Henri Barbusse

Cehennem


Скачать книгу

gerekiyordu.

      “O vakit çareyi buldum!”

      Boğuk sesle, neredeyse bağırarak konuşuyor:

      – Kötülük, kötülük! Sıkıntıya karşı suç, alışkanlığı kırmak için ihanet. Yeni biri olmak için, başka biri olmak için, hayattan onun benden ettiğinden daha çok nefret etmek için, ölmemek için, kötülük yapmak!

      “Sonra sana rastladım. Şiirler ve kitaplar yazıyordun. Başkalarından farklıydın, insana güzelliği çağrıştıran titrek bir sesin vardı ve en önemlisi, oradaydın, hayatımda, karşımda. Tek yapmam gereken, kollarımı uzatmaktı. Ben de tüm kalbimle sevdim seni, eğer buna sevmek denilebilirse benim zavallı küçüğüm!”

      Şimdi alçak sesle ve hızlı hızlı konuşuyor. Hem bir eziklik var sözlerinde, hem coşku. Bir yandan da, sanki bir oyuncakmış gibi adamın eliyle oynuyor.

      – Ve doğal olarak, sen de beni sevdin… Ve bir akşam, ilk kez, bir otel odasına sızdığımızda, sanki kapı kendiliğinden açılıverdi gibi geldi bana. Başkaldırdığım ve kaderimin ağlarını tıpkı elbiselerim gibi parçalayıp attığım için, kendime teşekkür ettim.

      “Ve o zamandan beri, söylemekten dolayı acı çektiğimiz ama düşününce bir şekilde nefret etmemeyi başardığımız yalanlar, her dakikamıza keyif katan riskler, tehlikeler, hayatı çeşitlendiren karışıklıklar; bu odalar, bu saklanma yerleri, sahip olduğum güneşin kanatlanıp gitmesine neden olan bu karanlık hücreler!

      “Ah!” diyor kadın. Sanki arzusu gerçekleştiğinden beri, artık onu bekleyen hiçbir güzellik kalmamış gibi hayatta.

      Kadın bir müddet düşündükten sonra devam ediyor:

      – İşte biz buyuz… Evet, ilk başta, şiirlerin yüzünden, ben de bunun bir yıldırım aşkı, doğaüstü ve ölümcül bir çekim olduğuna inandım belki. Ama gerçekte, (şimdiki aklımla görüyorum) yumruklarım sıkılı, gözlerim kapalı geldim ben sana.

      Ardından ekliyor:

      – Aşk konusunda çok yalan söylenir. Oysa hiçbir zaman anlatıldığı gibi değildir aşk.

      “Belki erkeklerle kadınlar arasında müthiş bir çekim vardır. İki insan arasında böyle bir aşkın var olamayacağını söylemiyorum. Ama söz konusu o iki insan biz değiliz. Asla kendimizden başkasını düşünmedik. Elbette sana âşık olduğumu biliyorum. Sen de aynı hisleri paylaşıyorsun. Zevk almadığıma göre, demek ki benim için var olmayan bir çekim, senin için var. Görüyorsun, bir değiş tokuş yapıyoruz, sen bana bir rüya veriyorsun, karşılığında ben sana zevk veriyorum. Ama tüm bunlar aşk değil.”

      Yarı kuşkulu, yarı itiraz eder halde omuz silkiyor adam. Konuşmak istemiyor. Yine de zayıf bir sesle mırıldanıyor:

      – Bu hep böyledir, aşkların en safında bile, insan kendinden uzaklaşamaz.

      – Yok! diye itiraz ediyor kadın, beni şaşırtan coşkulu bir omuz silkişle. Bu kesinlikle aynı şey değil. Bunu söyleme, söyleme bunu!

      Sesinde belli belirsiz bir keder var gibi geliyor bana, gözlerinde yeni bir hayalin hayali beliriyor.

      Başını eğerek yok ediyor bu hayali.

      – Nasıl mutlu oldum! Kendimi gençleşmiş, yenilenmiş hissediyordum. Yeniden tertemiz bir genç kız olmuştum sanki. Hatırlıyorum da, elbisemin dışında kalan ayağımın ucunu göstermeye bile cesaretim yoktu. Yüzümden, ellerimden, hatta adımdan utanıyordum…

      Onun bıraktığı yerden adam devam ediyor itirafa. Birlikteliklerinin ilk zamanlarından bahsediyor. Kadını sözcükleriyle okşamak, onu yavaş yavaş cümlelerin içine çekmek, anıların büyüsüyle sarmak istiyor.

