Aslında top, yatay harekete katılıyor, böylece oradan geçen birinin gözlemleyebileceği gibi eğimli bir yol izliyor; ancak topun hareketi binicinin kendisine yalnızca yukarı ve aşağı olmak üzere düz bir çizgide gerçekleşiyormuş gibi görünüyor. Bu gerçek, tıpkı buna benzer diğerleri gibi, Dünya bir dönüş hareketine sahipse onu çevreleyen atmosferin de bu harekete katıldığını açık bir şekilde gösteriyor. Batlamyus bunu bilmiyordu, bu yüzden sonuç olarak Dünya’nın dönmediği fikrine vardı. Bu yüzden gökküre gibi devasa bir cismin her yirmi dört saatte bir dönüşünün kesinlikle olanaksız olmasına rağmen, bu olanaksız dönüşün gerçekleştiğine inanmaktan başka bir çaresi de kalmamıştı. Böylece Batlamyus, sisteminin esas temeli olarak göksel kürenin merkezinde konumlanmış bir Dünya fikrini öne sürdü; bu gökkubbe her yöne doğru o kadar geniş mesafelere uzanıyordu ki çapları kıyaslandığında Dünya’nınki belirsiz bir nokta kadar kalıyordu.
Batlamyus, Dünya’nın dönüşünü böylelikle kasten reddettikten sonra, tamamen hatalı başka varsayımlarda da bulundu. Onun için, her bir yıldızın göklerdeki dönüşünü tamamlamak için tamamen aynı süreye ihtiyaç duyduğu kolayca görünüyordu. Her ne kadar bu noktadaki düşünceleri şu an gerçek olarak kabul ettiklerimizin yakınından geçmese de Batlamyus, bu yıldızların Dünya’dan muazzam uzaklıklarda olduğunu da biliyordu. Eğer yıldızlar farklı uzaklıklarda olsaydı o zaman dönüşlerini aynı süre içinde tamamlamaları tam anlamıyla imkânsız olurdu. Bu yüzden Batlamyus, hepsinin aynı uzaklıkta olduğu ve hepsinin göksel kürenin yüzeyinde bulunduğu sonucuna vardı. Her ne kadar hatalı olsa da bu görüş, takımyıldızların bulunduğu yeri asırlar boyunca koruduğu gerçeğiyle örtüşüyordu. Böylelikle Batlamyus, tüm bu yıldızların küresel bir yüzeyde sabit olduğu sonucuna vardı; ancak yıldızları bir mücevher gibi taşıyan bu muhteşem tesisin nasıl bir maddeden oluştuğunu bizlere söylemedi.
Fakat bu iddiayı hemen absürt olarak nitelendirmemeliyiz. Yıldızlar, kürenin yüzeyinde uzanıyormuş gibi gözüküyorlar, bu sırada gözlemci de merkezde; bu durum gökyüzünün yalnızca teknik imkânları olmayan gözlemciye sunduğu bakış açısı değil, aynı zamanda günümüzdeki en deneyimli gökbilimciye de bu bakış açısını sunuyor. Şüphe yok ki bu gökbilimci, yıldızların çok farklı uzaklıklarda olduğunu biliyor, bazı yıldızların diğerlerinden on kat, yüz kat ya da bin kat daha uzak olduğunun farkında. Yine de yıldızlar, gökbilimcinin gözüne bir kürenin yüzeyindeymiş gibi görünüyor, yıldızların nispi konumlarının ölçümlerini de o yüzey aracılığıyla yapıyor. Gerçekten de gözlemevlerinde gerçekleştirilen kesin gözlemlerin neredeyse çoğunun yıldızların yeriyle alakalı olduğu söylenebilir. Gerçekte öyle olduklarından değil, göksel bir küreye yansıtılmış gibi göründüklerinden. Bu düşünceyi de Batlamyus’un zekâsına borçluyuz.
Bu muhteşem filozof, Dünya’nın kürenin merkezinde yer alması gerektiğini büyük bir ustalıkla gösteriyordu. Durum böyle olmasaydı, her yıldızın yaptığı gibi müthiş bir istikrarla hareket ediyormuş gibi görünmeyeceğini ki yıldızı yıldız yapan şeyin de bu hareket olduğunu öne sürüyordu. Tüm bu düşünceleri için, Dünya’nın sabitliği gibi temel bir hususta büyük bir hata yapsa da Batlamyus’un zekâsına çok derin bir hayranlık duymaktan başka bir çaremiz yok. Batlamyus, benzer başka bir hatalı düşünce daha öne sürmüştü. Dünya’nın, çevresinden izole bir cisim olduğunu göstermişti, buna göre aslında hareket kabiliyeti var demekti. Kendi etrafında dönebilir ya da bir yerden başka bir yere hareket edebilirdi. Batlamyus’un Dünya’nın dönmediğini kasten kabul ettiğini biliyoruz; çünkü kabul etmese daha zorlu bir sorunla karşı karşıya kalacaktı: Dünya herhangi bir yer değiştirme hareketi yapıyor muydu yoksa yapmıyor muydu? Dünya’ya herhangi bir hareket atfettiğinde bunun, daha önce ulaştığı gerçeklerle uymayacağı sonucuna vardı. Batlamyus, Dünya’nın göksel kürenin merkezinde olduğunu öne sürdü. Eğer Dünya bir harekete sahip olsaydı her zaman aynı noktada duramazdı, böylece kürenin başka bir kısmına kayması gerekirdi. Ne var ki yıldızların hareketi bu olasılığın önüne geçti, yani Dünya dönüş hareketinden yoksun olduğu gibi, herhangi bir yer değiştirme hareketinden de yoksundu. Rasyonel düşünce temellerine sahip Batlamyus bile Dünya’nın sabitliği konusunda kendini böyle ikna etti, çünkü olağan duyularıyla algıladığı şey buydu.
