Elif Usman

Aşk başka yerde


Скачать книгу

olmuştu yüreği?

      Kirli küçük camın ardında hiçbir şey yoktu çünkü. Aslında var olmayan bir hayale bakıyordu dakikalardır, yıllardır…

      “Niye sevmedin beni İhsan? Neden birazcık bile olsa sevemedin? Çirkinim diye mi? Ne olmuş çirkinsem? Seni seviyorum ben… Seni her şeyden çok seviyorum… Şimdiyse her şeyden çok nefret ediyorum senden… Kendimden bile nefret etmiyorum o kadar… Evet… Senden nefret ettiğim kadar nefret etmiyorum kendimden bile… Allah belanı versin İhsan… Vermezse de vermesin… O vermezse ben vereceğim… Belan olacağım… Hayatını karartan cezan olacağım… O kadar seviyorum seni işte… O kadar aşığım sana… Hâlâ aşığım… Son nefesime dek de nefret etmekten asla vazgeçmeyeceğim… Senden nefret etmekten asla vazgeçmeyeceğim… Ve seni sevmekten…”

      Sayıklıyordu Cavidan. Gerçeklik duygusunu tamamen yitirmiş, sayıklıyordu. Artık ne geçmişteydi, ne de şimdiki zamanda. İkisinin arasında başka bir yerdeydi. Zamansız bir yerde… Hiçbir şeyin değişmediği, sonsuza dek aynı kaldığı bir yerde… Sıkışıp kaldığı, hareket edemediği, nefes alamadığı, karanlık bir yerde…

      O yerden bulunduğu yere baktığında ise gördüğü manzara karşısında dehşete kapılmaması imkânsızdı.

      Çatı katı farelerle doluydu. Onlarca, belki de yüzlerce fare vardı. O kadar çoklardı ki, koca odada adım atacak boşluk kalmamıştı. Her yerdeydiler. Etrafını sarmışlardı. Hareketsiz durmuş sabit gözlerle ona bakıyorlardı. Sesleri ise dayanılmazdı.

      Kendini en büyük korkusunun ortasında, en korkunç kâbusunun içinde bulan Cavidan’ın dudaklarından acı bir çığlık koptu. Onları görmemek için gözlerini sımsıkı yumdu, seslerini duymamak için iki eliyle kulaklarını sımsıkı kapattı, olduğu yerde büzüldü.

      Akşamüzeri, Doktor Arif Bey, külüstür Anadol’uyla çiftliğin sınırları içine girdi. Terk edilmiş ve balta girmemiş bir orman görünümüne bürünmüş bahçeden çiftlik evine doğru ilerlerken, Sabahat’ın sabahki tuhaf ziyaretini düşünüyordu.

      İçinde Cavidan Hanım’ın hizmetçisi Sabahat’ın ve daha önce o civarda görmediği yaşlı bir beyin bulunduğu son model bir otomobil sağlık ocağının önünde durduğunda, odasında pencereden dışarıyı seyrederek sigarasını içmekteydi Arif Bey. İki hasta arasında bir sigara ve bir bardak çay içmek adetiydi. Sigarasını ve çayını içerken de rahatsız edilmekten hiç hoşlanmazdı. Sağlık ocağının tek hemşiresi bunu bilir, sıra bekleyen hastalar kıyameti koparsa da asla doktoru rahatsız etmezdi. Sızlanan hastaya ağzının payını verir, iki dakika beklese ölmeyeceğini söylerdi. Artık köyün insanları da alışmıştı bu duruma. Çağrılana kadar seslerini çıkarmadan bekler, doktoru kızdırmaya cesaret edemezlerdi. Bu yüzden, henüz sigarasını yeni yakmış ve çayından birkaç yudum almış olan Doktor Arif Bey, hemşirenin çekinerek odaya girmesine ve Cavidan Hanım’ın hizmetçisi Sabahat’ın onu görmek istediğini söylemesine şaşırmıştı. Hemşiresine bu cesareti veren ancak bir ölüm kalım meselesi olabilirdi.

      Gerçekten de Sabahat, doktorla Cavidan Hanım’la ilgili olarak görüşmek istediğini, durumun çok acil olduğunu, ölüm kalım meselesi olduğunu söylemişti. Yüzündeki ifade ve sesinin tonu da söylediklerinin doğru olduğunu ispatlıyordu. Ayrıca daha önceleri, çiftlik evinde doktora ihtiyaçları olduğunda kalkıp sağlık ocağına gelmek yerine telefon ederlerdi. Şimdi Sabahat oraya kadar teşrif ettiğine göre önemli ve farklı bir gelişme olmalıydı.

