Elif Usman

Aşk başka yerde


Скачать книгу

sabrı taşmıştı işte. Hayatına devam etmesine, normal bir insan gibi yaşamasına tahammül edemiyordu onun Cafer. Hiç çıkmaması gerekirdi o dört duvar arasından. Hatta asılması gerekirdi. Yaptığının bedelini ödemek için otuz sene yetmezdi. Bir ömür boyu çekmeliydi cezasını, ya da ölmeliydi.

      Cafer korkuyordu. Kendinden korkuyordu. Dayanamayıp İhsan’ı öldürmekten, elini kana bulamaktan, hapse girmekten, karısını, çoluğunu çocuğunu ortada bırakmaktan korkuyordu. İhsan o köyün yakınlarında olduğu sürece katil olma tehlikesi altındaydı. Tıpkı kahvede olduğu gibi bir anda gözü dönebilir, ama o zamanki gibi son anda kendine hâkim olamayabilirdi. Karısı da bunu biliyordu. Bu yüzden, kahvede olanları duyduktan hemen sonra köyün bütün kadınlarına haberi yaymıştı. Otuz sene evvelki olayları bilmeyenlere ballandıra ballandıra anlatmış, bilenlere hatırlatmış, sonra da o caninin köye döndüğünü söylemişti.

      “O cani herif burda oldukça çocuklarınızı sokağa salmayın, okula bilem göndermeyin. Allah korusun, ne olacağı belli olmaz,” diyerek anaların yüreğine korku tohumlarını ekmiş, gerisi çorap söküğü gibi gelmişti.

      Dedikodu çarkı bir defa işlemeye başladı mı durdurulması imkânsızdı. Şimdi de o kadar hızlı çalışıyordu ki bu çark, evleri köyün dışında kalanlara bile tez zamanda ulaştı haber. Umut’un annesi Ayşe, rahmetli kocasının teknesini bilmeden bir katile sattığını öğrenince dehşete kapıldı. Hele bir de teknenin satılmasına aracılık eden balıkçı Yusuf gelip, Umut’u o adamla beraber kaç defa teknede gördüğünü söyleyince beyninden vurulmuşa döndü. Derhal temiz bir sopa attı Umut’a ve bir daha o adamın yakınından bile geçmesini yasakladı.

      Umut neler döndüğünü anlayamıyordu. Duyduklarına inanamıyordu. İhsan’ın, çok sevdiği karısını, Filiz’i, karnındaki bebeğiyle öldürdüğünü söylüyorlardı. Baltayla katır katır doğradığını söylüyorlardı. Bu yüzden hapse girip çıktığını söylüyorlardı. Anası, bu hayatta babasından sonra gördüğü en iyi insana “katil” diyordu. “Cani” diyordu. Onunla arkadaş olmasını yasaklıyordu. Okulda çocuklar ondan korkuyla bahsediyorlardı. Hakkında ne hikâyeler anlatıyorlardı.

      Doğru olamazdı bunların hiçbiri. İhsan bu insanların söylediği gibi biri olamazdı, öyle korkunç şeyler yapamazdı o. Ama ne yazık ki kimse Umut gibi düşünmüyordu. Çünkü kimse Umut kadar yakından bakmamıştı onun acı dolu gözlerine.

      İhsan, kahveye gittiği o geceden beri evden dışarı adımını atmamıştı. Cafer’in açtığı yaralardan utanıyordu. Yaraların iyileşmesini, yüzünün normal görünümüne kavuşmasını bekliyordu. Umut onu bu halde görürse, ne olduğunu soracaktı. Ne olduğunu, neden dayak yediğini ona anlatamazdı. Bu dünyadaki tek arkadaşının sevgisini kaybetmeyi göze alamazdı. Onun gözlerinde de şüphe ve hayal kırıklığı görmeye dayanamazdı.

      Köyde kaynamaya başlayan kazanın fokurtuları, uzaktaki küçük evinin günlerdir kapalı duran kapısından içeri sızamıyordu. Bu yüzden İhsan, dışarıda neler olup bittiğinden tamamen habersizdi. Bir çocuk gibi, o geceyi hatırlatan işaretler yüzünden silinene dek, olanların unutulacağına inanıyordu. Geçmişin yükü sırtında devasa bir kambur oluşturmuşken dik durmaya çalışıyor, kamburunu yok sayarak başkalarından gizleyebileceğini sanıyordu. Ömrünün çoğunu hapishanede geçirmiş bir adam olduğu düşünülürse, bu denli saf kalabilmesi gerçekten de şaşırtıcıydı.

