diktiği mermer anıta onun suretini işletti.
Günün modasına uygun olarak büyükbabamın ve eşinin Moskovalı bir sanatçı tarafından yapılmış portreleri vardı. Babaannem 1830 yılının kıyafeti ve başörtüsüyle, genç, güzel ve mutlu biri olarak resmedilmişti. Babası Moskovalı bir Rustu, buna karşın kendisinde Ukraynalı tipi vardı. Annesi muhtemelen Ukraynalıydı.23 Belki de büyükbabamı ilk başta etkileyen ve bu Moskovalı kızla evliliğe götüren şey onun kökeniydi. Büyükbabamın portresi onu altın işlemeli tören elbisesiyle gösteriyordu. O dönemde Rusya’daki her şey askerileştirilmişti. Devlete hizmet eden doktorların sivil kıyafet giymelerine izin verilmiyor, üniforma giymeleri ve kılıç kuşanmaları gerekiyordu. Dostoyevski anılarında babasını bir ordu mensubu olarak görür, bunun en büyük sebebi ise hayata askeri cerrah olarak başlayan babasının bir subayın askeri tavırlarını her zaman muhafaza etmiş olmasıdır. Kendisi Litvan tipinin özelliklerine sahipti, dört oğlu da ona çok benziyordu. Ne var ki babamın gözleri kahverengiydi, hakiki Ukraynalı gözleriydi, ayrıca Rus annesinin nazik gülümsemesine sahipti. Geri kalan erkek kardeşlerinden daha canlı, daha tutkulu ve daha girişkendi. Anne babası ona “delifişek” derdi. Kibirli değildi, genellikle Lehlerin ve Litvanların proletaryaya karşı sergilediği küçümseyici tavra sahip değildi. Yoksulları sever, onların yaşamlarına büyük bir ilgi duyardı. Büyükbabamın özel bahçesi ile hastanenin, nekahet dönemlerindeki hastaların yürüyüşe çıkarıldığı bahçesi arasında bir demir kapı vardı. Küçük Dostoyevskilerin bu kapıya gitmeleri kesinlikle yasaktı, büyükbabamların Moskovalı alt sınıfların tavır ve davranışlarına itimatları yoktu. Tüm çocuklar bu yasağa boyun eğmişti, babasının gazabına meydan okuyarak sessizce kapıya yaklaşıp nekahet dönemindeki köylüler ve küçük esnaflarla muhabbet eden babam hariç. Yazın Darovoye’ye yapılan ziyaretlerde babam, anne babasının serfleriyle24 arkadaş olmuştu. Andrey Amcama göre kardeşi Fyodor’un en büyük zevki tarlada çalışan zavallı köylü kadınlara yardımcı olmaktı.
Büyükbabamlar çok dindardı. Sık sık kiliseye gider, çocuklarını da yanlarına alırlardı. Babam, kilisedeyken işittiği İncil okumalarının üzerinde yarattığı derin etkiyi yapıtlarında anımsamaktadır. Büyükbabamın inancının, Rus aydınlarının mistik, histerik ve ağlamaklı inancıyla pek bir ortak yanı yoktu. Yurttaşlarım yaşamın insanların başına sardığı sonu gelmez dertlerden yakınırlar; Tanrı’yı acımasızlıkla suçlar, ona küfreder, tıpkı aptal çocuklar gibi yumruklarını göklere doğru sallarlar. Büyükbabamın Litvan inancı ise acı çeken ve mücadele eden olgun insanların inancıydı. Cizvitler ve belki de Töton Şövalyeleri, Litvanyalılara Tanrı’ya saygı göstermeyi ve onun iradesine boyun eğmeyi öğretmişlerdi. Din adamlığını, tüm meslekler içindeki en soylu ve en seçkin kariyer olarak gören dindar Ukraynalılardan geliyor olmaları Dostoyevski ailesini Tanrı’yı sevmeye, ona yakınlaşmayı arzu etmeye yöneltmişti. Büyükbabam genç eşini, oğullarını ve kızlarını işte bu ideallerle yetiştirmişti. Çocukluk anılarından biri, babamın zihnini derinden etkilemişti. Bir bahar akşamı, bütün ailenin toplanmış olduğu konuk salonunun kapısı bir anda savrularak açılmış, Darovoye’deki mülkün kâhyası eşikte belirmişti. “Arazimiz yandı,” demişti acıklı bir sesle. Büyükbabamlar ilkin mahvolduklarını düşünmüşlerdi; fakat bundan yakınmak yerine ikonaların önünde diz çöküp onlara verilen bu derdi taşımak için kendilerine güç vermesini dileyerek Tanrı’ya dua etmişlerdi. Ne büyük bir inanç ve tevekkül örneğiydi bu çocuklarına verdikleri; babam fırtınalı ve talihsiz yaşamı boyunca bu sahneyi ne çok anımsamıştır kimbilir!