      Doktor Arif Bey de buna ikna olmuştu ki hemşireye Sabahat’ı içeri alma iznini verdi. Sabahat tek başına odaya girdi. Arif Bey, gayri ihtiyari pencereye doğru bir bakış attı. Sabahat’ı oraya getiren beyin, arabasının önünde beklemekte olduğunu gördü. Sonra tekrar Sabahat’a dönerek her zaman çatık duran kaşlarının altından onu süzdü, molasının bölünmesine sinirlendiğini belli eden sert bir sesle şikâyetini sordu. Sabahat, doktorun karşısındaki koltuğa oturup başladı anlatmaya. Evleneceğini, bu haberi Cavidan Hanım’ın hiç hoş karşılamadığını, bu yüzden tartıştıklarını, apar topar evi terk etmekten başka çaresi kalmadığını bir çırpıda anlattı.

      “Malum, Cavidan Hanım yarım akıllıdır. Kafası gidip geliyor. Siz de biliyorsunuz ne deli olduğunu. Sonra yaşlı kadıncağız, bir ayağı çukurda. Bir başına ne yer ne içer? Allah korusun, iki güne kalmaz açlıktan susuzluktan ölüp gider. Ömrü hayatında kendi kendine bir bardak su koymamıştır o. Hiçbir şey yapmayı bilmez. Acizdir zavallı, bensiz ne yapar? Ama ben de geri dönemem artık. Çok ağır konuştu, kalbimi kırdı. Vallahi söyledikleri yenilir yutulur şeyler değil, doktor bey. Şimdi benim o lafları yutup dönmem olacak şey mi? Değil helbet. Ama şu vicdan yok mu… Ah ah, insan iyi yürekli olmaya görsün, bir gün huzur bulamaz. Vicdanı sızlayıp durur, rahat vermez bir türlü. Düşünün bir kere; bana yapmadığı, demediği kalmadı, hâlâ onun iyiliğini, sağlığını düşünüyorum. Çekip gitmekten başka çare bırakmadı, gene de kadıncağızı bir başına bıraktım diye vicdanım sızlıyor. Acıyorum ona. Merhametli insan olmak çok zor, doktor bey, çok zor…”

      Doktor Arif Bey, bu bombardıman karşısında ambale olmuştu. Sabahat’ın bütün bunları ona niye anlattığını, ondan ne istediğini de anlayamamıştı. Kibar olmak gibi bir derdi de hiçbir zaman olmadığından, açıkça sordu.

      “Benden ne istiyorsun?”

      Sabahat bir an şaşırdı. Doğrusu bu doktor da çok kabaydı. İnsan, “Nasıl yardımcı olabilirim hanımefendi?” filan diye sorardı. Aman ne bekliyordu ki zaten, alt tarafı kaba saba bir köy doktoruydu işte. Acık yontulmuş olsa bu köyde işi neydi…

      Sabahat cevap vermekte gecikince sabırsızlanan doktor, iyice kabalaşarak ekledi.

      “Dışarıda bir sürü hasta bekliyor. Akşama kadar seni dinleyemem.”

      Sabahat fena bozulmuştu. Küskün bir sesle cevap verdi.

      “Merak etmeyin. Fazla vaktinizi alacak değilim. İnsaniyet namına bir yardım istemek için rahatsız ettim sizi. Vaktiniz olduğunda, bir zahmet çiftliğe kadar gidip Cavidan Hanım’a bakarsanız sevinirim. Arada bir kolaçan ederseniz… Ölüp kalmasın zavallı…”

      Doktor sert bir sesle sözünü kesti Sabahat’ın.

      “Mesai bitince bir gidip bakarım. Ama benden ona bakıcılık yapmamı beklemiyorsun herhalde.”

      Sabahat’ın yüzü daha da asıldı. Doktordan başka yardım isteyebileceği kimse aklına gelmediği için kendine kızıyordu.

      “Helbet beklemiyorum. Ne haddime? Ben sadece… Diyecektim ki…”

      Bir an duraksadı. Doktorun sıkıntıyla saatine baktığını görünce paniğe kapılarak devam etti.

      “Cavidan Hanım’ın yanına birini bulsanız? Hani, şöyle elinden iş gelen, becerikli, sabırlı bir kadıncağız… Evi çekip çevirecek, Cavidan Hanım’a bakacak… Köyde herkesi bilirsiniz siz. Şuraya gelen hastalara deyiverseniz, yeter. İşe ihtiyacı olan birileri vardır helbet. Sevaba girersiniz.”

      Doktor Arif Bey’in sevapla mevapla işi yoktu ama kötü bir insan da değildi.

      “Olur, hallederiz,” diye cevap verdi.

      Böylece Sabahat, sorumluluğu devredecek birini bulmanın gönül rahatlığı içinde oradan ayrıldı. Doktor da, o gün içinde huzuruna çıkan hastalara Cavidan Hanım’ın yanına acilen bir hizmetçi kadın arandığı haberini verdi. Daha fazla çaba sarf etmesine de gerek yoktu. Nasıl olsa akşama kalmadan köyde kulaktan kulağa yayılacaktı haber.

      Külüstür