Elif Usman

Aşk başka yerde


Скачать книгу

umduğu gibi olmadı. Hatice’nin susmaya hiç niyeti yoktu. Sırf konuşmuş olmak için, laf olsun diye sordu.

      “Derslerin nasıl bakayım?”

      Umut başını kitaptan kaldırmadan, “İyi,” dedi. Aslında hiç de iyi değildi. Maksat soruyu başından savmaktı.

      “Aferin. Kaç oldun şimdi sen?”

      Kim bilir kaçıncı kez soruyordu bu soruyu. Evlerinden çıkmayan kadının bir türlü kaçıncı sınıfa gittiğini öğrenememesi, ikide birde bunu sorup durması sinir ediyordu Umut’u. İlgilenmiyorsa niye soruyordu ki? Laf olsun diye sormanın ne gereği vardı? İlle de konuşmak, bir şeyler söylemek zorunda mıydı? Bir gün dayanamayıp içinden geçenleri suratına söyleyiverecekti Umut. Ama o gün daha gelmemişti. Hatice Teyze’ye ayıp olmasın diye, uslu uslu cevap verdi.

      “Orta üç.”

      “Maşallah. Bitiyor bu sene demek?”

      Umut, evet anlamında başını salladı. Ama o kadar da emin değildi bundan. Üç sene önce, ilkokul beşinci sınıftayken de biteceğini sanıyordu. Şansına, o sene zorunlu eğitim beş seneden sekiz seneye çıkarılmasaydı bitecekti de. Okuldan nefret eden ve biteceği günü sabırsızlıkla bekleyen Umut için çok kötü bir sürpriz olmuştu bu. Üç sene daha okula gitmek zorunda olduğunu duyunca, içini sıkıntı basmıştı. Nasıl geçerdi üç sene daha?

      Ama geçmişti işte. Annesine göre göz açıp kapayıncaya kadar, Umut’a göreyse pek o kadar da hızlı değil. Hatta yavaş… O kadar yavaş ki, seneler bitmek bilmemişti. Nasıl geçtiğini bir Umut bilirdi. Hele okulda geçirdiği saatler… Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere, saatler de günlere bedeldi.

      Evet, şimdi zorunlu eğitiminin sekizinci ve son senesi tamamlanmak üzeriydi. Ama Umut yine kötü bir haber alıp, bir üç sene daha okula devam etmek zorunda kalacağını öğrenmekten korkuyordu. Ne zaman, ne olacağı belli olmazdı. Bu yüzden artık hiçbir şeyden emin olamıyordu.

      “Ne yapacaksın bitince?”

      “Bilmem…”

      Bir işe girip çalışırdı herhalde. Çalışması lazımdı. Ne iş yapabileceğine dair hiçbir fikri yoktu ama. Balıkçılık hayalleri suya düşeli beri kafasının içi bomboştu. Bir hayali de, amacı da kalmamıştı. Tek bildiği artık erkek olmaya başladığı ve çalışıp ekmek parasını kazanması gereken zamanın yaklaştığıydı. İki ay sonra on beşine basacaktı. Boyu kısa, vücudu çelimsiz; hâlâ çocuk görünümünden tam olarak sıyrılamamıştı. Fakat yüzünü kaplamış sivilceler; kalınlaşmaya çalışan ama bunu henüz başaramadığı için acayip çıkan sesi; hayatı daha farklı, daha karamsar gözlerle görmeye başlaması; her şeyin anlamını yitirmesi; her şeyden ve herkesten sıkılması; iyice içine kapanması; içini nedensiz, anlamsız ve bitmek bilmeyen bir acının ve sabırsızlık hissinin kaplaması; kendinden utanması ve kendini sevmemesi; annesine onu dünyaya getirdiği için öfke duymaya başlaması; ilkbaharın gelişini, yazın yaklaşmasını eskisi gibi sevinçle değil de hüzünle karşılaması ve bunlar gibi daha bir çok belirti, Umut’un çocuklukla yetişkinlik arasındaki, bir gün herkesin geçmek zorunda kaldığı o dengesiz köprüden geçmeye çalıştığını ispatlıyordu. Adına “buluğ çağı” denen korkunç çağı yaşamaktaydı. Fiziksel, ruhsal, düşünsel ve duygusal olarak, ne çocuktu ne de yetişkin. İkisinin arasında sıkışıp kalmıştı, ama bir yandan da bir an önce büyümek zorunda olduğunu hissediyordu. Çünkü uzun süre çocuk kalacak ya da ergenliğin bunalımlarını doya doya yaşayacak lüksü yoktu.