Delikanlılık
Büyük oğulları Çermak’ın hazırlık okulundaki eğitimlerini tamamladıktan sonra büyükbabam onları Petersburg’a götürdü. Onları doktor yapmaya niyetli değildi; oğullarını o dönem zeki insanlar için muhteşem olanaklar sunan orduya sokmayı istiyordu. Rusya’da her memurun çocukları için devlet okullarında ücretsiz eğitim talep etme hakkı vardı. Büyükbabam işini bilen biri olduğundan görünüşte iki nedenden dolayı Askeri Mühendishane’yi tercih etmişti; buradan mezun olan öğrenci İmparatorluk Muhafızları alayında subay olup muhteşem bir kariyere sahip olabilir ya da inşaat mühendisi olup ciddi bir servet biriktirebilirdi. Çocukları sözkonusu olduğunda büyükbabam Mihail çok hırslıydı, dur durak bilmeden çalışmak zorunda olduklarını onlara her zaman hatırlatırdı. “Siz yoksulsunuz,” derdi. “Size bir servet bırakamam, güvenebileceğiniz tek şey kendi gücünüz, çok çalışmalı, yaptığınız işe dört elle sarılmalı, sözlerinize ve hareketlerinize dikkat etmelisiniz.”
O dönem babam on altı, Mihail Amcam ise on yedi yaşındaydı. Her daim babalarının gözetiminde, yaşama dair hiçbir şey bilmeden, kendileriyle yaşıt arkadaşları olmadan büyütülmüş olduklarından içten ve romantik iki koca çocuktan başka bir şey değildiler. İki kardeş arasında çok büyük bir sevgi vardı. Hayal dünyasında yaşıyor, çok okuyor, edebi görüşlerini birbirleriyle paylaşıyor, ortak idolleri Puşkin’in eserlerine tutkulu bir hayranlık besliyorlardı. Petersburg’a doğru yola çıktıklarında çocukluklarının sona erdiğini, yeni bir dünyaya adım atmakta olduklarını fark etmemişlerdi.25
Dostoyevski Askeri Mühendishane’de.
Moskova’dan Petersburg’a yapılan ve birkaç gün süren bu yolculuk boyunca26 genç Dostoyevskiler hayal kurmaya devam etmişlerdi. “Ağabeyim ve ben,” diyor babam, “büyük ve güzel şeyler hayal ediyorduk. Sözcükler kulağımızda muhteşem tınlıyordu. Onları ironi yapmaksızın kullanıyorduk. O günlerde hepsi de eş düzeyde güzel kimbilir kaç sözcük tekrarlayıp durduk. Ne olduğunu bilmediğim bir şeye tutkulu bir inanç duyuyorduk, matematik sınavlarının tüm zorluklarının farkında olmamıza rağmen yalnızca şiirleri ve şairleri düşünebiliyorduk. Ağabeyim şiirler yazıyordu, ben ise Venedik’te geçen aşk hikâyeleri yazıyordum.”
Genç hayalperestleri Petersburg’ta büyük bir talihsizlik bekliyordu. Büyükbabam, çocukları için Mühendishane’de iki kişilik yer elde etmiş olmasına rağmen buraya yalnızca Fyodor’u yerleştirebildi. Mihail başkentte çalışmak için fazla narin bulundu ve yetkililer onu bazı gençlerle birlikte Mühendishane’nin bir tür ek binasının bulunduğu Reval’e gönderdi. Babamın, çok sevdiği kardeşinden ayrılması karşısındaki çaresizliğinin bir eşi daha yoktu. Babası Moskova’ya döndüğünde, hiçbir arkadaşlık ilişkisi olmadan kelimenin tam manasıyla yapayalnız kaldığı için daha çok acı çekti. Yatılı okuyordu, şehirde kimseyi tanımadığı için tüm tatillerini okulda geçirmek zorundaydı.27 Mühendishane, kentin en iyi bölgesinde bulunan Yaz Bahçesi’nin karşısında, Fontanka Nehri’nin kıyısındaki, talihsiz imparatorun katledildiği kadim Paul Sarayı’nda bulunuyordu. Odalar geniş ve aydınlıktı, temiz hava ve güneş ışığıyla doluydu. Kimse çocuklarının kalması için daha iyi bir yer isteyemezdi; büyükbabam bir doktor olduğundan geniş alanın ve ışığın gençlerin beden eğitimlerinde önemli bir rol oynadığının farkındaydı. Ne var ki babam Mühendisler Kalesi’nde mutlu değildi.28 Diğer öğrencilerle paylaştığı ortak yaşamı sevmiyordu, çalışmak zorunda olduğu matematik bilimleri şair ruhuna itici geliyordu. Babasının isteklerine bağlı kalarak görevini itinayla yerine getiriyordu fakat bunu kalben yapmıyordu. Boş vakitlerini pencere boşluğunda oturup akan nehri izleyerek, gemilerin ahşap gövdelerine hayranlık duyarak, hayal kurarak ve okuyarak geçiriyordu. Babasının evinden pek ender çıkmıştı,