Elif Usman

Aşk başka yerde


Скачать книгу

yok gibiydi. O bölgenin en meşhur, en zengin kişisiydi çünkü. Yıllardır yüzünü gören olmadığı için de adeta bir efsaneye dönüşmüştü. Yalan yanlış hikâyeler anlatılırdı hakkında; bazı anneler yaramazlık yapan çocuklarını Cavidan Hanım’a götürmekle korkuturlardı. Deli olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti ama Cavidan Hanım’ın gençliğini hatırlayan yaşlıların çoğu toprak olduğu için, neden delirdiğini kimse bilmezdi. Bey babası öldükten sonra üzüntüden aklını kaybettiği söylenirdi yalnız.

      Bu yüzden, “Bey babası öldükten sonra üzüntüden delirmiş diyorlardı,” dedi Umut’un anası da.

      Hatice, “Palavra o be,” diye karşılık verdi. “Babası öldü diye delirir mi insan? Herkesin ölüyor babası.”

      Sözün burasında pot kırdığını anlamış gibi sustu. Acıyan gözlerle Umut’a baktı. Umut ise hiç üstüne alınmamış, merakla hikâyenin devamını bekliyordu. Annesi Umut’un imdadına yetişti.

      “Kız, çatlatırsın sen adamı. Anlatsana niye delirmiş ya?”

      Hatice büyük bir zevkle anlatmaya başladı.

      “Bu Cavidan Hanım, körpecik bir genç kızken deliler gibi âşık olmuş. Hem de kime?”

      Bir an durup sorusunun cevabını bekler gibi Umut’la anasına baktı. Lafı uzattıkça dinleyicilerinde daha çok merak uyandıracağını düşünüyor olmalıydı. Umut’un anası dayanamadı.

      “Kime?”

      Hatice, korkunç bir gerçeği açıklıyormuş gibi dehşet dolu bir sesle yanıtladı.

      “Çiftlikte ırgatlık yapan fakir bir köylü parçasına!”

      Umut, bunun niye bu kadar korkunç bir şey olduğunu anlayamamıştı. Annesine baktı. O anlamış gözüküyordu. Cık cık cıklayarak başını yukarı aşağı sallamasından belliydi anladığı.

      “Fakirmiş, ırgatmış amma, anamın dediğine göre, çok da yakışıklıymış. Boylu poslu, heybetli bi oğlanmış. Köyün bütün kızları peşinde koşarmış. Cavidan Hanım desen, çirkin mi çirkinmiş.”

      Umut atıldı.

      “Hani prenses gibiydi?”

      Hatice bir an şaşaladı.

      “Canım, söz temsili. Çirkinmiş ama giyim kuşam o biçimmiş tabii. Bir giydiğini bir daha giymezmiş. Elbiseleri, entarileri Avrupalardan gelirmiş. Artiz gibi gezermiş. Havası, kibri de cabası. Ama paraynan güzellik olmuyor işte. Güzellik ondur, dokuzu dondur derler ya, palavra. Cavidan Hanım da bütün süsüne, çalımına rağmen çirkinmiş.”

      Hatice, Umut’a öldürücü bir bakış atarak, bir daha lafını bölmemesini gözleriyle anlattı. Sonra kaldığı yerden hikâyesine devam etti.

      “Bey, yani bizim Cavidan Hanım’ın babası, başta karşı çıkmış bu işe. Biricik kızına, fakir bir ırgat parçasını yakıştıramamış. Ama ne dese ne yapsa laf anlatamamış kızına. Cavidan Hanım aşkından yataklara düşmüş, yemekten içmekten kesilmiş. Ölümlerden dönmüş. Bey babası da sonunda pes etmiş. Bakmış ki kız elden gidiyor, çaresiz he demiş. Çiftlikte düğün hazırlıkları başlamış.”

      Bu kez Ayşe atıldı.

      “Evlenmişler mi?”

      “I ıh, evlenememişler.”

      “Niye?”

      “Çünkü bu ırgat oğlan, Cavidan Hanım’ı sevmiyormuş. Zengin olmak için seviyor gözükmüş. Aslında gönlü başkasındaymış. Kendi gibi fakir bir kızı seviyormuş.”

      “Kız da bizim köyden miymiş?”

      “Hee.”

      “Güzel miymiş?”

      “Çok güzelmiş.”

      “Sonra?”

