Robert Ball

Büyük gökbilimciler


Скачать книгу

da beraberinde getiriyordu. Ortada bu küreyi ayakta tutacak bir destek olmadığı aşikârdı; bu yüzden bu kocaman cisim, basbayağı uzayda dengede duruyordu. Bu, yalnızca duyu verilerine güvenen ve düşünsel yorumlamaya yer vermeyen kanıtlar arayan herhangi biri için şaşılacak bir buluştu. Olağan deneyimlerimize göre, uzayda yani mekânda destek olmadan dengede duran bir cismin varlığı saçma geliyor. “Düşmez mi?” diye sorarız hemen. Evet, deneyi nerede yaparsak yapalım dengede durmayı sürdüremezdi tabii ki. Ancak, uzayda aşağı ve yukarı kavramlarının olmadığını kabul etmemiz gerekir. Bir cismin aşağı doğru düştüğünü söylemek aslında az çok, o cismin Dünya’nın merkezinin olabildiğince yakınına düşmeye çalıştığını söylemek anlamına geliyor. Uzayda ise cismin öncelikli olarak hareket etmeye yelteneceği bir yön yok. Bu, Yeni Zelanda’nın üzerine bırakılan bir taşın Dünya’nın merkezine olan yolculuğunda, olabildiğince bizim yarımküremizin üstüne doğru düşmeye çalışacağı anlamına geliyor. Peki ya her yerin eşit olarak aşağı, eşit olarak da yukarı olduğu uzayda Dünya neden dengede durmasın ki diye düşündü Batlamyus. Bu akıl yürütme ile de aşağısı, yukarısı ve tüm tarafları parlayan yıldızlarla çevrili olan Dünya’nın uzayda serbestçe süzülen küresel bir cisim olduğu sonucuna vardı.

      Bu büyük gerçeğin algılanması, insan idrakinin kademeli gelişiminde dikkate değer bir çığır açılmasını sağlıyor. Şüphesiz ki bilginin ardındaki diğer filozoflar da bu temel gerçeğe olabildiğince yakın bazı savlar öne sürmüş olabilirler. Ancak takdir etmemiz gereken kişi Batlamyus, çünkü yalnızca bu gerçeği ilan etmekle kalmadı, aynı zamanda onu mantıklı ve açık örneklerle ispatladı. Zihnimizi, bu gerçeğe aşina olmadığımız zihinsel bir duruma geri döndüremeyiz. Ancak bunu hayal edebiliriz, Dünya’nın sonsuz uzunlukta düz bir açıklık olduğunu düşünen kişi için küresel bir Dünya’nın üzerinde yaşadığına inanmak zorunda kalması, zihinsel bir sarsıntıdan farksız olacaktı; üstelik bir de bu küre, gökyüzünün sonsuz küreleri içinde yalnızca küçük bir parçadan ibaretse.

      Batlamyus’un yıldızların hareketlerinde gördüğü şey onu, yıldızların kocaman bir küre içine eklenmiş parlak noktalar olduğu sonucuna götürdü. Yıldızları taşıyan bu kürenin hareketleri yalnızca Dünya onun merkezinde bulunuyorsa uyumlu oluyordu. Yıldızların görünen parlaklığını gözlemleyen gözlemcilerin yerlerinin değişmesi durumunda ortaya çıkan, gözlemlenmesi mümkün olmayan sonuç, gökkubeyle kıyaslandığında yerküremizin boyutlarının son derece önemsiz olduğunu açıkça ortaya koydu. Aslında Dünya, yıldızları da içine alan kocaman küreye kıyasla, küçücük bir kum tanesi sayılabilirdi.

      Bu keşifle insan bilgisinde gerçekleşen devrim o denli büyüktü ki Batlamyus’un hak ettiği üne kavuşunca afallayarak çalışmasını bir adım öteye taşıyamaması bizleri çok şaşırtmamalı. O adımı da atabilse bu Dünya’nın gökkubedeki yeriyle ilgili büsbütün anormal düşünce tarafından esir alınmış insan idrakini, on dört asırlık esaret zincirlerinden kurtarabilirdi. Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların her gün doğması, her gün tekrarlanan muhteşem bir geçitle gökyüzünde ilerlemesi, rotalarının sonuna gelince de beklendiği gibi batması birkaç açıklama gerektiriyordu. Sabit yıldızların yıllar, çağlar geçse de karşılıklı mesafelerini koruması Batlamyus’a göre bu yıldızları içeren ve yüzeyinde yıldızların sabit olduğuna inandığı kürenin her gün Dünya’nın etrafını döndüğünü kanıtlıyordu. Tüm bu doğup batma olaylarını bununla açıklıyor, bizim küremizin ise hareketsiz olduğu varsayımını ileri sürüyordu. Muhtemelen bu varsayım Batlamyus’un kendisine bile korkutucu gelmişti. Dünya’nın devasa bir cisim olduğunu biliyordu; ancak ne kadar büyük olursa olsun gökkubbeye kıyasla çok küçük bir parçadan ibaret olduğunun da farkındaydı; buna rağmen, bu hareketleri yapanın gökkubbenin ta kendisi olduğuna inandı ve diğer insanları da buna inandırmayı başardı.

