Любовь Федоровна Достоевская

Dostoyevski'nin hayatı


Скачать книгу

bir keşiş olmasına rağmen Ortodoks ailemizi nasıl kurmuş olabileceğini açıklamaktadır. Babam Piskopos Stepan’ın varlığına ikna olmuş olmalı ki ikinci oğlunun ismini onun anısına Stepane koymuştur.

      O dönem Dostoyevski elli yaşındaydı. İlginçtir ki büyükbabam sözkonusu ilanı elli yaşına bastığında gazetede yayımlamış, babam da elli yaşındayken Başpiskopos Stepan’ın varlığını bir anda anımsayıvermiştir. Her ikisi de atalarıyla birlik bağlarını güçlendirme isteğini bu dönemde duymuşlar gibi görünüyor.

      Litvanya’da savaşçı olan Dostoyevskilerin Ukrayna’da rahip olduklarını görmek biraz şaşırtıcıdır. Bununla birlikte Lit-van geleneklerine oldukça uygundur. Bu bağlamda Litvanyalı âlim W. St. Vidunas’tan alıntı yapabilirim:10

      “Eskiden varlıklı Litvanların birçoğunun tek bir arzusu vardı: Oğullarından en az birinin din adamlığı yolunu seçtiğini görmek. Onları böyle bir çağrıya hazırlamak için gereken ödeneği memnuniyetle sağladılar. Gelgelelim daha genel karakterli çalışmalara hiç sıcak bakmıyor, oğullarının herhangi bir başka serbest mesleği tercih etmelerine karşı çıkıyorlardı. Hatta son yıllarda birçok Litvan genç, ebeveyn inadı dolayısıyla çok çile çekmek zorunda kalmıştır. Kilise mensubu olmayı kabul etmediklerinde babaları, ileri seküler eğitim için gerekli maddi desteği sağlamayı reddetti. Böylece çok büyük umutlar vaat eden birçok yaşam mahvoldu.”

      Büyükbabam ile anne babasının arasında patlak veren, Moskovalı ailemiz ile büyük büyükbabam Andrey’in Ukraynalı ailesi arasındaki tüm bağları koparan olağanüstü kavgaya yol açan şey belki de Vidunas’ın bu sözleriydi. Andrey muhtemelen oğlunun din adamlığı kariyerini tercih etmesini istemişti, genç adam ise tıbba eğilimliydi. Babasının, tıp eğitimini karşılamayacağını gören büyükbabam evden kaçmıştı. Parası ya da arkadaşı olmadan hiç tanımadığı bir şehre giden, üstün bir eğitim almayı başaran, Moskova’da kendine iyi bir yer edinen, yedi çocuklu bir aile kuran, üç kızına çeyiz hazırlayan ve dört oğluna serbest bir eğitim aldıran on beş yaşındaki bu gencin hakiki Norman enerjisine hayranlık duymak gerek. Büyükbabamın, kendisiyle gurur duymak ve çocuklarına kendisini örnek göstermek için iyi bir nedeni vardı.

      Andrey Dostoyevski’nin oğlunu bir rahip olarak görme isteği pek tabii ki sıradışı bir istek değildi, zira Ukraynalı din adamları her zaman son derece seçkin kimseler olagelmiştir. Ukraynalı cemaatler kendi rahiplerini seçebilme haklarından yararlanıyor, doğal olarak yalnızca günahsız bir yaşam süren erkekler seçiliyordu. Daha yüce dini hassasiyetlere gelince, bunlar neredeyse daima rahiplerin ayrı bir kast olduğu Büyük Rusya’da eşine çok ender rastlanan bir durum olarak Ukraynalı soylular tarafından benimsenmişti. Stepan Dostoyevski iyi bir aileye mensup ve iyi eğitim almış biri olsa gerek, aksi takdirde piskopos olamazdı. Bizde kardinallik olmadığından başpiskoposluk ya da piskoposluk Ortodoks Kilisesi’ndeki en yüksek payedir. Patrikhanenin kaldırılmasından sonra kilisemizin işlerini piskoposlar yönetti, Kutsal Sinod toplantılarında sırayla yer aldılar.

      Maria Fyodorovna Dostoyevskaya

      Ukraynalı Dostoyevskilerin aydın kimseler olduklarına dair başka bir kanıtımız daha var. Ukrayna’da yaşamış olan arkadaşlar bize bir keresinde on dokuzuncu yüzyılın başında Ukrayna’da yayımlanmış bir tür almanak ya da şiir antolojisi olan eski bir kitap gördüklerini ilettiler. Bu kitaptaki şiirler arasında Rusça yazılıp zarifçe işlenmiş kısa bir pastoral şiir yer alıyormuş. Altına imza atılmamış, fakat dizelerin ilk harfleri Andrey Dostoyevski adını oluşturuyormuş. Bu, büyük büyükbabamın bir çalışması mıydı yoksa kuzenlerimizden birinin mi? Bilmiyorum, fakat bu durum Dostoyevski’nin yaşamöyküsünü yazanların büyük ilgisini çekecek iki şey barındırıyor:

      1. Dostoyevski’nin Ukraynalı ataları aydın insanlardı. Ukrayna’da yalnızca alt ve orta sınıflar şirin ve şiirsel olduğu kadar çocuksu ve biraz saçma bir dil olan Ukraynaca konuşurdu. Ukrayna’daki üst sınıflar âdet olduğu üzere Lehçe ya da Rusça konuşurdu; bu sebeple geçen yıl bu ülke Rusya’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan ettiğinde yeni hetman11 Skoropadski’nin şu ifadelerin yer aldığı dokunaklı çağrılarda bulunması gerekmişti: “Ukraynalılar! Anadilinizi öğrenin!” Muhtemelen Hetman’ın kendisi de Ukrayna dilinde tek bir kelime dahi bilmiyordu.