      Sofadaki kan lekesini fark edene kadar devam etti bu durum. Başta kan olduğunu anlamadı. Eğilip baktı sokak kapısının hemen önündeki kırmızılığa. Otuz senedir kimsenin yaşamadığı evine döndüğünden beri kaç kere üstüne basıp geçmiş ama hiç fark etmemişti bu belirgin lekeyi. Yeni oluşmadığı belliydi. Taşın içine sızmıştı.

      Önce bunun ne olduğunu, neyin izi, neyin lekesi olduğunu anlayamadı. Sonra birden aklı fısıldadı ona gerçeği: Kan lekesiydi bu. Filiz’in kanının lekesiydi.

      Dehşete düştü. Otuz yıl öncesine döndü sanki. Filiz’i orada, o sofada, kapının önünde paramparça yatarken gördü. Başı gövdesinden ayrılmış, her taraf kan içinde… Bir insandan bu kadar çok kan akabileceğini bilmezdi. O zaman öğrenmişti. Hayret etmişti. Bütün duyguları ve aklı yaşadığı şokun etkisiyle uyuşmuş bir halde ona bakarken tek düşünebildiği buydu. Demek bu kadar çok kanı vardı insanın.

      Şimdi o anı tekrar yaşarken yine garip bir soru ele geçirdi zihnini. Kan lekesi otuz sene boyunca kalır mıydı? Hiç kaybolmaz mıydı?

      Cinayetten sonra bütün ev temizlenmişti. Ama demek ki orası gözden kaçmıştı. Ve taş, sünger gibi emmişti orada unutulan kanı.

      Aniden harekete geçti. Bir kovaya su doldurdu. Bir bez buldu. Eğilip o küçücük lekeyi temizlemeye koyuldu. Saatlerce uğraştı. Ama leke çıkmıyordu. Çıkmak bir yana azalmıyordu bile. O kadar derinlere işlemiş, taşın bir parçası olmuştu.

      Aklını kaybetmek üzereydi İhsan. O leke orada kaldıkça o evde yaşayamayacağına inanmıştı. Çıkarmak zorundaydı lekeyi, ama başaramıyordu işte. Sonunda yıldığında, hava kararmıştı. İhsan, kendi ellerini bile hayal meyal seçebilmesine rağmen lekeyi hâlâ çok net bir biçimde görebiliyordu. Lekeyi çıkarma umudu tamamen söndüğü için yenilgiyi kabullenerek kalktı, oturma odasındaki kilimi aldı, sofaya getirdi, lekenin üstünü kapatabilecek şekilde yere serdi.

      Olmuştu. Artık görünmüyordu.

      “Nerde oturuyo biliyon mu?”

      “Kim?”

      “Katil.”

      “Yok.”

      “Gel benlen. Ben biliyom.”

      “Gelmem.”

      “Korktun mu?”

      “Yooo. Niye korkayım?”

      “Yalancı. Korktun işte.”

      “Korkmadım!”

      “Gel o zaman.”

      “İyi.”

      Umut okul çıkışında, önünde yürüyen iki çocuğun arasında geçen bu konuşmaya kulak misafiri olmuştu. Çocuklardan iri yarı olanı daha çelimsiz olanını kolundan tutmuş, adeta sürüklüyordu. Katilin evini ona göstermek için sabırsızlandığı belliydi. Umut bir an olduğu yerde kalıp, hararetli hararetli konuşarak uzaklaşan iki çocuğun arkasından baktı. Sonra ani bir kararla, eve dönüş yoluna sapmaktan vazgeçti. Katilin evine doğru ilerleyen çocukların peşine takıldı. Bunu neden yaptığını tam olarak bilmiyordu. Belki, günlerdir sahilde göremediği İhsan’ın nerede yaşadığını görmek istemişti. Belki de, “katil” diye bahsedilen o adamın gerçekten de İhsan olup olmadığını öğrenme ihtiyacı duymuştu. Çünkü kim ne söylerse söylesin hâlâ inanmakta zorlanıyordu buna. Bir yanlışlık olduğuna, anasının ve balıkçı Yusuf ’un İhsan’ı başkasıyla karıştırdıklarına inanmak istiyordu. Köye döndüğü söylenen katilin o olduğu yargısına nasıl varmışlardı ki? Belki de başka biriydi. Umut, bütün kalbiyle öyle olmasını umuyordu.

      Köyün bir labirenti andıran dar sokakları boyunca ve iki çocuğun peşi sıra yürürken içinden hep dua etti. “Allah’ım, n’olur o, o olmasın!” dedi defalarca. Kulaklarını tıkamaya, birkaç metre önündeki çocukların konuşmalarını duymamaya çalıştı. Ama başaramadı.

      “Kadını baltaylan doğramış. Kafasını koparmış,” diye heyecanla anlatıyordu