      Babasının ölümünden sonraki bu üç sene boyunca çok zor günler geçirmişlerdi. Annesi yüzünü kızartıp, yıllardır küs olduğu abisinin kapısını çalmak zorunda kalmıştı sonunda çaresizlikten. Durumunu anlatmış, ondan yardım istemişti. Doğrusu, dayısının onlara el uzatacağını hiç beklemiyordu Umut. Sırf fakir bir adama vardı diye kardeşine sırt çeviren, yıllarca arayıp sormayan, yoktan yere bu kadar kin tutan bir adamdan ne beklenirdi? Ama yıllar dayısını yumuşatmıştı anlaşılan. Kocasını kaybetmiş, çocuğuyla ortada kalmış, ne yapacağını, nasıl geçineceğini bilemeyen kardeşine acımıştı. Kendi durumu da çok iyi olmamasına rağmen elinden gelen yardımı yapıyor, her ay kıt kanaat geçinmelerine yetecek, Umut’un da okula devam etmesine imkân bırakacak bir para veriyordu onlara. Ama Umut bunun çok uzun süre böyle gidemeyeceğini hissediyordu. Artık büyümüştü, bazı davranışların altında yatan sebepleri görebiliyordu. Mesela, dayısının son zamanlarda verdiği parayı sürekli başlarına kakma nedeninin dırdırcı yengesi olduğunu tahmin edebiliyordu. Yengesinin, kendi ailesinin ekmeğine başkalarının da ortak olmasından çok rahatsız olduğunu, bu sonu belirsiz yardımı kesmek için bir fırsat kolladığını sezebiliyordu.

      “Liseye devam etmeyecen mi?”

      “Etmeyecem.”

      “Niye? Okusan fena mı? Hazır dayın da size sahip çıkmışken oku, adam ol.”

      “Oldu. Olurum. Bir tek okuyunca adam olunuyor çünkü. Benim babam adam değil miydi?” diyecekti Umut az kalsın. Bereket versin ki tam o sırada annesi, elinde çay ve gözleme dolu tepsiyle içeri girdi.

      Hatice, Umut’a olan ilgisini anında kaybederek Ayşe’ye döndü.

      “Ay, ne zahmet ettin yine… Bir çay yeterdi…”

      “Kuru kuru olur mu? Gözleme ediverdim yanına. Ye.”

      “Çok tokum ama madem yaptın…”

      “Afiyet olsun.”

      Hatice iştahla saldırdı gözlemeye. Umut, içinden gülerek ona baktı. Hatice Teyze’nin çok konuşmak dışındaki en belirgin özelliği daima aç olmasıydı. Hep tok olduğunu söyler ama önüne koyulanları da silip süpürürdü.

      “Hadi oğlum, sen de ye.”

      Ayşe, Umut’un önüne de gözleme ve çay bıraktıktan sonra geçti, Hatice’nin yanına oturdu.

      “Eee?” dedi. “Anlat bakalım.”

      Hatice, yemeğe dalmış olduğu için bir an anlamadı.

      “Neyi?”

      “Ben mi bilecem onu. Demin kıyameti koparıyodun ya, anlatacaklarım var diye.”

      Hatice hatırlamıştı.

      “Hee, var,” dedi. “Hem de çok mühim.”

      Gözlemeden bir ısırık, çayından da bir yudum aldıktan sonra ekledi.

      “Sana iş çıktı.”

      “Ne işi?”

      “Cavidan Hanım’ın yanına hizmetçi arayasılarmış. Yatılı…”

      “Aaa? Hani kimseyi istemezdi o?”

      “İstemezdi amma mecbur kalmış. Emektar hizmetçisi işi bırakıp gitmiş.”

      “Niye ki?”

      “Kudurmuş karı. Bu yaşta kocaya varasıymış.”

      “Sen nerden duydun?”

      “Midem ağrıyo diyip duruyodum ya…”

      Ayşe şaşırdı. Cavidan Hanım’ın hizmetçisiyle Hatice’nin midesi arasında ne gibi bir bağlantı olduğunu anlayamamıştı. Merakla, “Eee?” dedi.

      “Bugün kalktım, sağlık ocağına gittim. Orada duydum işte. Doktor Bey söyledi. ‘Hatice,’ dedi, ‘sen herkesi tanırsın köyde. Kimin işe ihtiyacı var bilirsin.’ Ben de, ‘bunu bilmeye ne var, doktor bey,’ dedim, ‘Bu köyde işe ihtiyacı olmayan mı var? Maşallah herkes işsiz.’ O da, ‘Yok,’ dedi. ‘Öyle herkes olmaz.