öncesi zamanlarda troykayla yapılan bu yolculuklar, çocukluğunda atlara vurgun olan babamı mest ediyordu.
Büyük oğullarının doğumundan birkaç yıl sonra büyükbabam, kendisini ve oğullarını Moskova’nın kalıtsal soyluları kütüğüne kaydettirdi.17 O dönemde babam beş yaşındaydı. Bütün hayatı boyunca Moskovalılardan uzak duran büyükbabamın, ailesini Rus soylularının koruması altına almak istemesi tuhaf. Burada, Rus Soylular Birliği’nin aslında taklit ettiği Litvanya Schliahta’sını görmüş olması muhtemeldir.18 Nasıl ki kadim ataları, oğullarını birleşik Litvan soylularının sancağı altına yerleştirdiyse, büyükbabam da bir an önce çocuklarını birleşik Rus soylularının korumasına vermişti.
Büyükbabam Moskovalı bir soylu olsa da ahlaki açıdan Litvanyalı bir Schliahtitch olmaya devam etmiştir; gururlu, hırslı, düşüncelerinin büyük bir bölümünde son derece Avrupalıydı. Neredeyse cimrilik seviyesinde tutumlu biriydi, fakat oğullarının eğitimi sözkonusu olduğunda hiçbir masraftan kaçınmadı. İki oğlunu da Suchard’ın Fransız okuluna yerleştirerek işe koyuldu. Bu kurumda Latince öğretilmediğinden büyükbabam Latince derslerini kendisi üstlendi. Eve geldiklerinde oğulları Fransızca derslerini hazırlar, akşam olduğunda ise babalarıyla Latince alıştırmaları yaparlardı. Babalarının huzurunda oturmaya asla cesaret edemiyor, babalarına büyük bir hayranlık ve saygı duyarak fiillerini ayakta çekimliyor, hata yapmamaya çalışıyorlardı. Büyükbabam çok asabiydi, gelgelelim çocukları asla fiziksel şiddet görmemiştir. Bu her şeyden çok daha dikkat çekicidir, zira o dönemin Moskovalı minikleri çok şiddetli bir şekilde dayak yerdi. Tolstoy çocukluk anılarında, on iki yaşındayken nasıl dayak yediğini bize anlatmaktadır. Büyükbabam Mihail’in eğitimle ilgili Avrupai düşüncelere sahip olduğu açıktır. Polonya ve Avusturya’ya olan yakınlıkları sayesinde Litvanya ve Ukrayna, Rusya’ya göre çok daha uygardı. Sonraki yıllarda Dostoyevski çocukluğunu hatırladığında küçük kardeşleri Andrey ve Nikolay’a anne babalarının muhteşem insanlar olduğunu, fikri açıdan çağdaşlarının büyük bir bölümünden çok daha ileride olduklarını söyleyecekti.
Ataları Katolik din adamları tarafından Latinleştirilen birçok Litvanyalı gibi büyükbabamın da Fransızcaya karşı bir sevgisi vardı. Eşiyle Fransızca konuşur, çocuklarını da kendilerini bu dilde ifade etmeye teşvik ederdi. Onu hoşnut edebilmek için babaannem ve kızları kendisinin doğum gününde iyi dileklerini Fransızca yazarlardı. Büyükannem müsveddelerin üzerinde kızlarının hatalarını düzeltir, çocuklar da süslü kâğıtlara bunları kopyalardı. Doğum günü geldiğinde sırayla babalarının yanına gidip renkli kurdelelerle bağlanmış kâğıt rulolarını yüzleri kızararak ona sunarlardı. Büyükbabam ruloları açar, bu yapaylıktan uzak tebrikleri duygulanarak yüksek sesle okur, çocuklarını öperdi. Daha sonraları, oğulları iyi dileklerde bulunmakla yetinmemeye başladılar; babalarını mutlu edebilmek için Fransızca şiirleri güzelce ezberleyip bunları kardeşlerinin huzurunda okudular. Bir keresinde babam, bir aile buluşmasında Henriade’dan bir parça okumuştu.
Dostoyevski babasının Fransızca sevgisini miras almıştı; romanlarında ve gazete yazılarında Fransızca tümcelere sıkça rastlanmaktadır.19 Almancayı da çok iyi derecede bilmesine rağmen Alman dilinde Fransızca kadar çok okuma yapmamıştı. O dönemde Almanca, Rusya’da pek revaçta değildi. Yine de babam bu dili unutmadı; Almanca babamın beyin hücrelerinden birinde bozulmadan kalmış olmalı çünkü Prusya sınırını geçer geçmez Almanca konuşmaya başlamış, üstelik annemin dediğine göre akıcı bir şekilde konuşmuş.
