Bey uzun, siyah dişlerini göstererek sırıttı.
“Hakkınız var, Paşam! Allah zekânızı artırsın.” Fehim Paşa ciddi bir tavırla sigarasını yaktı.
“Ben Beyoğlu mutasarrıfı bulundukça, Efendimiz aleyhinde en ufak bir hareketin bile baş göstermesine ve büyümesine imkân yoktur. Ancak mevkimizi güçlendirmek için bu gibi meseleleri daima Zat-ı Şahane’nin gözünde büyütmeye ve ilgiyi artırmaya çalışmalıyız. Mamafih, size bunlardan bahsetmek küstahlıktır. Siz bu işlerin üstadısınız!”
Bu esnada içeriye bir haremağası girdi ve Fehim Paşa’ya hitaben, “Paşa hazretleri! Efendimizi teşrifinizden haberdar ettim. Sizi bekliyorlar,” dedi.
Fehim Paşa sigarasını söndürdü ve odanın köşesinde resimli mecmuaları karıştırmakla meşgul olan Melahat’e seslendi:
“Allahaısmarladık, küçük hanım!”
Melahat yerinden kımıldamadı. Sadece başını çevirdi.
“Güle güle efendim.”
Fehim Paşa ince, kıvrık bıyıklarını bükerek, “Cevdet Bey,” dedi, “ben huzura gidiyorum, dönüşte tekrar uğrarım.”
Fehim Paşa odadan çıkar çıkmaz, Melahat, Cevdet Bey’ in yanına koştu ve sordu:
“Baba? Siz de bu fikirde misiniz?”
“Bir daha bu gibi sözlerle ilgilendiğini görmek istemem. Burada konuşulan şeyleri işitmemiş gibi yapacaksın, anladın mı?”
Melahat, önemli şeyler söylemek isteyip de söylemeye cesaret edemeyen kimseler gibi dudaklarını ısırarak, bir müddet ağzını açmadan hızlı hızlı soludu. Sonra, “Peki, baba!” dedi, “merak etmeyiniz! Kimseye bir şey söylemem.”
Cevdet Bey başını önüne eğmiş, Padişah’a hitaben yeni bir jurnal yazmaya başlamıştı.
Genç kız onun yanından ayrıldı ve doğruca odasına gitti.
BİRİNCİ TUZAK: FEHİM PAŞA’NIN TALİMATI
“Aman Nazikter, şu pencereyi aç! Huzurda çok bunaldım, biraz hava alayım.”
“Ne var? Dünden beri Hünkâr ’ın şiddetinden yanına varılmıyor gene.”
“Offf! Üzerime fenalık geldi. Şimdi düşüp bayılacağım. Çabuk bana bir bardak soğuk su ver!”
Fehim Paşa, Abdülhamit’in huzurundan çıkınca doğruca Nazikter’in odasına gitmişti.
Padişah, beyanname meselesine çok önem vermiş ve Fehim Paşa’yı fazla sıkıştırmıştı.
Nazikter’in hiçbir şeyden haberi yoktu. Fehim Paşa’nın çok gizli olarak münasebette bulunduğu bu güzel Çerkez kızının, Padişah’a sadakati olduğu kadar Fehim Paşa’ya da sevgisi vardı.
Nazikter’i Adapazarı’ndan getirip saraya sokan Fehim Paşa’ydı. Fakat Nazikter üç dört sene zarfında o kadar güzelleşmiş, o derece şakrak ve cazibeli bir kız olmuştu ki, Padişah’a en yakın ve en ünlü gözdelerden biri haline gelmişti.
Nazikter, son zamanlarda elde ettiği bu yüksek mevkinin şerefini korumaya çalışmakla beraber, eski efendisi olan Fehim Paşa’yı da unutmuyor ve onun gizli ziyaretlerini hoş görüyordu.
Fehim Paşa biraz dinlenmiş ve asabiyeti geçmişti. Nazikter’i yanına oturttu ve çenesini okşayarak, “Nazikter,” dedi, “sana bir şey söyleyeceğim, fakat kızmayacaksın!”
“Peki, söyleyiniz.”
