pty-line/>
Önsöz
Bundan yaklaşık bir buçuk sene önce yaptığımız yayın kurulu toplantısında hepimizi heyecanlandıran bir karar aldık. Aforizma Dizisi ile başladığımız, Bir Nefeste Dizisi ve Dünya Masalları Dizisi’yle devam ettiğimiz dizilerimize bir yenisini daha ekleyecektik: Biyografi Dizisi. Birkaç yayınevinde gayet başarılı biyografiler olmasına rağmen hem günümüz okur kitlesine hitap eden hem de kişilerin hayatlarının en sıradan detaylarını bile son derece canlı bir şekilde anlatan kitaplarda bir boşluk olduğunu fark ettik. Bu alanda gördüğümüz boşluğu doldurmak için hemen kollarımızı sıvadık ve işe koyulduk.
Öncelikle biyografisini okumak istediğimiz ve hayatını ilginç bulduğumuz tarihi kişilikleri belirledik. Sonra bunların arasında yayımlanmaya değer olduğunu düşündüğümüz biyografileri seçtik. Bu bağlamda ilk etapta on önemli tarihi kişinin biyografisi ortaya çıktı. Bu on kişinin hayat hikâyesini bize aynı edebi tat ve ruhla aktaracak çevirmenler aramaya başladık. Fakat bu süreçte en çok kararsız kaldığımız şey kapak tasarımı oldu. Çünkü bir biyografi dizisine yakışır sadelikte, aynı zamanda bu önemli tarihi şahsiyetlerin hayatlarını anlatacak canlılıkta kapaklar olmasını istiyorduk. Önümüze gelen ondan fazla taslak üzerinde günlerce kafa yorduk ve ortak bir karar vermek için çabaladık. En sonunda taslakları ikiye indirdik ve hepimizin içine sinen bu kapakta karar kıldık.
Kitapları yayına hazırlama aşamasında metinle o kadar içli dışlı olduk ki bahsedilen tarihi figürlerin hayatlarına girdikçe yaptığımız işten daha çok keyif almaya başladık. Hepimizin ismen bildiği kişilerin yaşam öykülerini okudukça aslında onların da sizin bizim gibi bir insan olduklarını, bizimle aynı duyguları paylaştıklarını, hayatın onları da tıpkı bizler gibi oradan oraya savurduğunu gördük.
Uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkardığımız bu diziyi siz okurlarımızla paylaşmaktan memnuniyet duyuyoruz. Birer tarihi kayıt niteliği taşıyan bu yaşam öykülerini okurken keyif almanız tek temennimiz.
“İyi yazılmış bir hayat öyküsü, en az iyi yaşanmış bir hayat kadar nadidedir.”
Giriş
Rusya 30 Ekim 1921 tarihinde Fyodor Dostoyevski’nin doğumunun yüzüncü yılını kutlamaya hazırlanıyordu. Yazarlarımız ve şairlerimiz bu büyük Rus romancısını şiirlerle, söylevlerle onurlandırmayı umut ediyor; Slav halkları ise Slav konfederasyonu fikrine daima sadık kalan bu büyük Slavofile saygılarını Çekçe, Sırpça ve Bulgarca sunabilmek için temsilcilerini Petrograd’a göndermeye hazırlanıyordu. Dostoyevski ailesi de bu günü Moskova Tarih Müzesi’nde korunan belgelerin yayımlanmasıyla kutlamayı önermişti. Annem, ünlü eşine ilişkin anılarını dünyayla paylaşacak, ben de babamın yeni bir yaşamöyküsünü yazacak, ona ilişkin çocukluk izlenimlerimi kâğıda dökecektim.
Bir daha böyle bir şenliğin gerçekleşmesi pek olası değil. Korkunç bir fırtına Rusya’yı vurarak Avrupai uygarlığımızın dokusunu yok etti. Devrim, Dostoyevski’nin uzun zaman önce tahmin ettiği üzere, feci bir savaşın ardından yüzümüzde patladı. Köylülerimizle aydınlarımız arasındaki, iki yüzyıldır genişleyip büyüyen boşluk bir uçuruma dönüştü. Atalarının geleneklerine sadık kalan halkımız yüzünü doğuya sabitlemişken Avrupai ütopyalarla sarhoş olan aydınlarımız batıya yöneliyordu. Rus nihilistler ve anarşistler Avrupa ateizmini ülkemize getirmeyi arzularken son derece dindar köylümüz İsa Mesih’e sadık kalıyordu.
Bu çatışmanın sonucu karşımızda duruyor. Çarın yerine Rusya’da hüküm sürmeyi, ülkeyi istedikleri gibi yönetmeyi arzulayan aydınlar, çileden çıkan halkımız tarafından aptal ve zararlı varlıklar gibi süpürülüp atıldı. Bunlardan bazıları eski elçilik saraylarımıza sığınıp Avrupalı elçilerin alaycı gülümsemelerini görmezden gelmeye çalışarak Rusya’yı Thames ya da Seine Nehri kıyılarından yönetiyormuş gibi davrandı; diğerleri ise kimileri yüzlerce kopya basılan sayısız Rus gazetesinde bir araya geldiler ve okumaya ikna edilebilecek herkese bu gazeteleri ücretsiz dağıttılar. Ne var ki okurları gitgide azalıyor. Avrupalılar aydınlarımızın hayalperest olduğunu, gazetelerinde bahsettikleri sosyalist ve anarşist mujiklerin1 “Rus Devrimi’nin büyükanneleri ve büyükbabaları”nın saf hayalleri haricinde hiçbir zaman var olmadığını anlamaya başlıyor.
