Stefan Fredman’ın cenazesine gitmeyecek miydin sen?”

      “Oradaydım, tahmin edemeyeceğin kadar boğucuydu.”

      “Anne nasıl karşılamış bu haberi? Adını unuttum.”

      “Anette. Kadının hayatta şansı hiç yaver gitmemiş. Ama bence elinde kalan tek çocuğuna iyi bakıyor. Ya da en azından bakmaya çalışıyor.”

      “Göreceğiz.”

      “Nasıl yani?”

      “Çocuğun adı ne?”

      “Jens.”

      “On yıl sonra Jens Fredman ismi polis kayıtlarımıza girecek mi girmeyecek mi, bekleyip göreceğiz işte.”

      Wallander başını salladı. Bu ihtimal dâhilindeydi.

      Höglund çıktı, Wallander de yeni bir kahve almaya gitti. Genç polisler kantinden ayrılmıştı. Wallander, Martinson’un odasına yürüdü. Kapı ardına kadar açıktı ama oda boştu. Wallander kendi odasına döndü. Baş ağrısı geçmişti. Camdan dışarıya baktı. Su kulesinin orada bir grup karatavuk ciyak ciyak bağırıyordu. Wallander kuşları saymaya çalıştı ama sayıları çok fazlaydı.

      Telefon çaldı, Wallander masasına oturmadan açtı. Arayan kitapçıydı, sipariş ettiği kitabın geldiğini haber veriyordu. Wallander kitap siparişi verdiğini hatırlamıyordu ama ertesi gün almaya geleceğine söz verdi.

      Ahizeyi yerine koyar koymaz hangi kitap olduğunu anımsadı. Linda’ya bir hediyeydi. Antika mobilyaları yenilemek üzerine yazılmış Fransızca bir kitaptı. Wallander doktorun muayenehanesindeki dergide bu kitabın tanıtımını okumuştu. Linda’nın para kazanmak için mobilya yenileme fikrine dönmesini umuyordu hâlâ, oysaki kızı başka kariyerler denemekle meşguldü. Wallander kitabı sipariş etmiş, ânında da sipariş ettiğini unutmuştu. Kahve fincanını kenara itip akşamın ilerleyen saatlerinde kızını aramaya karar verdi. En son konuşmalarının üstünden haftalar geçmişti.

      Martinson içeri girdi. Hep bir acelesi vardı ve nadiren kapıyı çalardı. Yıllar içinde Wallander’in Martinson’un polisliğine olan inancı artmıştı. En büyük zayıflığı muhtemelen başka bir iş yapmayı tercih edecek olmasıydı. İşi bırakmayı ciddi ciddi kafasına koyduğu zamanlar olmuştu, en kötüsü de kızının okulda saldırıya uğradığı dönemdi. Ona saldıranlar, sırf polis kızı olduğu için yaptıklarını ısrarla ifade etmişti. Bu da Martinson’u zıvanadan çıkarmaya yetmişti. Ancak Wallander sonunda bir şekilde onu ikna etmeyi başarmıştı. Martinson’un en güçlü yönleri hem inatçı hem de zeki oluşuydu. İnatçılığı bazen sabırsızlığına yeniliyordu ve o zaman zekâsından yeterince faydalanamıyordu. Ara sıra özensiz işler teslim edebiliyordu.

      Martinson kapının eşiğine yaslandı. “Seni aramaya çalıştım,” dedi, “ama cep telefonun kapalıydı.”

      “Kilisedeydim,” dedi Wallander. “Tekrar açmayı unutmuşum.”

      “Stefan’ın