Sabri Kaliç

100 büyük romancı


Скачать книгу

– )

      Vedat Türkali, bir ömür boyunca inandığı idealler uğruna yaşadı ve romanlarında da senaryolarında da insanca bir hayata olan özlemini dile getirdi. Türk romanının klasikleri arasında olan “Bir Gün Tek Başına”da 1960’lı yılların toplumsal durumunu ve dönemin siyasal eylemlerini konu edinen yazar, sonraki romanı “Mavi Karanlık”ta da 12 Eylül darbesinin öncesindeki siyasal ve toplumsal gelişmelerin arka planını anlattı.

      Türk edebiyatına yazar, romancı ve senarist olarak ismini yazdıran Vedat Türkali, 13 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’da dünyaya geldi. Asıl adı Abdülkadir Demirkan olan Türkali 1950’li yıllarda soyadını Pirhasan olarak değiştirdi, ama yazılarında “Vedat Türkali” imzasını kullanmaya devam etti. Samsun Lisesi’ni bitirdikten sonra askeri öğrenci olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan’la evlendi. Askeri liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. Yasa dışı eylemlerde bulunduğunu gerekçesiyle 1951’de yedi yıl hapis cezasına çarptırıldı.

      “Gar Yayınları”nı Rıfat Ilgaz ile kurduktan sonra, 1960’da Dolandırıcılar Şahı ile senaristliğe başladı. 1964 yılında Türk sinemasında yepyeni bir anlayışın ürünü olan Karanlıkta Uyananlar (1964) adlı Ertem Göreç filminin senaryosunu yazan ve bu senaryoyla 1965 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan Türkali, aynı yıl yönetmenliği de denedi. Gerek kendi adıyla gerek takma adlarla Yeşilçam’a birçok filmler yazan Türkali, o günlerini Yeşilçam Dedikleri Türkiye adlı romanında anlattı.

      Toplumsal sorunlara değinen ve gerçekçi bakış açısı içeren birçok senaryo yazan Vedat Türkali, bu ürünlerin bir bölümünü daha sonra kitap haline getirdi. Yazar asıl ününü Bir Gün Tek Başına adlı romanıyla duyurdu. Adı geçen romanla 1974’te Milliyet Yayınları Roman Yarışması Birincilik Ödülü’nü, 1976’da ise Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. 1960’lı yılların toplumsal durumunu ve dönemin siyasal eylemlerini konu edinen Bir Gün Tek Başına; çalkantılı yıllar içinde küçük burjuva aydının yaşamını, içinde bulunduğu durumu, çelişkilerini ve ruhsal bunalımını yansıtır. Bu kitabı izleyen Mavi Karanlık romanı ise 12 Eylül darbesinin öncesinde siyasal ve toplumsal gelişmelerin arka planını anlatır. Toplumun değişik kesimlerinden seçtiği karakterlerin, aydın ve küçük burjuvaların durumunu anlattığı bu kitapta olaylar Bodrum’da geçer.

      Vedat Türkali, 90’lı yılların başından itibaren sessiz bir sürece girmiştir. Bunun en büyük nedeni de Türkali’nin; “Bir Gün Tek Başına, bu kitabı yazmak için kullandığım bir müsveddeydi,” dediği Güven’i yazmak için on yılı aşkın süre Londra’da yaşamasıdır. Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) tarihçesi niteliğinde kaleme alınan Güven’in ilk adımları, 1956 yılında Türkali cezaevindeyken atılmıştır. Türkali bu kitabı kaleme alırken ilk tepki yıllarca çalıştığı yayınevinden gelmiş ve yayınevi böyle ‘tehlikeli’ bir kitabı basmak istememiştir. Gendaş Yayınevi ile anlaşan Türkali’nin kitabı çıkar çıkmaz farklı kesimlerden sesler yükselmiştir. Kimileri bu kitabın Türkiye sosyalist hareketinde önemli bir rol üstlenen TKP tarihini çarpıttığını söylerken kimileri de kitabı edebi açıdan ele alarak değerlendirmiş ve ‘Güven’deki çelişkili noktalara dikkat çekmiştir.

      12 Eylül darbesinden sonra Türk Yazarlar Sendikası (TYS), Aydınlar Dilekçesi ve Barış Derneği’nin davalarından yargılanan Vedat Türkali Yeşilçam Dedikleri Türkiye adını taşıyan romanında Türkiye ile sinemamızın merkezi olan Yeşilçam arasında bağlantı kurarak aydınların toplumsal sorunlarını ve sorumluluklarını incelemiştir.

