Хеннинг Манкелль

Piramit ve Diğer Wallander Maceraları


Скачать книгу

daha da üzücü olan, burada oturup onu azarlamasıydı. Bu ona annesini hatırlatmıştı, belki de Mona’yı. Helena da böyleydi gerçi. Ona ne yapacağını söyleyip her şeye burnunu sokan kadınlara dayanamıyordu.

      “Bana inanmıyorsun,” dedi Wallander, “ama inanman gerek. Stockholm’de yaşadığını ve onunla burada yaşayanın ben olduğunu unutma. Bu çok fark eder.”

      Telefon çaldı. Saat yediyi yirmi geçiyordu. Wallander açtı, arayan Helena’ydı.

      “Dün gece seni aradım,” dedi.

      “Bütün gece çalıştım.”

      “Kimse cevap vermeyince yanlış numara olduğunu düşündüm, bu yüzden kontrol etmek için Mona’yı aradım.”

      Wallander neredeyse ahizeyi düşürüyordu.

      “Ne yaptın?”

      “Mona’yı aradım ve telefon numaranı istedim.”

      Wallander’in bunun sonuçlarının ne olacağı konusunda hiç şüphesi yoktu. Helena’nın araması, Mona’nın kıskançlığının tüm gücüyle alevlenmesi anlamına geliyordu. İlişkilerini daha da çıkmaza sokacaktı.

      “Orada mısın?” diye sordu.

      “Evet,” dedi Wallander, “ama şimdi kız kardeşim burada.”

      “İşteyim, beni arayabilirsin.”

      Wallander telefonu kapatıp mutfağa döndü. Kristina merakla ona bakıyordu.

      “Hasta mısın?”

      “Hayır,” dedi. “Ama galiba şimdi işe gitmem gerek.”

      Salonda vedalaştılar.

      “Bana inanmalısın,” dedi Wallander. “Sana her söylediğine inanmamalısın. Vaktim olur olmaz onu görmeye geleceğimi söyle. Tabii eğer bana bu evin nerede olduğunu söyleme zahmetine girerseniz.”

      “Löderup’un kenarında,” dedi Kristina. “Önce bir kasaba marketinin yanından geçiyorsun, sonra söğütlerle çevrili bir yoldan aşağı iniyorsun. Yol bitince ev solda kalıyor, taş duvarla çevrili. Siyah bir çatısı var ve çok hoş bir ev.”

      “Oraya ne zaman gittin?”

      “İlk eşyalar dün gitti.”

      “Ne kadara aldığını biliyor musun?”

      “Söylemez.”

      Kristina gitti. Wallander mutfak penceresinden ona el salladı. Babasının onun hakkında söylediklerine öfkelenmeyi başka zamana bıraktı. Helena’nın söylediği daha ciddiydi. Wallander onu aradı. Şu an başka biriyle görüştüğü söylenince ahizeyi çarparak yerine koydu. Kontrolünü nadiren kaybederdi ama şimdi o âna yakın olduğunu fark etti. Tekrar aradı, hâlâ meşguldü. Mona ilişkimizi bitirecek, diye düşündü. Helena’ya yeniden kur yapmaya başladığımı sanıyor. Ne söylediğimin bir önemi yok, nasıl olsa bana inanmayacak. Tekrar aradı, bu sefer ulaşabildi.

      “Neden aramıştın beni?”

      “Bu kadar tatsız konuşmak zorunda mısın? Aslında sana yardım etmeye çalışıyordum.”

      Cevap verirken sesi yine buz gibiydi.

      “Gerçekten Mona’yı araman gerekli miydi?”

      “Artık seninle ilgilenmediğimi biliyor.”

      “İnanır mı sence? Mona’yı tanımıyorsun.”

      “Telefon numaranı bulmaya çalıştığım için özür dilemeyeceğim.”

      “Neden aradın?”

      “Kaptan Verke’den bazı bilgiler aldım. Hatırlıyor musun? Burada eski bir denizci kaptanımız olduğunu söylemiştim.”

      Wallander hatırlamıştı.

