Elif Usman

Aşk başka yerde


Скачать книгу

ettiği gibi, ıslak başını kaldırıp şaşkınlıkla baktı ona Cavidan Hanım.

      “Ne? Ne dedin sen?”

      Sabahat, hanımının sırtını keselemeye devam ederken, çok olağan bir hadiseden bahsediyormuşçasına sakin bir sesle tekrarladı.

      “Evleniyorum, dedim.”

      O saat ayıldı Cavidan Hanım. Oysa her sabah, banyodan sonra peş peşe üç fincan sert kahve içmesi gerekirdi uyku ilacının etkisinden tamamen sıyrılıp ayılması için.

      “Nasıl?! Nasıl evleniyorsun?” diye haykırdı bir kat daha şaşkın bir sesle.

      Sabahat, geceden beri beklediği anı yaşamanın verdiği büyük hazla ona baktı. Cavidan Hanım’ın yüzü tam da tahmin ettiği şekle bürünmüştü. Şaşkın bir köpek yavrusunu andırıyordu bu haliyle.

      “Basbayağı,” dedi gülmemek için kendini güç tutarak.

      Cavidan Hanım kulaklarına inanamıyordu. Sabahat’ın gülmekle gülmemek arasında kalmış garip ifadesine bakarken cılız bir umut belirdi içinde.

      “Dalga geçiyorsun benimle, değil mi? Söyle, dalga geçiyorum de.”

      Sabahat anında ciddileşti.

      “Hayır.”

      “Ama çok saçma bu… İmkânsız… Bu yaşta nasıl koca buldun?”

      Sabahat bozulur gibi oldu.

      “Ne varmış yaşımda?”

      Cavidan Hanım, bu soruya cevap verme lüzumu görmedi. Onun yerine ellili yaşlarını sürmekte olan hizmetçisini şöyle bir süzmekle yetindi. Sonra da damdan düşer gibi sordu.

      “Kimmiş o?”

      “Kim kimmiş?”

      “Kim olacak? Koca adayın!”

      “Rüstem Bey mi?”

      “Nereden bileyim ben? Adı neyse işte.”

      Sabahat, müstakbel kocasının kim olduğunu balandıra ballandıra anlatmaya koyuldu. Hanımına hava atma fırsatını yakaladığı için çok sevindiği her halinden belliydi.

      “Adı, Rüstem Hakgüder. Emekli bir avukat. Kasabada oturuyor. Kendi evi, arabası var. Hali vakti yerinde anlayacağınız. On sene evvel boşanmış karısından.”

      Cavidan Hanım, bir açığını yakalamış gibi sabırsızlıkla atıldı.

      “Dul demek?”

      Sabahat bunu ağzından kaçırdığı için anında pişman olmuştu. Ama renk vermedi. Savunmaya geçmeyi tercih etti.

      “Evet, dul. Ne olmuş?”

      “Niye boşanmış karısından?”

      “Onun bir kabahati yok. Kadın zillinin tekiymiş. Evlerini boyayan boyacıyla kırıştırıyormuş. Rüstem Bey şüphelenmiş. Bir gün eve mahsustan erken dönmüş. Kapıyı çalmamış, anahtarıylan açmış. Bir de ne görsün? Karısıyla boyacı yatak odasında, alt alta, üst üste. O saat boşamış karıyı. “

      “O karı başınıza bela olur, benden söylemesi.”

      “Olamaz.”

      “Neden?”

      “Boyacıyla beraber kaçıp gitmişler buralardan. Nerde olduğunu bilen yok.”

      Cavidan Hanım bir süre sustu. Durumu kafasında evirip çeviriyordu. Hiç ama hiç hoşuna gitmemişti bu iş. Neden sonra, “Nerede tanıştınız?” diye sormak aklına geldi.

      Hiç düşünmeden yanıtladı Sabahat. “Elektrik idaresinde. Kuyrukta beklerken.”

      Cavidan Hanım, gözlerini kısarak öfkeyle ona baktı.

      “Demek faturaları ödemeye gittiğinde bu yüzden dönmek bilmiyordun.”

      Sabahat pişkin bir edayla yanıtladı.

      “Evet.”

      “Utanmadan kabul ediyorsun ha! Pis rezil!”