      Romanları: Bir Gün Tek Başına (1974), Mavi Karanlık (1983), Yeşilçam Dedikleri Türkiye (2001), Tek Kişilik Ölüm (1989), Güven (2 Cilt / 1999), Yalancı Tanıklar Kahvesi (2009)

      17

      Yusuf ATILGAN

      (1921 – 1989)

      Önce “Aylak Adam”ın dünyasını anlattı bize, sonra da “Anayurt Oteli”nden içeri itiverdi bizi. Anayurt Oteli’ne girdiğimiz gibi dışarı çıkabilmek hiç de kolay değildi oysa…

      Yusuf Atılgan, 27 Haziran (nüfus kaydına göre: 25 Ağustos) 1921’de Manisa’da doğdu. 9 Ekim 1989’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl adı Yusuf Ziya Atılgan’dır. Yazılarında “Nevzat Çorum” ve “Ziya Atılgan” imzalarını da kullandı. 1936’da Manisa Ortaokulu’nu, 1939’da parasız yatılı olarak okuduğu Balıkesir Lisesi’ni ve 1944 yılında da ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. A. N. Tarlan yönetiminde hazırladığı bitirme tezinin başlığı “Tokatlı Kâni: Sanat, Şahsiyet ve Psikoloji” idi. O dönemde Akşehir’de bulunan Maltepe Askeri Lisesi’nde 1945 yılında, bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. Üniversite öğrenciliği sırasında Türkiye Komünist Partisi’ne katılarak faaliyette bulunduğu iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesince tutuklanarak hapse mahkum edildi. Altı ay işkenceleriyle ünlü Sansaryan Hanı’nda, dört ay da Tophane Cezaevi’nde olmak üzere on ay hapis yattı. Ocak 1946’da tahliye olduktan sonra doğduğu yer olan Manisa’nın Hacırahmanlı Köyü’ne yerleşti. Burada evlenerek uzun süre çiftçilik yaptı. 1976’da tiyatro oyuncusu Serpil Gence ile ikinci evliliğini yapıp İstanbul’a yerleşti ve bir çocuğu oldu. 1980’den sonra, Milliyet Yayınları’nda danışmanlık ve çevirmenlik, kısa bir süre de Can Yayınları’nda redaktörlük yaptı. Üzerinde çalıştığı Canistan adlı romanını tamamlayamadan geçirdiği kalp krizi sonucu Moda’daki evinde vefat etti ve İstanbul Üsküdar’daki Bülbülderesi Mezarlığı’nda toprağa verildi. 1990’da Hacırahmanlı Belediyesi sanatçının anısına “Yusuf Atılgan Halk Kitaplığı”nı kurdu. Hakkında yazılan yazı ve röportajlarla kendisine adanan yazılar, ölümünün ardından bazı “Perşembeci Dostları” tarafından Yusuf Atılgan’a Armağan adlı kitapta derlendi.

      İlk romanı Aylak Adam’la modern Türk edebiyatı içinde çok önemli bir yere sahip olan Yusuf Atılgan, özellikle yabancılaşma ve bunun zorunlu sonucu olan yalnızlık temalarını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı. Geçimini ailesinden kalan mirasla, herhangi bir işte çalışmak ihtiyacı duymadan sağlayan; kendi tanımıyla “zengin değil, ama paralı” bir adam olarak hemen hemen hiçbir sorumluluk üstlenmeden bohem bir hayat yaşayan ve “gerçek sevgiyi” arayan C. adlı genç bir adamın anlatıldığı Aylak Adam adlı ilk romanı, Türk edebiyatında çağdaş bireyi olanca trajedisiyle yansıtabilen bir roman olarak öne çıktı.

      İkinci romanı olan Anayurt Oteli ise, Aylak Adam’ın C. karakteriyle iletmeye çalıştığı kentli bireyin yalnızlığını, Zebercet karakteriyle kasabaya daha da önemlisi yalnızlığın kimsesizlik olarak biçimlendiği bir çaresizliğe, bunalıma ve giderek, cinayet ve intiharla sonuçlanan bir trajediye taşır. Aylak Adam’ın C.’si gibi Anayurt Oteli’nin Zebercet’i de esas olarak sevgiyi aramaktadır, ancak Zebercet’in yaşadığı sevgi açlığı C.’nin yaşadığıyla kıyaslandığında katıksızdır ve bir dizi cinsel problemle de bütünlenerek bunalım düzlemine taşınır.

      Yusuf Atılgan’ın ölümünden sonra yayımlanan “bitmemiş” romanı Canistan ise olayların geçtiği zaman dilimi ve coğrafya göz önünde bulundurulduğunda “birey”den, dolayısıyla da birey bazında yaşanan çelişki ve açmazdan