“Aynı zamanda senin yardımını da isteyeceğim. Bunu bana vaat et bakayım!”
“Olmayacak bir şeyse, nasıl vaat edeyim?”
“Hayır, çok kolay bir şey, fakat senin elinde.”
“O halde söz veriyorum, söyleyiniz!”
Fehim Paşa, Çerkez güzelinin elini sıkarak yalvarmaya başladı:
“Sen benim ilk göz ağrımsın, Nazikter! Seni katiyen unutmayacağım. Fakat sen benden ziyade Hünkâr ’ınsın. Efendimize hıyanet etmek, onun sevdiği bir kıza el uzatmak istemem. Bunun için senden bir ricam var. Muhakkak yapacaksın, değil mi?”
“Beni merakta bırakmayınız, sizin için elimden gelen şeyi ardıma koyar mıyım? Çabuk söyleyin!”
“A canım, önemli bir şey değil, vallahi senin elinde… Hani şu Cevdet Bey yok mu?”
“Evet?”
“İşte, onun kızını…”
“Melahat’i mi?”
“Evet. Bu sabah babasının odasında gördüm. Elbet sen de görmüşsündür. Aman ne şeker şey, Nazikterciğim! Aman ne kaymak şey!”
“Çok mu hoşunuza gitti?”
“Vallahi bayıldım o kıza ben.”
Nazikter, gayet şeytan ve akıllı bir kızdı. Fehim Paşa’nın, Melahat’in dört beş günden beri saraya yerleştiğinden haberi olmadığını anlamıştı.
Melahat, Yıldız’a geldiği günden beri bütün gözdeler tarafından kıskanılan bir kız olmuştu. Fakat onu en çok Nazikter kıskanıyordu. Beş günden beri Padişah tarafından bir defa bile aranmamıştı.
Sabah kahvaltısını bizzat götürdüğü halde Hünkâr onun yüzüne bile bakmamış ve o sıra huzurunda el pençe divan duran Cafer Ağa’ya, “Çabuk bana Melahat’i çağır!” diye emretmişti.
Nazikter, kahvaltı tepsisini masanın üstüne bırakıp huzurdan çıktığı zaman hiddetinden titremeye başlamış ve odasına güçlükle yetişerek baygın bir halde yatağa düşmüştü. Melahat’i bu derecede kıskanıyordu.
Fehim Paşa’nın sözlerinden istifade etmeyi düşünen Nazikter, derhal kafasının içinde bir plan çizmişti.
“Paşam, sen üzülme!” dedi, “Ben onunla birkaç gün içinde sıkı fıkı görüşür, samimi olurum.”
“Sonra?”
“Sonrası malum, a canım! Bir gün onu da sizi de aynı saatte odama davet ederim. Birbirinizle tanışırsınız!”
“Bu yeterli bir plan değil.”
“Niçin? Daha ne istiyorsunuz?”
“O kadar tanışıklığımız var.”
“Nereden?”
“Söyledim ya, sabahleyin babası tanıştırdı. Fakat o çok yezit ve fettan bir şey. Başını kaldırıp da yüzüme bile bakmadı. Fena halde sinirlendim.”
“Peki, ne yapmalı?”
“Bu soruya lüzum var mı? Onunla dostluğu ilerletir ve bir sırasını getirerek benim kendisini çok beğendiğimden bahsedersin, anladın mı?”
ABDÜLHAMİT’İN İKİNCİ BAŞKÂTİBİ
ARAP İZZET PAŞA’NIN AÇIKLAMASI
“Bu gece gene korkulu bir rüya gördüm, İzzet! Galiba fena haberler var.”
“Zat-ı Şahanelerini endişeye düşürecek derecede önemli hiçbir şey yoktur, Padişahım!”
“Fehim’in takip ettiği meseleden de henüz olumlu bir sonuç elde edilemedi. Bu işin altından bir çapanoğlu çıkmasın?”
“Efendimize doğrusunu söylemek lazım gelirse, diyeceğim ki, bu işte içeriden bir parmak var.”
“Nereden keşfettin?”
“Bu sabah da bir fakirhane