      “Önümde bazı kayıtlar var, son on yıldır İsveç gemilerine çalışan denizci ve mühendislerin listesi. Tahmin edebileceğin gibi, oldukça fazla insan var. Bu arada, bahsettiğin adamın sadece İsveç’e kayıtlı gemilerde görev yaptığından emin misin?”

      “Hiçbir şeyden emin değilim,” dedi Wallander.

      “Listeyi buradan alabilirsin,” dedi. “Zamanın olduğunda. Ama tüm öğleden sonra toplantıda olacağım.”

      Wallander erken geleceğine söz verip telefonu kapattı ve şimdi yapması gerekenin Mona’yı arayıp durumu açıklamak olduğunu düşündü. Ama aramadı, sadece cesaret edemedi.

      Sekize on vardı. Paltosunu giydi.

      Bütün gün devriye gezeceğini düşününce iyice umutsuzluğa kapıldı. Telefon tekrar çaldığında evden çıkmak üzereydi. Mona, diye düşündü. Kesin tüm öfkesini kusmak için arıyordur. Derin bir nefes aldı ve ahizeyi kaldırdı.

      Arayan Hemberg’di.

      “Miden ne âlemde?”

      “Şimdi emniyete gidiyordum.”

      “İyi. Gel de bana uğra. Lohman’la konuştum. Ne de olsa daha fazla konuşmamız gereken bir tanıksın. Yani bugün devriyen yok. Hatta uyuşturucu satılan mahallelere yapılan baskınlara da katılman gerekmeyecek.”

      “Yola çıkıyorum,” dedi Wallander.

      “Saat onda gel. Arlöv’deki cinayet hakkında planladığımız bir toplantıya katılabileceğini düşündüm.”

      Konuşma bitmişti. Wallander saatine baktı. Nakliye şirketinde kendisini bekleyen listeyi almak için zamanı vardı. Mutfak duvarındaki Rosengård’a giden otobüs seferlerini yazan programa baktı. Acele ederse otobüsü yakalayabilirdi.

      Dış kapıdan çıktığında Mona’yla karşılaştı. Bunu beklemiyordu. Ne olacağı konusunda da bir fikri yoktu. Üzerine doğru gelip sol yanağına bir tokat attı. Sonra arkasını dönüp uzaklaştı.

      Wallander o kadar şaşırmıştı ki hiçbir tepki veremedi. Yanağı yanıyordu. Arabasının kapısını açan bir adam da merakla onlara bakıyordu.

      Mona çoktan gitmişti. Yavaşça otobüs durağına yürümeye başladı. Artık midesinde bir düğüm vardı. Bu kadar sert tepki vereceği hiç aklına gelmemişti.

      Otobüs geldi. Wallander, Merkez İstasyon’a giden otobüse bindi. Sis dağılmıştı ama hava bulutluydu. Sabah çiseleyen yağmur hız kesmeden devam ediyordu. Otobüste oturduğunda kafası tamamen boştu. Dün geceki olaylar silikleşmişti. Sandalyesinde ölü oturan kadın sanki hayal gibiydi. Gerçek olan tek şey Mona’nın hiç tereddüt etmeden ona vurup, sonra tek kelime etmeden çekip gitmiş olmasıydı.

      Onunla konuşmalıyım, diye düşündü. Şimdi değil, hâlâ üzgünken olmaz, bu gece ama sonra.

      Otobüsten indi. Yanağı hâlâ acıyordu. Tokat çok sertti. Bir vitrinden yüzüne baktı. Yanağındaki kızarıklık oldukça belirgindi.

      Oyalandı, ne yapması gerektiği konusunda kafası karışmıştı. Lars Andersson’la bir an önce konuşması gerektiğini düşündü. Yardım ettiği için ona teşekkür edip neler olduğunu açıklamalıydı.

      Sonra aklına babasının Löderup’taki hiç görmediği evi geldi. Ardından çocukluk evini düşündü.

      Yürümeye başladı. Malmö şehir merkezinde bir kaldırımda hareketsiz dikilmenin hiçbir şeye faydası yoktu.

      Wallander, Helena’nın danışmaya bıraktığı büyük zarfı aldı.

      “Onunla konuşmam gerek,” dedi danışmadaki görevliye.

      “Meşgul,” cevabını verdi görevli. “Benden sana bunu vermemi istedi.”

      Wallander,