      2. Dostoyevski’nin, edebiyat çevresinden arkadaşlarının iddia ettiği üzere, şiirsel yetenek kendisinin Moskovalı annesinin meziyetlerinden biri değil, Ukraynalı ailesinde var olan bir yetenekmiş.

      Litvanya’nın ilginç ve farklı tarihi, babamın güçlerinin oluşumunda büyük bir etkiye sahiptir. Yapıtlarında Litvanya’nın yüzyıllar boyunca geçirdiği tüm dönüşümlerin izlerini buluyoruz. Babamın karakteri temeli itibarıyla Normandı; çok dürüst, çok namuslu, açık sözlü ve cesurdu. Dostoyevski tehlikenin gözünün içine bakar, herhangi bir tehlike karşısında asla geri çekilmez, yorulmak bilmeden hedefine yürümeye devam eder, yolundaki tüm engelleri bir kenara iterdi. Normanlaşmış ataları ona muazzam sağlamlıkta bir ahlak miras bırakmıştı ki bu genç ve dolayısıyla zayıf bir ırk olan Ruslar arasında ender bulunan bir şeydi. Dostoyevski’nin zekâsına diğer Avrupa ulusları da katkıda bulunmuştur. Töton Tarikatı Şövalyeleri, Dostoyevski’nin atalarına, kendi devlet ve aile anlayışlarını aktarmışlardır.

      Dostoyevski’nin yapıtlarında ve dahası özel hayatında ortaçağa ait sayısız düşünce karşımıza çıkar. Etkili oldukları dönemde Litvanya’nın, liderleri Roma’dan gelen Katolik din adamları babamın atalarına genç ve anarşik Rus milletinde var olduğu pek söylenemeyecek disiplini, itaati ve görev bilincini öğretmişlerdir. Cizvitlerin Latin okulları onların zihinlerini şekillendirmiştir. Dostoyevski Fransızca konuşmayı çabucak öğrenmiş ve kardeşi Mihail’e Goethe ve Schiller çevirileri yapmak üzere işbirliğinde bulunmayı teklif edecek kadar Almanca biliyor olmasına rağmen bu dili Almancaya tercih etmişti. Babamın dillere karşı belirgin bir yeteneği vardı ki bu Ruslar arasında pek nadir görülen bir şeydir. Avrupalılar genellikle, “Ruslar tüm dilleri konuşur,” derler. Bununla birlikte yurttaşlarım arasında iyi düzeyde Fransızca ve Almanca konuşup yazan herkesin, ataları Katolik din adamları tarafından Latinleştirilen Polonyalı, Litvanyalı ve Ukraynalı ailelere mensup olduğunu fark etmezler. Büyük Rusya’nın Rusları arasında Avrupa dillerini iyi konuşabilenler yalnızca birkaç nesil boyunca Avrupa eğitimi almış olan aristokratlardır.

      Rus burjuvalar yabancı diller üzerine çalışmayı son derece zor bulmaktadır. Bu dilleri yedi yıl boyunca okulda öğrenirler, okuldan ayrıldıklarında ise ancak birkaç cümle kurmayı başarabilirler ama en basit kitapları bile anlamazlar. Aksanları içler acısıdır. Avrupa dilleriyle pek ortak noktası bulunmayan Rus dili, dil çalışmalarına yardımcı olmak şöyle dursun ayak bağı olmaktadır.

      Atalarımın Ukrayna’ya göçü öyle veya böyle haşin kuzeyli karakterlerini yumuşatmış, kalplerinde yatmakta olan şairliği ortaya çıkarmıştır. Rus İmparatorluğu’nu oluşturan tüm Slav ülkeleri arasındaki en şairane ülke Ukrayna’dır. Petrograd’tan Kiev’e gelen biri kendini güneyde hisseder. Akşamları sıcaktır; sokakları şarkı söyleyen, gülen, açık havada masalarda ya da kafelerin önündeki kaldırımlarda yemek yiyen insanlarla doludur. Güneyin güzel kokulu havasını içimize çeker, kavakları gümüş rengine boyayan aya bakarız; insanın kalbi dolup taşar, o an şair oluverir. Güneşin şen ışıklarıyla yıkanan bu hafif engebeli ovada her şey şiir solur. Mavi nehirler denizlere berrak ve aheste akar, çiçeklerle örtülmüş küçük göller sakince uyur; bereketli meşe ormanlarında hayal kurmak ne güzeldir.