Elif Usman

Aşk başka yerde


Скачать книгу

yokluğunun doğal bir sonucu gibi algılayan Arif Bey, Cavidan Hanım’ın oda kapısı önünde durdu. Son derece sakin ve soğukkanlı bir edayla, elini kapıya hafifçe vurup seslendi.

      “Cavidan Hanım?”

      İçeriden bir ses gelmeyince kapıyı tekrar tıklatıp tekrar seslendi. Ancak yine bir cevap alamadı. Ve ancak o zaman, Arif Bey’in daima vurdumduymaz bir ifadeye sahip, öyle ki bu ifadenin artık taşlaşıp katılaştığı yüzünde ufak bir değişiklik oldu. Adeta bir endişe, panik belirtisi yüzünü yalayıp geçti.

      “Cavidan Hanım?”

      Üçüncü ve son seslenişi yine sessizlikle karşılanınca, Arif Bey kapıyı araladı. İçeri baktı. Odada kimse yoktu.

      Evin labirent gibi koridorlarında giderek artan bir hızla dolaşıp, bütün oda kapılarını açıp bakarak Cavidan Hanım’ı aramaya başladı Arif Bey. En son açtığı kapının ardında, banyoda gördüğü manzara endişesini daha da arttırdı. Banyoyu su basmıştı. Açık unutulan musluktan damlayan su zemindeki gölü büyütmüş, Arif Bey içeri adımını atınca ayakları suya gömülmüştü. Gölün, zeminden birkaç santimetre kadar yüksekteki eşiği aşıp taşan bir ırmak gibi koridora yayılması an meselesiydi. Arif Bey derhal musluğu kapattı, tıkanmış gideri açtı. Böylelikle olası sel felaketinin önüne geçtikten sonra, uzun koridorun tam ortasındaki banyo kapısının önünde durup, hangi yöne gitmesi gerektiğini kestiremiyormuş gibi bir sağına bir soluna baktı. Neredeyse bütün evi aramıştı. Cavidan Hanım’ın en az otuz senedir o evden dışarı adımını atmadığını, bir mucize olmadığı sürece de atmayacağını bilmesine rağmen, belki de evde olmadığını, dışarı çıktığını, başka bir yere gittiğini düşünmeye başlamıştı. Tam o anda, ayaklarının dibinden, banyo kapısının önünden başlayıp sola kıvrılan ve yarımşar metre aralıklarla koridorun sonuna dek devam eden ıslak izleri fark etti.

      Takip ettiği izler onu çatı katına götürdü ve orada, çatı katı odasının girişinde terk edip gitti. Hava iyice kararmıştı, odada elektrik de yoktu. Göz gözü görecek gibi değildi. Arif Bey, ceketinin cebinden çakmağını çıkartıp çaktı. Küçük bir alev, Arif Bey’in etrafındaki dar bir alanı belli belirsiz aydınlattı. Arif Bey, elindeki çakmağın küçük alevinin verdiği zayıf ışık rehberliğinde, bastığı yeri görememenin verdiği tedirgin adımlarla çatı katının içlerine doğru ağır ağır yürüdü. Bir yandan da çakmağı sağa sola tutarak etrafını görmeye çalışıyor, artık karanlığa biraz olsun alışmış gözleriyle Cavidan Hanım’ı arıyordu.

      Birden ayağı bir şeye takıldı. Sendeledi, son anda dengesini sağlayarak düşmekten kurtuldu. Eğilip baktığında, takıldığı şeyin yerde boylu boyunca ve hareketsiz yatmakta olan Cavidan Hanım’ın ta kendisi olduğunu gördü. Çakmağı Cavidan Hanım’ın yüzüne doğru tuttu. Titreyen alevin ardında gördüğü yüz karşısında ürperdi. Gözleri kapalıydı Cavidan Hanım’ın. Bembeyaz yüzü acıyla gerilmiş ve kaskatı kesilmişti. Nefes almıyor gibiydi.

      Arif Bey’in ilk düşündüğü, çok geç kaldığı oldu. İlk hissettiği ise belli belirsiz bir pişmanlık… Keşke bu kadar vurdumduymaz davranmasaydı, keşke daha erken gelseydi, hiç olmadı birini gönderseydi kadıncağızı yoklaması için… Öldüğüne neredeyse emin olmasına rağmen hem alışkanlıktan hem de adet yerini bulsun diye yaşlı kadının nabzını tuttu. Aynı anda da fısıltıyı andıran bir sesle irkildi.

      “Kimsin sen?”