Büyük oğulları Suchard’ın okulundaki Fransızca derslerini tamamladıklarında büyükbabam onları Moskova’daki en iyi özel okula; şehrin aydınlarının çocuklarıyla dolu pahalı bir kurum olan Çermak’ın hazırlık okuluna yerleştirdi. Derslerini öğretmenlerinin gözetiminde çalışabilmeleri için büyükbabam onları okula yatılı olarak gönderdi, eve yalnızca pazar günleri ve bayramlarda geldiler. O dönemin Moskovalı soyluları çocuklarını özel okullara göndermeyi tercih ediyorlardı, çünkü kraliyet kurumlarında en ağır fiziksel cezalar uygulanmaktaydı. Çermak’ın okulu ataerkil bir karaktere sahipti, tüm düzenlemeler aile yaşamına göre planlanmıştı. Bay Çermak öğrencileriyle yemek yer, onlara sanki kendi evlatlarıymış gibi kibar davranırdı. Okulunda eğitim vermesi için Moskova’daki en iyi öğretmenleri getirmişti, okulunda yapılan işler ise üst düzeydi.
Büyükbabam Moskovalı ayaktakımının gaddarlığından çok korkuyordu, dolayısıyla çocuklarının sokaklarda yürümesine asla izin vermezdi. Andrey Amcam bir keresinde, “Okula babamızın arabasıyla gönderiliyor, eve de aynı şekilde geliyorduk,” demişti bana. Babam memleketi olan bu şehirle ilgili o kadar az şey biliyordu ki romanlarından herhangi birinde Moskova’yla ilgili tek bir betimleme bile yoktur. Pek çok Leh ve Litvan gibi büyükbabam da Rusları küçümsüyordu, onları barbarlar olarak görerek tepeden bakacak kadar da önyargılıydı. Evinde ağırladığı Moskovalılar eşinin akrabalarından ibaretti. Daha sonra babam da Petersburg’tan Moskova’ya gittiğinde Büyükbabam Rus uygarlığına itimat etmiyor olsa bile bunu çocuklarının önünde söylememeye dikkat ediyordu. Onları Avrupai bir tarzda yetiştirmişti; kalplerindeki vatanseverliği uyandırmaya ve beslemeye çalışmıştı. Bir Yazarın Günlüğü yapıtında Dostoyevski, kendisi bir çocukken babasının akşamları yüksek sesle Karamzin’in Rus tarihinden kesitler okumaktan ve bunları küçük oğullarına açıklamaktan hoşlandığını aktarmaktadır.20 Bazen çocuklarını Kremlin’in tarihi saraylarını ve Moskova’nın katedrallerini gezmeye götürürdü. Bu geziler, oğullarının gözünde neredeyse büyük vatanseverlik törenleri kadar önemliydi.
Büyükbabamın, bahsi geçtiği üzere Moskovalılardan uzak durarak çok tipik bir Litvan özelliği olan tecrite boyun eğmiş olması da muhtemeldir. “Litvanyalılar yalnızlığın cazibesine kapılmışlardır,” diye yazıyor Vidunas, “kendi başlarına yaşamayı severler. Yalnızlık onlar için bir sığınaktır.” Litvanyalıların bu tuhaf çekingenliği muhtemelen topraklarının verdiği bir üründür. Engin düzlüklerin sakinleri olan Ruslar ve Ukraynalılar büyük köyler kurabilmiş, komşu kasabalardaki pazarlara gidebilmiş, diğer köylülerle görüşebilmiş, onlarla ilişkiler kurabilmiş ve böylece sosyal ve konuksever olmuşlardır. Litvanya’nın devasa ormanları ve geniş bataklıkları büyük köylerin ortaya çıkmasını engellemiştir. Sağlam zemine sahip yerlere birkaç ev inşa edilebiliyordu fakat geçit vermez yollar nedeniyle herhangi bir aile, komşu yerleşimlerin sakinlerini ziyaret edemiyordu. Bu şekilde birbirlerinden uzakta yaşayan Litvanyalılar sosyalleşemez olmuşlardı. Yüzyılların büyüttüğü bu mizaç kusurlarını düzeltmek yine yüzyıllar alır, farklı bir ülkede farklı koşullarda yaşamaya başlayanlar için bile bu geçerlidir.21
Litvanyalılar genellikle muhteşem birer eş ve baba olurlar. Sadece evlerindeyken mutludurlar; fakat evlerini öyle içtenlikle severler ki bu sebeple eşlerini ve çocuklarını kıskanmaya eğilimli olurlar, onları dış etkilerden muhafaza etmeyi isterler. Büyükbabam, en nihayetinde birer Rus olan ve yurttaşlarıyla birlikte çalışmak zorunda kalan oğullarını Moskova’nın göbeğinde bulunan bir tür yapay Litvanya’ya kapadığında böyle bir eğitimin çocukların yaşamını nasıl güçleştireceğini fark edememişti. Neyse ki büyükbabam en azından ev hapsindeki çocukları için iyi bir arkadaş olmuştu; bayram akşamları bütün aile konuk salonunda toplanır, sırayla yüksek sesle büyük Rus yazarların eserlerini okurdu. Babam, on beş yaşına geldiğinde başyapıtlarımızın çoğunu biliyordu. Çocuklar öğrendikleri şiirleri okumayı alışkanlık