      “Bunda utanacak bir şey yok. Birbirimize âşık olduk. Suç mu bu?”

      Cavidan Hanım bir kahkaha kopardı.

      “Hah hah hah hah! Âşık mı oldunuz? Hiç güleceğim yoktu Sabahat, çok yaşa emi!”

      Sabahat’ın gözlerinde acımasız bir parıltı belirdi.

      “Gülün bakalım. Bilmiyorum sanki niye güldüğünüzü!”

      Cavidan Hanım’ın kahkahasını bıçak gibi kesti bu söz.

      “Yaa… Niye gülüyor muşum? Söyle de ben de bileyim.”

      “Beni kıskandığınız için!”

      Cavidan Hanım aniden öfkeyle doğruldu küvetin içinde. Çıplak vücudundan sular akıyor, gözlerinden ateş fışkırıyordu.

      “Ben mi seni kıskanıyorum! Neyini kıskanayım senin be! Sadece acıyorum sana. Bu yaşta kendini gülünç duruma düşürüyorsun. Aptal! Aşkmış… Buna sadece budalalar inanır! Bu yaşa geldin de aşk diye bir şey olmadığını hâlâ öğrenemedin mi! O kocan olacak adam sana yalan söylüyor! Bir hizmetçiye ihtiyacı var belli. Ama para da vermek istemiyordur pinti herif! Aşk yalanlarıyla kandırıp bedavaya getirmek varken, niye para ödesin? Sen de kanıyorsun buna ha! Demek kırk senedir hiçbir halt öğrenememişsin benden! Gerizekâlı!”

      Sabahat daha fazla dayanamadı. Bir anda kaybetti soğukkanlılığını. Delirmiş gibi bağırdı.

      “Yeter!”

      Cavidan Hanım şaşırarak sustu. Kırk senedir ilk defa böyle bir tepki vermişti Sabahat. Kırk senedir ilk defa bağırmıştı. Hem de ona… Hanımına… O kadar şaşkındı ki hiçbir şey söyleyemedi. Sabahat’ın yüzüne bakakaldı.

      Sabahat nefretle fısıldadı.

      “Kıskanıyorsunuz beni! Deli gibi kıskanıyorsunuz!”

      Yüzünü Cavidan Hanım’ın yüzüne yaklaştırdı.

      “Hep kıskandınız! Sizden daha güzelim diye hasedinizden çatladınız hep! Bey babanız beni daha çok seviyor diye deliye döndünüz! Siz evde kaldınız diye benim de evde kalmamı istediniz! Ama olmadı işte. Öyle olmadı. Bu yaşta da olsa koca buldum! Sizin gibi kuruyup gitmekten kurtuldum! Ondan çekemiyorsunuz beni!”

      Bir an susup, karşısında korkunç bir yaratık gibi dikilen hanımını tiksintiyle süzdü.

      “Şu halinize bakın.”

      Birden hızla döndü. Tam arkasında durmakta olan, buğulanmış aynayı eliyle sildi. Cavidan Hanım’ın kendini görebilmesi için kenara çekildi ve haykırdı.

      “Bakın, nasıl da insanlıktan çıkmışsınız. Gerçi gençken bile çirkindiniz ama şimdi size çirkin demek az kalır.”

      Cavidan Hanım donup kalmıştı. Sanki ilk defa görüyormuş gibi bakıyordu kendine. Gördüğü korkunç manzara karşısında ağlamaklı oldu. Dayanamadı daha fazla bakmaya. Başını çevirecek oldu. Ama Sabahat izin vermedi buna. Başını zorla tutup tekrar aynaya doğru çevirdi.

      “Bir de bana bakın. Aynı yaşta olduğumuza kim inanır! Hâlâ gencim, güzelim ben. Siz de biliyorsunuz bunu!”

      Cavidan Hanım’ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Zamanın adaletsizliği apaçık karşısında duruyor, aynadan ona bakıyordu. İnkâr edemeyeceği kadar netti gerçek.

      Bir an için zaman durdu sanki. İki kadın hiçbir şey söylemeden aynaya bakıyorlardı. Cavidan Hanım balmumundan bir heykel gibi hareketsiz, gözlerini bile kırpmadan duruyordu. Sabahat ise nefes nefeseydi, soluk alıp verişleri