Rus mujiği anarşist olmak şöyle dursun, devasa bir Doğu İmparatorluğu inşa etme yolundadır. Moğollarla kardeş oluyor, Hindistan, İran ve Türkiye’yle dostane ilişkiler geliştiriyorlar. Yaşlı Avrupa’yı uzak tutarak onun, Rusya’nın işlerine karışmasının ve ulusal yapının inşasını engellemesinin önüne geçebilmek için Bolşevizmi tıpkı kuşları kaçıran bir korkuluk gibi kullanıyorlar. Bu inşa tamamlandığı gün, Rus mujiği görev süresini tamamlayan korkuluğu paramparça edecek, şaşkınlığa uğrayan Avrupa ise karşısında eskisinden daha güçlü ve daha sağlam, yeni bir Rus İmparatorluğu’nun yükseldiğini görecek. Mujiklerimiz iyi mimarlardır; tıpkı bilge kişiler gibi ki her zaman öyleydiler, aydınları mimarları olmaya davet etme gibi bir düşünceleri bulunmamaktadır. Bu hasta kişilerin dünyadaki en iyi uygarlığı bile yok edebileceklerini fakat bunun yerine herhangi bir şey inşa etmekten de son derece aciz olduklarını anlamış durumdalar.
Lyubov Fyodorovna Dostoyevskaya (Aimée Dostoyevski)
Eğer Dostoyevski’nin doğumunun yüzüncü yılı Rusya’da kutlanamazsa, kendisi uzun süredir dünya çapında bir yazar ve insanlığın yolunu aydınlatan fenerlerden biri olarak kabul edildiğinden bu anmanın Avrupa’da yapılmasını isterim. Bu nedenle babamın bir zamanlar Rusya’da yayımlamayı umduğum yaşamöyküsünü Avrupa’da yayımlamaya karar verdim; bu arzu etmediğim fakat görece daha uygun bulduğum bir tercihti, zira tüm servetim Bolşeviklerin elinde ve artık yaşamımı sürdürebilmek için çalışmak zorundayım. Babamın yaşamıyla ilgili olarak kitabımda bulacağınız yeni ayrıntılar, hayranları için kendisinin eserlerine dair yeni eleştirel çalışmaların habercisi olabilir ve dahası, sözkonusu eserleri Avrupalı ve Amerikalı okuyucular arasında popüler kılabilir. Hiç şüphesiz ki bu, ünlü yazarın yüzüncü doğum gününü kutlamanın en güzel yolu olacaktır.
Dostoyevski Ailesinin Kökeni
“Halkımızı tanıyorum. Hapishanede onlarla yaşadım, onlarla yemek yedim, onlarla uyudum, onlarla çalıştım. Babamın evindeyken öğrendiğim fakat sonrasında, ‘Avrupalı bir liberal’ haline geldiğim zaman kaybettiğim İsa Mesih’i bana halkımız geri verdi.”
Babamın yaşamöykülerini okurken bu çalışmaları kaleme alan kişilerin babamı bütünüyle bir Rus, hatta kimi zaman tüm Ruslardan daha Rus olarak ele almış olmaları beni her zaman şaşırtmıştır. Dostoyevski yalnızca anne tarafından Rustu, baba tarafı Litvanya kökenliydi. Dönüşümleri ve yüzyıllar boyunca maruz kaldığı çeşitli etkiler nedeniyle Litvanya hiç şüphe yok ki bütün Rus İmparatorluğu toprakları içindeki en ilginç yerdir. Litvan soyu da tıpkı Ruslar gibi Slavlar ile Finno-Türk kabilelerin karışımıdır. Yine de iki halk arasında oldukça belirgin bir fark bulunur. Rusya uzun bir süre boyunca Tatar boyunduruğu altında kalmış, Moğollaşmıştır. Litvanya ise Neman ve Dinyeper suyolları aracılığıyla Yunanlarla ticaret yapan Normanlar tarafından Normanlaştırılmıştır. Bu ticareti oldukça kârlı bulan Normanlar, Litvanya’da çok büyük ticaret depoları kurmuş, bunları koruyucuların gözetimine bırakmıştı. Bu depolar yavaş yavaş kalelere, kaleler de kasabalara dönüştü. Sözkonusu kasabalardan bazıları, Norman prensi Rogvolod tarafından yönetilen Polotsk gibi örneğin, günümüze kadar ulaşmıştır. Bütün ülke belli sayıda küçük beyliklere bölünmüştü; tebaa Litvan, yönetimdekiler ise Normandı. Bu beyliklerde mükemmel bir düzen hüküm sürüyor, bu durum komşu Slav halkları imrendiriyordu.2
Normanlar Litvanlardan uzak durmamış, prensler ve takipçileri ülkenin kadınlarıyla evlenip yavaş yavaş bölgenin esas sakinleriyle kaynaşmışlardır. Norman kanı o döneme dek dikkat çekmeyen Litvanlara öyle bir dinçlik katmıştır ki