      – İlk kez yalnız kaldığımızda…

      Kadın ona bakıyor.

      – Bir akşam vakti, sokaktaydık, diyor adam. Kolunu tuttum. Daha da fazla yaslandın bana. Yavaş yavaş bedeninin tüm ağırlığını hissediyordum, teninin kokusunu çekiyordum içime. İnsan kaynıyordu etrafımız, ama bizim yalnızlığımız uzayıp gidiyor gibiydi. Bizi çevreleyen her şey, sonsuz bir ıssızlığa dönüşüyordu… İkimiz birlikte denizin üzerinde yürüyormuşuz gibi geliyordu bana.

      – Ah, dedi kadın, ne kadar da iyiydin! O ilk akşamki halini, bir daha hiç görmedim, en harika anlarımızda bile…

      – Birçok farklı şeyden konuşuyorduk, ben seni kendime çekip, bir çiçek demeti gibi sımsıkı sararken, tanıdığımız insanlar hakkında bir şeyler anlatıyordun bana, gündüzün güneşinden, akşamın serinliğinden bahsediyordun. Ama aslında, bana ait olduğunu söylüyordun… Konuşmalarının içinde itiraf sözcükleri gizliydi, hissediyordum, açıkça dile getirmesen de, ipuçlarını veriyordun.

      “Başlangıçta her şey nasıl da harikadır! Başlangıçların içinde asla bayağılık yoktur…”

      “Bir keresinde parkta buluşmuştuk ve ben akşama doğru, kenar mahallelerden dolaşarak geri getiriyordum seni. Yol öyle tenha ve sessizdi ki, ayak seslerimizle doğayı rahatsız ediyorduk sanki. Duyguların yükü altında uyuşmuş gibiydik, adımlarımız ağırlaşmıştı. Eğilip öptüm seni.”

      – Tam buradan, diyor kadın.

      Parmağıyla boynuna dokunuyor. Bu hareket, boynunu yaramaz bir günışığı gibi aydınlatıyor.

      – Öpücüklerim yavaş yavaş daha da ateşli hale geldi. Ağzının etrafında dolaşıp durdular. Dudağım dudağına ilkinde yanlışlıkla değdi, ikincisinde yanlışlıkla değmiş gibi yaparak… Yavaş yavaş dudaklarımın altında…

      Sesini alçaltıyor:

      – Dudaklarının aralandığını hissettim…

      Kadın başını eğiyor, gül goncasına benzeyen dudaklarını görüyorum.

      – Özgürlüğümü elimden alan o takip edilme hissinin ortasında, tüm bunlar öylesine güzeldi ki! diye iç geçiriyor kadın.

      Duyduğu endişe hiç terk etmiyor onu. Bilinçli ya da değil, anıların yarattığı coşkuya nasıl da ihtiyacı var! Heyecan verici olayları, atlattıkları tehlikeleri anımsamak, hareketlerini canlandırıyor, aşkını yeniliyor sanki. Her şeyi kendine yeniden anlatmasının nedeni de bu.

      Ve adam, o tatlı deliliğe doğru itiyor onu. Aralarındaki o ilk coşku yeniden doğuyor sanki. Şimdi dile getirdikleri sözcüklerle, en heyecan verici anılarını, sıradan şeylere dönüşmeden önce hatırlamaya çalışıyorlar.

      – Benim olduğun günün ertesi akşamı, seni, kendi evindeki bir davette görmek acı verdi bana. Ulaşılmazdın. Etrafın insanlarla çevriliydi. Herkese dostça davranan, kusursuz bir ev sahibesiydin. Hafif çekingen, herkesle sıradan sohbetler kuruyor, yüzünün güzelliğini kimseden (herkesle beraber benden de) esirgemiyordun.

      “Şu parlak yeşil renkli elbiseyi giymiştin, insanlar bununla ilgili espriler yapıyorlardı sana… Sen yanımdan geçerken ve ben seni gözlerimle bile takip etmeye cesaret edemezken, önceki gün nasıl delirdiğimizi hatırlıyordum. ‘Çıplak bacaklarını devasa bir kolye gibi boynuma dolamıştı, esnek ve diri bedeni kollarımın arasındaydı, her yerini okşadım’ diyordum kendime. Büyük bir zaferdi bu, ama madem ki o an seni arzuluyor ve sana sahip olamıyordum, tam bir zafer değildi. Ten teması yaşanmıştı, belki tekrar yaşanacaktı da. Ama hazinene sahip olduğum halde, o an ondan yoksundum. Sana bir daha sahip olabileceğimi kim söyleyebilirdi ki!”

      – Hayır,