      Arif Bey şaşkınlıkla başını kaldırıp Cavidan Hanım’ın yüzüne baktı tekrar. Cavidan Hanım’ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı şimdi. Karanlıkta tam olarak seçemediği adama korkuyla bakıyordu.

      Arif Bey ise, bir ölünün dirildiğine tanık olmuş gibi donakalmıştı.

      Sorusuna cevap alamayınca. “Kimsin?” diye fısıldadı yine Cavidan Hanım. Arif Bey, kendini toparlamaya çalışırken güçsüz bir sesle cevap verdi.

      “Ben Arif, Cavidan Hanım. Doktor Arif… Tanımadınız mı?”

      Cavidan Hanım bir an boş gözlerle baktı Arif Bey’in yüzüne. Sonra onu duymamış gibi bakışlarını çevirdi, korku dolu gözlerini etrafında gezdirerek, “Gittiler mi?” diye sordu.

      Arif Bey anlamamıştı.

      “Kim?”

      “Onlar… Fareler…”

      Cavidan Hanım bir an duraksadıktan sonra sayıklar gibi konuşmaya devam etti. Sesinde derin bir acı ve büyük bir korku vardı.

      “Her yerdeler… Yüzlerce… Etrafımızdalar… Bakın, görmüyor musunuz? Ben de görmemiştim daha evvel… Yalnız seslerini duyardım… Kendileri görünmezdi… Kimse bana inanmıyordu… Kimse dediğim de Sabahat… Eda varken yok oluyorlar zaten… Sabahat aptaldır… O yüzden inanmıyordu bana… Ama siz akıllısınız, doktorlar akıllı olur… Gözlerinizi açın… Hâlâ görmüyor musunuz? Söyleyin… Söyleyin, görüyor musunuz?”

      Arif Bey neye uğradığını şaşırmıştı. Cavidan Hanım’ı yıllardır tanımasına rağmen, uzun süredir onun böyle kötüleştiğine, dengesiz aklının kontrolünü bu derece kaybettiğine tanık olmamıştı.

      “Sakin olun, Cavidan Hanım. Burada hiçbir şey yok,” demeye çalıştı.

      “Nereden biliyorsunuz? Karanlık… Karanlıkta göremezsiniz ki… Ama ben karanlıkta da görebiliyorum artık… Hissediyorum… Gitmediler… Hâlâ buradalar… Kemiriyorlar… Ruhumu kemiriyorlar… Çok acıtıyor… Canım acıyor, doktor bey…”

      Birden aklına gelen başka bir düşünceyle sarsıldı Cavidan Hanım.

      “Burası cehennem mi yoksa? Öldüm ben, değil mi? Öldüm ve cehenneme geldim… Cehennem onlarla doluymuş demek… Meğer cehennemin sesiymiş o işittiğim… Cehennem buradaymış… Çatıda… Benim cehennemim… Cavidan’ın cehennemi… Aşk… Aşk cehennemmiş… Ben de sanıyordum ki… Sanıyordum ki…”

      Daha fazla konuşamadı. Boğazını sesinin çıkmasını engelleyen bir yumru tıkadı. Bilincini gölgeler kapladı. Göz kapakları ağırlaştı, gözlerinin önüne yarım bir perde gibi indi.

      Arif Bey, yarı baygın durumdaki Cavidan Hanım’ı kucağına aldı. O kadar zayıftı ki onu taşımakta hiç zorlanmadı. Kucağında tüy gibi hafif yaşlı kadınla, karanlıkta kör gibi ilerledi. Onu aşağıya, odasına indirdi. Yatağına yatırdı. Başucu lambasını yaktı. Cavidan Hanım’ın üzerindeki gelinliği ve başındaki duvağı ancak o zaman fark etti. “Zavallı… Hepten kafayı yemiş,” diye geçirdi aklından. Sonra yanında getirdiği çantayı açtı. İçinden bir şırınga ve morfin ampulünü çıkardı. Ampulü kırıp morfini şırıngaya doldurdu. İlacı Cavidan Hanım’ın kolundaki belirginleşmiş mor damara enjekte etti.

      Yaşlı kadının yarı kapalı gözlerinin önündeki görüntü netliğini kaybetti, Doktor Arif Bey’in yüzü bulanıklaştı, sonra her yer tamamen karardı ve Cavidan Hanım müthiş bir hızla dipsiz, karanlık bir kuyuya düştüğünü hissetti.

      Hatice, divanda sabırsızca kıpırdanarak mutfağa doğru seslendi.

      “Kız Ayşe! Hadisene!”

      Ayşe içeriden karşılık verdi.

      “Dur kız, çay ediyom.”

      “Boşver çayı şimcik. Anlatacaklarım var.”

      “Geldim, patlama.”

      Hatice