      Batlamyus şahane bir geometriciydi. Güneş’in, Ay’ın ve sayısız yıldızın doğup batmasının farklı bir yolla da açıklanabileceğini biliyordu. Dünya, gökkubbenin merkezinde dengedeyken, her gün daima aynı şekilde dönse tüm doğma ve batma olayı tamamen açıklanmış olurdu. Bu, gerçekten de biraz düşünüldüğünde apaçık ortaya çıkıyor. Gökkubbenin merkezinde bulunan Dünya’nın üzerinde durduğunuzu varsayalım. Başınızın üstünde yıldızlar var ve gökyüzündeki cisimlerin yarısı görünüyor, diğer yarısı ise ufkunuzun altında. Eğer herhangi bir kutup noktasında değilseniz Dünya döndükçe başınızın üstündeki yıldızlar değişecek, yeni yıldızlar görüş alanınıza girecek ve diğerleri yok olacak, çünkü hiçbir zaman kürenin yarısından fazlasını göremeyeceksiniz. Bu durumda gözlemci, bazı yıldızların yükseldiğini, diğerlerinin ise battığını söyleyecek. Bu yüzden elimizde birbirinden iki farklı yöntem var, bunların her ikisi de günlük hareketin gözlemlenen gerçeklerini tamamıyla açıklıyor. Bu varsayımlardan bir tanesi, Dünya merkezde sabit haldeyken, yıldızlar ve diğer gökcisimleriyle birlikte görünmez bir eksen üzerinde daima dönen göksel küreye ihtiyaç duyuyor. Diğer varsayımda ise devasa göksel küre sabitken kürenin merkezindeki Dünya, biraz önce bahsettiğimiz göksel kürenin döndüğü eksende dönüyor, ancak tam tersi yönde; böylece bir turu, değişmeyen bir hızla yirmi dört saatte tamamlıyor. Batlamyus, bu varsayımlardan herhangi birinin gözlemlenen gerçekler için yeterli olduğunu bilecek kadar iyi bir matematikçiydi. Ancak yıldızların hareketi, onları gözlemleyebildiği kadarıyla, bu görüşlerden hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu söyleyebilme şansını Batlamyus’a tanımadı.

      Bu sebeple Batlamyus, dolaylı düşünme yöntemlerinin rehberliğine başvurdu. Bu varsayımlardan birinin doğru olması gerekiyordu; ancak her ikisinin de kabul edilmesi yanında büyük zorluklar getirecek gibi duruyordu. Batlamyus’un başlıca meziyetlerinden biri, karşılaştırıldığında Dünya’nın bile gerçekten önemsiz kalacağı devasa bir gökkubbe öne sürmesiydi. O zaman, eğer bu devasa küre her yirmi dört saatte bir dönüyorsa, içindeki bazı yıldızların o kadar hızlı hareket etmesi gerekiyordu ki bu hemen hemen imkânsız görünüyordu. Bu yüzden diğer seçeneği benimseyip günlük hareketin Dünya’nın dönüşü tarafından olduğunu kabul etmek çok daha kolay gözükebilirdi. Ancak Batlamyus’un karşısına bu sefer, tıpkı hayal gücünü kullandığı diğer tüm olaylardaki gibi, en ağır türden engeller çıktı. Duyularımızın öne sürdüğü kanıtlara göre Dünya hareket falan etmiyordu. Belki de Batlamyus bu karşıt savı, zihnimizin böyle durumlarda duyularımızın beyanını esas aldığını ve gerçekleri duyularımızın üstüne kuran yorumlama yeteneğine bağlı kalınması gerektiğini düşünerek savuşturmuş olabilir.

      Ancak başka bir itiraz, ona en zorlu anlardan birini yaşatmış gibi görünüyor. Eğer Dünya dönüyorsa bile havanın bu hareketle bir ilgisi olmadığı, bu yüzden sabit bir atmosferin içinde dönen Dünya’nın, insanlığı güçlü rüzgârlarla yeryüzünden atacağı tartışılıyordu. Her ne kadar havanın da yeryüzü ile birlikte taşındığını düşünsek de Batlamyus bu durumun havada asılı kalan herhangi bir cisim için geçerli olmayacağını düşündü. Bir kuş, ağacın üstüne tünediği süre boyunca yeryüzünün hareketiyle birlikte taşınabilirdi, ancak kanatlandığı sırada yeryüzü altından o kadar hızlı bir şekilde kayardı ki yere konana kadar kendisini, bir kırlangıçın ya da bir güvercinin aynı sürede seyahat edebileceği mesafeden on kat daha uzak bir mesafede bulurdu. Bu üstü kapalı sanrının bir benzeri hâlâ zaman zaman ortaya çıkıyor. Bir zamanlar çok muhteşem türde bir balon yolculuğunun öne sürüldüğünü hatırlıyorum. Aynı eksendeki herhangi bir yere ulaşmak isteyen yolcu yalnızca balonla yükselecek, Dünya’nın dönüşü ise ulaşmak istediği noktayı doğrudan balonun altına getirecek, bu esnada yolcu gazı dışarı