Filozofların toplumsal iddialara karşı verdiği mücadele çok ender rastladığımız bir şey değil, ancak bu mücadele tıpkı Batlamyus’un araştırmalarındaki gibi gerçekleştiğinde, yani toplumsal iddialar felsefi araştırmayla desteklendiğinde, bu iddialar böylece en yüksek yetkinin mührünü taşır hale geliyor, böylesi savların yanlışlanması da çok daha zor bir hal alıyor. Batlamyus’un çalışmalarının insan zekâsına daha önce bahsettiğimiz uzun dönem boyunca hâkim olduğu gerçeğini belki bu şekilde açıklayabiliriz.
Şu âna dek yalnızca gökcisimlerinin başlıca hareketlerinden bahsettik, bunu da tüm kürenin yirmi dört saatte bir dönüyormuş gibi göründüğünü söyleyerek yaptık. Şimdi ise Batlamyus’un Ay’ın aylık hareketini, Güneş’in yıllık hareketini ve “gezgin yıldızlar” unvanını kazanan gezegenlerin döngüsel hareketlerini açıklamaya çalıştığı çarpıcı teorilerine bir bakalım.
Tıpkı diğer gökbilimciler gibi, dolaylı ya da doğrudan, bu hareketlerin dairesel olması gerektiğine ya da dairesel hareketlerle açıklanabileceği fikrine kapılan Batlamyus’a göre Ay’ın yıldızlar arasında izlediği yol Dünya’nın merkezde bulunduğu bir çemberdi. Yıllık dönemde benzeri bir hareketi Güneş’e atfetmişti, çünkü mevsimler değiştikçe takımyıldızlarının pozisyonları değişiyordu; yani her ne kadar parlak ışığı gündüz vakti etrafındaki yıldızları görmemizi engellese de Güneş’in göksel kürede bir tur attığına kuşku yoktu. Böylece Güneş’in ve Ay’ın hareketleri, göksel kürenin günlük dönüşü de hesaba katıldığında, tüm gökcisimlerinin hareketlerinin “kusursuz” olduğu düşüncesini destekliyor gibi görünüyordu ki bu gökcisimleri de çemberlerin içinde düzgün sınırlarıyla, yani kusursuz eğimleriyle betimleniyorlardı.
Gelgelelim en basit gözlemler bile gezegenlerin hareketlerinin bu yalın anlayışla açıklanamadığını gösterdi. Tam burada Batlamyus’un geometri dehası devreye girdi ve gezegenlerin görünen hareketlerini açıklayabileceği bir şema buldu.
Batlamyus’un akıl yürütmesini anlayabilmek için gelin önce bu gözlemlerle elde edilen, açıklama gerektiren olguları açıkça belirtelim. Bilhassa iki gezegeni, Venüs ve Mars’ı ele alacağım; çünkü bu gezegenler iç ve dış gezegenlerin tuhaflıklarını sırasıyla en çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. En basit gözlem bile Venüs’ün gökte Güneş ve Ay gibi dönmediğini gösterir. Batıda günbatımından sonra ortaya çıktığı sırada, en parlak olduğu o anda akşam yıldızına bir bakın. Venüs’ün, yıldızların arasından Güneş veya Ay gibi doğuya gitmek yerine her geçen hafta Güneş’e doğru çekildiğini görürüz, ta ki Güneş ışınları içinde kaybolana kadar. Aslında Venüs’ün, yıllık hareketi sırasında Güneş’e eşlik ettiği gayet açıktı. Belli bir uzaklığa kadar Güneş’e doğru ilerliyor, aynı mesafeyi katederek Güneş’in gerisine doğru geliyordu.
Batlamyus’un gezegenler şeması
Bu hareketler, kusursuz sayılan tek bir hareket rotasını takip eden Venüs’ün hareketleriyle tamamen uyumsuzdu. Bu hareketin, Güneş’in dönüşüyle tuhaf bir biçimde bağlantılı olduğu çok açıktı, Batlamyus’un bu hareketi açıklamak için ileri sürdüğü dâhiyane yöntem ise şu oldu: Dünya’dan Güneş’e uzanan sabit bir kol düşünün, tıpkı şekilde gösterildiği gibi; böylece bu kol, Güneş’in