Mary E. Litchfield

Dokuz Diyar


Скачать книгу

er

      YAZARIN ÖNSÖZÜ

      İskandinav tanrılarını konu alan bu hikâyeler yazılırken Anderson’ın kaleme aldığı Norse Mythology, Rydberg’in Teutonic Mythology ile Younger Edda adlı eserlerinin çevirileri, Stallybrass’ın tercüme ettiği, Grimm tarafından yazılan Teutonic Mythology ve Thorpe tarafından tercüme edilen Saemund’un yazdığı Edda benim için zengin birer kaynak oldu.

      Her yaştan insanın keyifle okuyabileceği hikâyeler yazmayı amaçladım. İskandinav mitolojisine olan ilgim, çok uzun seneler önce iki kitap sayesinde doğdu: Heroes of Asgard (A. & Keary) ve Wonderful Stories of Northern Lands (Julia Goddard). Bu kitap, birçok açıdan, aynı konu üzerine yazılan hiçbir kitaba benzemez. Bunu ise kısmen Rydberg’in araştırmalarına borçlu; çünkü mitolojinin kozmografisine dair belirgin düşüncüleri ilk kez ortaya koyarak ortada bulunan tutarsızlıkları gideren ilk isim Rydberg olmuştur.

      Tanrıların hikâyesini, çok fazla sayıda okuma yaptıktan ve çok uzun süre düşündükten sonra zihnimde canlandığı şekliyle yazdım. Özellikle “Tanrıların Alacakaranlığı”nda olmak üzere, bazı bölümlerde Saemund’un Edda’sındaki şiirlerde yer alan sözcükler kullanıldı. “Vala’nın Kehaneti”nin ve diğer kehanetlerin bir kısmını Odin’e söyletme özgürlüğünü kendimde gördüm, çünkü Edda’larda Odin, gelecekte gerçekleşecek her şeyi bilen tanrı olarak tasvir edilmiştir. Baldur’un hikâyesinde, Younger Edda’nın yazarı yerine Rydberg’i esas aldım. Rydberg, Younger Edda’nın yazarının birçok örnekte eski mitolojiden ayrıldığını, Baldur mitinde ise bu durumun özellikle göze çarptığını öne sürüyor. Ayrık hikâyelerden dramatik bir bütün yaratmak için bunları birleştirecek bazı bağlantılar kurmak, bazı karakterleri ise öne çıkarmak gerekiyordu. Esas karakter olarak Loki’yi seçtim. Rydberg tarafından betimlenen haliyle Thiassi de önemli bir rol oynuyor. Eski hikâyelerde bayağı ya da şiirsellikten uzak olan her şey dışarıda bırakıldı; dışarıda bırakılanlardan daha fazlasıysa hayal gücüm tarafından hikâyelere dahil edildi. Örneğin, “Odin Bilgelik İçin Mimir’e Gidiyor” isimli bölümün tek dayanağını, “Odin’in Rün Şarkısı”ndan alıntılanan dizeler oluşturuyor.

      Sorularımı nezaketle cevaplayan ya da eleştirileriyle bana yardımcı olan herkese, en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

      Giriş

      Yüzyıllar önce yaşayan atalarımız çok sayıda tanrıya inanıyordu. Gelgelelim bu tanrıların hikâyeleri, kutsal kitaplarda değil, insanların hafızasında yazılıydı. Çünkü o eski günlerde, Kuzey Avrupa’da yaşayan Tötonların yazılı bir dili yoktu1. Atalarımız, önceki nesillerden teslim aldıkları gelenekleri yüzyıllar boyunca çocuklarına aktardılar; ta ki Hıristiyanlık gelip bu kadim dinin yerini alana dek.

      Ne var ki bundan sonra bile, sözü edilen tanrılara duyulan inanç, en ücra köşelerde varlığını sürdürmeye devam etti. En nihayetinde, İzlanda’da, bu tanrılarla ilgili hikâyelerin bazıları toplanarak yazıya geçirildi. Bunların yazıldığı kitaplara Edda adı veriliyor. İki tür Edda bulunuyor: Birincisi, şiirlerden oluşan Elder Edda veya diğer adıyla Saemund’un Edda’sı; diğeri ise nesir halinde yazılmış Yeni Edda veya diğer adıyla Snorre Sturleson’un Edda’sı.

      İzlanda’da derlenen bu hikâyeler Avrupa’da yüzlerce yıl öncesinde anlatılan hikâyelere pek benzemiyor olabilir, çünkü ağızdan ağıza gerçekleşen aktarımlar her nesilde doğal olarak bir miktar değişikliğe uğrayacaktır. Yine de bu hikâyeler, savaşçı atalarımızın inandığı tanrıların gerçek özelliklerini bizlere genel itibarıyla sunuyorlar. Bu kitapta işlenen hikâyeler, büyük ölçüde, yukarıda anılan Edda’ları temel alıyor. Atalarımız, dünya hakkında çok az şey biliyorlardı, gördükleriyse Dünya’nın düz olduğunu düşünmelerine neden olmuştu; Dünya, Okyanus adını verdikleri bir nehir tarafından çevrelenen devasa, düz bir bölgeydi. Bir yerine, şu şekilde konumlanmış dokuz diyarın bulunduğuna inanıyorlardı:

      Hepsinin üstünde, Odin ya da diğer adıyla Wodan tarafından hükmedilen; Æsir’in, yani tanrıların evi Asgard vardı. Hemen altında, etrafını Okyanus adı verilen nehrin çevrelediği, insanların dünyası Midgard geliyordu. Aynı düzlem üzerinde, Okyanus’un ötesinde ise üst dev diyarı Jotunheim bulunuyordu.

