düşündü Wallander. Ben de ona mı benzemeye başladım?
Kendi yaşlarında bir adam, kayığının kenarına oturmuş, balık ağı temizliyordu. Adam elindeki işe dalmıştı, bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu. Wallander adamı incelerken onunla yer değiştirmek ne güzel olurdu, diye geçirdi içinden; oturduğu banktan ağlara, emniyetten her yeri vernikli, ahşap, gıcır gıcır kayığa.
Wallander için babası çözülmemiş bir bilmeceydi. Acaba kendisi de Linda’ya öyle mi gözüküyordu? Acaba büyüyünce torunu kendisi için ne diyecekti? Evinde bir başına oturan, gittikçe daha az insanın, her geçen gün daha az ziyaret ettiği gölge kadar sessiz, yaşlı bir polis mi olacaktı? İşte bundan korkuyorum, diye düşündü Wallander; ve korkmak için her türlü nedenim var. Arkadaşlarımın değerini bilip dostluklarıma gereken önemi vermediğim kesin.
Bunun için artık çok da geç kaldım, diye düşündü. Kendisine yakın olan bazıları ölmüştü. Rydberg en başta; ama yarış atı yetiştiricisi eski dostu Sven Widén de öyle. Sırf öldükleri için onlarla bağının kopması gerekmediğini, mezarları başında da onlarla konuşmaya devam edilebileceğini iddia eden insanları asla anlamıyordu Wallander. Bunu yapmayı hiç becerememişti. Ölüler, yüzlerini bile hatırlamakta zorlandığı kişilerdi kendisi için ve seslerini de duymuyordu.
İstemeye istemeye banktan kalktı. Emniyete geri dönmek zorundaydı. Feribottaki saldırı olayının soruşturması bitmiş, suçlusu bulunmuştu; gerçi Wallander saldırıya iki adamın karıştığına emindi. Yarım kalmış bir zaferdi: Bir kişi suçlu bulunmuş, kurban da Hakk’ın adaletine kavuşmuştu, tabii eğer insanın yüzü dağıldıktan sonra buna o ad verilirse, ama diğer suçlu ağdan kaçmayı başarmıştı.
Wallander iskeledeki banka yaptığı küçük gezintiden döndüğünde saat öğleden sonra üçtü. Masasının üstünde Ytterberg’in aradığını ve kendisiyle görüşmek istediğini bildiren bir not vardı. Notu her kim aldıysa acil olduğunu da belirtmişti. Polis olarak Wallander’in hayatında her şey acildi. Acil olmayan bir mesaj hiç almamıştı o güne dek. O yüzden hemen aramayıp önce Lennart Mattson’un kendisinden görüşlerini istediği Ulusal Polis Teşkilatı’ndan gelen bir duyuruyu okudu. Polis teşkilatında uygulamaya konmaya çalışılan yeniden düzenlemelerden biriyle ilgiliydi. Bu seferki, sadece büyük şehirlerde değil, Ystad gibi ilçelerde de, hafta sonları ve tatillerde, sokaklarda polisin varlığını daha da arttırmak için bir sistem oturtmakla ilgiliydi. Wallander belgeyi okudu ve belge hazırlanırken kullanılan ifadedeki kendini üstün gören bürokratik dilden rahatsız oldu. Okumayı bitirdiğinde de ne söylediğini tam olarak anlamadığını hissetti. Birkaç boş yorum yaptı ve odasından ayrılırken emniyet müdürünün kutusuna bırakmak üzere hepsini bir zarfa koydu.
Ardından Ytterberg’i aradı, Ytterberg hemen cevap vermişti.
“Aramışsınız,” dedi Wallander.
“Şimdi de kadın kayboldu!”
“Kim?”
“Louise. Louise von Enke. O da kayboldu.”
Wallander nefesini tuttu. Yanlış mı duyuyordu? Ytterberg’den yeniden söylemesini istedi.
“Louise von Enke kayboldu.”
“Ne oldu?”
Wallander karıştırılan kâğıtların sesini duyuyordu. Ytterberg notlarını arıyordu. Tam rapor vermek istiyordu.
“Şu son birkaç yıldır von Enke’lere Bulgar bir kadın temizliğe gidiyormuş. Kadının oturma izni varmış. Adı başkentle aynı, Sofya. Onlara pazartesi, çarşamba ve cumaları, sabahları üç saatliğine gidiyor. Pazartesi günü oradaymış ve her şey yolunda görünüyormuş. Pazartesi günü saat on iki gibi daireden ayrıldığında, Louise onu çarşamba günü yeniden görmeye can attığını söylemiş. Sofya, çarşamba günü saat dokuzda gelince apartmanda kimse yokmuş ama bunda garip bir durum yokmuş. Louise her zaman evde durmazmış ve Sofya da bunun fazla üzerinde durmamış. Ama bu sabah geldiğinde bir şeylerin yolunda olmadığını anlamış. Louise’in çarşamba gününden beri evde olmadığına emin. Her şey aynı bıraktığı gibiymiş. Louise daha önce hiç böyle haber vermeden bu kadar uzun evden ayrılmamış; mesaj da bırakmamış. Evde hiçbir şey yokmuş, sadece bomboş bir daire. Sofya, Louise’in Kopenhag’daki oğlunu aramış, o da annesiyle en son pazar günü konuştuklarını söylemiş, yani beş gün önce. O da böylece beni aradı. Oğlu ne iş yapıyor, hiç bilginiz var mı?”
“Para,” dedi Wallander. “Tamamen para işiyle ilgileniyor.”
“Harika bir işe benziyor,” dedi Ytterberg düşünceli bir hâlde.
Sonra notlarına döndü.
“Hans bana Sofya’nın numarasını verdi, daireyi beraberce araştırdık. Bulgar hanım dolaplarla çekmecelerin içinde ne olduğunu tam olarak biliyordu ve bana hiç duymak istemediğim bir şey söyledi. Sanırım ne demek istediğimi biliyorsunuz?”
“Evet,” dedi Wallander. “Hiçbir şey kayıp değildi.”
“Tam tamına. Ne valizi, ne kıyafetler, ne cüzdanı, hatta pasaportu bile. Onu nerede sakladığını Sofya biliyordu ve hâlâ çekmecedeydi.”
“Ya cep telefonu?”
“O mutfakta şarj oluyordu. Onu fark ettiğimde gerçekten çok endişelendim.”
Wallander hepsini bir daha düşündü. Håkan von Enke’nin kayboluşunun ardından bir kaybolmanın daha gerçekleşeceğini asla tahmin etmezdi.
“Bu endişe verici,” dedi sonunda. “Mantıklı bir açıklaması var mı?”
“Gördüğüm kadarıyla yok. Bütün yakın arkadaşlarını aradım, en son pazar günü Katarina Lindén adındaki bir arkadaşını arayıp Norveç’te kaldığı dağ otelini beğenip beğenmediğini sormuş, o günden beri gören duyan yok. Katarina Lindén’e göre, hâli tavrı her zamanki gibiymiş. O zamandan beri onunla bir daha görüşen yok. Kocasının kayboluşuyla ilgilenen ekibe danışacağız. İlk önce sizi aramak istedim. Tepkinizi öğrenmek için, doğruyu söylemek gerekirse.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.