      “Oğlan sonunda aşkına yenik düşmüş. Parayı pulu gözü görmez olmuş. Tam düğün günlerinde bir mektup yollamış Cavidan Hanım’a. Her şeyi bir bir anlatmış.”

      “Cavidan Hanım ne yapmış?”

      “Ne yapsın? Delirmiş işte. Cümle âleme rezil oldum diye bir daha insan içine çıkamamış. Kendini eve kapatmış.”

      “Bey babası vurmamış mı oğlanı?”

      “Vuracakmış. Ama Cavidan Hanım yapma diye yalvarmış, ayaklarına kapanmış babasının. Onu vurursan ben de ölürüm, canıma kıyarım demiş.”

      “O kadar seviyormuş demek.”

      “Ne yaparsın, gönül işte. Ota da konar, boka da.”

      Umut’un anası manidar manidar iç geçirdi.

      “Bilmez miyim…”

      “Ama ben sana bişey deyim mi, Cavidan Hanım delirmiş me-lirmiş ama gene de ucuz kurtulmuş. Allah korumuş onu o oğlandan.”

      “Niye kız?”

      Hatice cevap vermeden önce Umut’tan yana bir bakış attı. Umut sobanın yanında kıvrılmış, açlıktan ve sıkıntıdan uyuklamaya başlamıştı. Hatice, sesini biraz alçaltarak, “Oğlan cani ruhlu çıkmış,” dedi. “Cavidan Hanım’ı bıraktıktan sonra, gidip sevdiği kızla evlenmiş. Sonra da kızcağızı baltayla doğramış.”

      “Hihh!”

      “Yaa… Durduk yere canına kıymış karısının. Üstelik de altı aylık hamileymiş kadın. Kendi çocuğuna bile acımamış katil herif.”

      Umut birden gözünü açtı. Komşu kadının son sözlerinde tanıdık bir koku vardı. O hafta içinde, altı aylık hamileyken ölen bir kadından, doğmamış bir çocuktan bahsedildiğini kim bilir kaçıncı kez duyuyordu Umut. İhsan her gün Filiz’i anlatıyordu ona. Bu garip bir tesadüften mi ibaretti, yoksa… Ama hayır, o katil adam, İhsan Amca olamazdı. Mümkün değildi bu. İhsan’ın ölen karısıyla doğmamış çocuğundan nasıl içten bir sevgiyle, nasıl büyük bir hasretle ve nasıl derin bir acıyla bahsettiğine gözleriyle kulakları şahit olmuşken, bile böyle bir şeyi aklına bile getiremezdi.

      Yine de korkunç bir şüpheyle allak bullak olmuştu Umut. Düşünmemeye, konuşulanları dinlemeye çalıştı. Annesiyle komşu kadının seslerini çok uzaktan geliyormuş gibi duyuyordu.

      “Ne olmuş adama sonra?” diye soruyordu annesi.

      “Hapse girmiş helbet. Hâkim ömür boyu hapis cezasına çarptırmış. Hemi de iki defa…”

      İnsanın iki ömrü yoktu ki. Nasıl iki defa oluyordu? Gıdıklanmış gibi gülmek geldi Umut’un içinden. Büyüklerin saçmalıkları hep içini gıdıklardı zaten. Gülmemek için kendini zor tutarak düşündü. Mademki adam iki defa ömür boyu hapis yatacaktı, o halde İhsan Amca olamazdı. Tam rahatlamıştı ki, birden başka bir ihtimal daha sundu aklı: Ya kaçtıysa hapisten? Dalton Kardeşler hep kaçardı. O da kaçmış olabilirdi. Gerçek hayatta da kaçılabiliyor muydu hapishanelerden acaba?

      Kaçılabiliyordu. Ama İhsan kaçmamıştı. Afla çıkmıştı. Sudan çıkmış balık nasıl olursa, o da öyle olmuştu hapisten çıkıp da kendini dışarıda bulduğunda. Otuz senedir bir kere bile düşünmemişti çıkabileceğini. Hayatının sonuna kadar o dört duvar arasında yaşayacağından, o dört duvar arasında öleceğinden emindi. Af haberini aldığında şaşkınlıktan donup kalmıştı. Diğer mahkûmlar gibi sevinememişti. Koğuştaki bayram havası zehirli bir gaz gibi yakmıştı ciğerlerini. Ne yapacaktı çıkıp? Ne