      (1) Niflhel ya da Niflheim’de bulunan, Yggdrasil’in kuzey kökünün altındaki Hvergelmir Kaynağı.

      (2) Yggdrasil’in orta kökünün altında, Mimir’in topraklarında bulunan Bilgelik Kuyusu.

      (3) Urd’un topraklarında, Yggdrasil’in güney kökünün altındaki kuyu.

      (4) Vanir’in yurdu.

      (5) Mimir’in topraklarında yaşayan elflerin yurdu.

      (6) Baldur’un Asmégir’le birlikte yaşadığı kale.

      (7) Bifrost’un Heimdall tarafından korunan kuzey ucu.

      (8) Bifrost’un Urd’un kuyusu yakınlarında bulunan güney ucu.

      Bunların çok altında ise yeraltı diyarı uzanıyordu, üstündeki diyarlara kıyasla çok daha geniş topraklara sahipti; ayrıca dokuz diyarın dördüne ev sahipliği yapıyordu. Kuzeyde alt dev diyarı, soğuk, karanlık ve puslu Niflheim vardı. Güneyde Urd ve iki kız kardeşi, ölüler krallığına hükmediyordu. Bu iki bölge arasında ise Mimir’in toprakları bulunuyordu, burada yaşlı bilge devin yanı sıra birçok yüce yaratık varlığını sürdürüyordu. Bu yaratıklardan bazıları Gece (kadim ana), aydınlık Gündüz ve şafak elfi Delling’di.

      Güneş ve Ay’ın bile evleri oradaydı, bazı bölgelerinde ise elfler ve cüceler yaşıyordu. Mimir’in topraklarının batısı, Æsir’e akraba olan asil ırk Vanir’in yuvasıydı. Vanir’in bazı üyeleri Asgard’da da yaşıyordu.

      Daha aşağıda bulunan bölgeler de vardı: Urd’un toprakları altında bulunan yeraltı ateşi toprakları (Surt’un derin ateş vadileri) ve Niflheim’in altındaki işkence diyarı.

      Tüm bu diyarları iki şey birleştiriyordu: Bir ağaç ve bir köprü.

      Titrek köprü Bifrost’un2 azametli kemeri Asgard’ın üzerinden geçiyor, kuzey ucu Niflheim dağlarına, güney ucu ise Urd’un topraklarına ulaşıyordu. Bifrost, Urd’un topraklarındaki mahkeme salonuna her gün giden tanrılar için çok kullanışlı bir köprüydü; ancak düşman devler onun yardımıyla Asgard’a geçmesinler diye dikkatle gözetilmeliydi. Saf ve bilge bir Van olan Heimdall, bu köprünün kuzey ucunu kolluyordu. Kulakları öylesine hassastı ki çimlerin bitişini, koyunların sırtında gürleşen kılların sesini duyabiliyordu; üstelik kuşlardan bile daha az uyuyordu.

      Dokuz diyarı bağlayan ağaca Yggdrasil3 diyorlardı. Üç ana kökü, yeraltı diyarında bulunan üç kaynakla sulanıyordu. Bu ağacın kökçükleri Surt’un derin vadilerine ve işkence diyarına kadar ulaşıyordu. Bu muhteşem ağacın dalları en ücra topraklara bile uzanıyor, özüyle her yere hayat taşıyordu. Yılanlar onun kökleriyle besleniyor; geyikler, sincaplar ve kuşlar onun dalları arasında yaşıyordu. Asgard’ın çok çok üstünde yer alan en üstteki dalında ise horoz Vidofnir tüm ışığıyla göz alıyordu. Yggdrasil, tam anlamıyla bir “hayat ağacı”ydı.

      Şu Kuzeyli insanlar, çok tuhaf bir yaratılış hikâyesine inanıyorlardı. Bununla beraber bu hikâye çok, çok eski olduğu için bir hayli ilginçtir.

      Başlangıçta iki diyar vardı: Kuzeyde donduran sis diyarı; güneyde ise hırçın alev diyarı. Bu iki bölge arasında da geniş boşluk Ginungagap bulunuyordu; her yanı karanlık ve bomboştu.

      Soğuk diyar Niflheim’de bulunan büyük bir kaynaktan on iki nehir doğdu. Bu nehirlerden bazıları boşluğa doğru akmaya başladı ve Niflheim’e yakın olan bölgeyi donmuş buhar tabakalarıyla doldurdu. Ateş diyarı Muspelheim’de ise alevler öylesine hırçındı ki Ginungagap’a doğru saçılmaya başladılar, yanlarında bir dolu kıvılcımı taşıyorlardı. En sonunda bu kıvılcımlar donmuş buhar tabakasıyla buluştu ve kocaman bir dev ortaya çıktı.