tamamen farklıydı. Şaraptan hoşlanmıyordu, tıpkı sinirli yapıdaki insanlar gibi şarap da midesini bulandırıyordu. Çevresindeki herkese karşı kibar ve sevgili doluydu, kuşku uyandıran biri olmak şöyle dursun gayet sade ve güven veren biriydi. Dostoyevski, para tutmayı bilmemesi nedeniyle sıklıkla kınanmıştır. Ondan para isteyenleri asla geri çeviremez, sahip olduğu her şeyi başkalarına verirdi. Bunu yalnızca hayır için değil aynı zamanda babası gibi tamahkâr biri olmaktan korktuğu için yaptığına şüphe yok. Böyle olmaktan daha çok korkuyordu çünkü bu kötülüğün, kardeşi Barbara’da yeniden kendini gösterdiğini ve yavaş yavaş gerçek bir deliliğe dönüştüğünü görmüştü. Hiç şüphesiz ki Dostoyevski tamahkârlığın, bu ahlaki illetin ailesinde kalıtsal olduğunu ve eğer dikkatli olmazlarsa her birinin bu illetin saldırısına uğrayabileceğini kendine itiraf etmişti.
Büyükbabamın alkolikliği neredeyse tüm çocuklarının yaşamlarını mahvetti. En büyük oğlu Mihail ile en küçük oğlu Nikolay bu hastalığı miras almışlardı. Mihail Amcam, sarhoş olmasına rağmen en azından çalışabiliyordu, ne var ki talihsiz Nikolay, parlak bir eğitim hayatının ardından hiç ama hiçbir şey yapamayarak bütün yaşamı boyunca ailesine yük olmaya devam etti. Babamın kendisine çok fazla ıstırap veren epilepsisi de muhtemelen aynı nedenden kaynaklanıyordu. Ancak ailenin en sefil üyesi kesinlikle halam Barbara’ydı. Kendisine Moskova’da hatırı sayılır miktarda gayrimenkul bırakan hali vakti yerinde biriyle evlenmişti. Evler iyi gelir getiriyordu; halamın çocukları hayatlarını rahatça kurmuşlardı, hiçbir şeyin eksikliğini hissetmiyorlardı. Bu sayede ilerleyen yaşında rahatını sağlamak için gerekli olan her şeye sahip olmuştu, ancak talihsiz kadın cimriliğinin ve hastalık derecesindeki tamahkârlığının kurbanı oldu. Para çantasını bir tür yeisle açardı, en ufak harcamalar bile onun için bir işkenceydi. En sonunda maaşlarını ödemekten kaçınmak için tüm hizmetkârlarını kovdu. Odalarında ateş yanmıyordu, bütün kışı bir pelerine sarınmış halde geçirirdi. Yemek yapmıyordu, haftada iki defa dışarı çıkıyor, biraz ekmek ve süt alıyordu. Yaşadığı çevrede onun bu akıl almaz tamahkârlığı hakkında büyük dedikodular dönüyordu. Muhtemelen çok parası olduğu ve bu nedenle tüm varyemezler gibi parasını evinde sakladığı konuşuluyordu. Bu dedikodu, halamın kiracılarına hamallık yapan genç bir köylünün aklına yatmıştı. Mahallede sinsice dolanmakta olan bir serseriyle anlaşarak bir gece zavallı deli kadının evine girip onu öldürdüler. Bu cinayet babamın ölümünden çok sonra işlendi.
Büyükbabamın alkolikliğinin kalıtsal olması gerektiği sonucunu çıkarıyorum, zira kendisinin münferit sarhoşluğu ailemizde böyle bir felakete yol açamazdı. Bu rahatsızlık Mihail Amcamın ailesinde de kendini göstermeye devam etti, ikinci ve üçüncü nesiller de bu illetin kurbanı oldular. Barbara Halamın oğlu öyle aptaldı ki budalalığı neredeyse zekâ geriliği düzeyindeydi. Andrey Amca’mın genç ve parlak bir dâhi olan oğlu tüm vücuduna yayılan felç yüzünden hayatını kaybetti. Bütün Dostoyevski ailesi nevrasteni34 hastasıydı.
İlk Adımlar
Dostoyevski, Mühendisler Kalesi’ndeki çalışmalarını tamamladıktan sonra Askeri Mühendislik Daire Başkanlığı’na atandı. Bu pozisyonda uzun süre kalmadı, çok geçmeden istifa etti. Artık kendisini devlete hizmet etmeye zorlayacak babası yoktu, askerlikten tat almıyor, roman yazarı olmayı ise her zamankinden daha çok istiyordu. Genç Grigoroviç de onu örnek aldı. Birlikte yaşamaya karar verdiler, bekâr evine çıkıp kendilerine bir uşak tuttular. Grigoroviç taşrada yaşayan annesinden para alıyordu. Babam ise Moskova’daki velisinden harçlık alıyordu ki kendisi mütevazı bir yaşam sürmeye yetecek kadar para gönderiyordu. Ne yazık ki babam ekonomiyle ilgili her zaman uçuk kaçık düşüncelere sahipti. Bütün yaşamı boyunca bir sonraki gün nasıl yaşayacağını kendine sormadan cebindeki parayı harcayan bir Litvan Schliahtitch oldu. Yaşlandıkça da akıllanmadı. Yaşamının sonlarına doğru kendisiyle birlikte yaptığımız bir yolculuğu hatırlıyorum, yazı Jean Amcamla birlikte geçirmek için Ukrayna’ya gidiyorduk. Yol üstünde birkaç günlüğüne Moskova’da kalmamız gerekiyordu, Dostoyevski, annemi çok gücendiren bir şey yaparak kentte yer alan en iyi otelde konaklamakta ısrar edip birinci katta yer alan süitlerden birini tutmuştu; oysa Petersburg’ta oldukça mütevazı bir evimiz vardı. Annem kendisine boş yere karşı çıkmıştı, kocasının müsrifliğine çare olmayı asla başaramadı. Aile ziyafetlerimizden biri için akrabalarımız akşam yemeğine geleceklerinde, babam gidip Rusların akşam yemeğinde çok önemli bir yere sahip olan, meyve ve tatlıdan oluşan ordövr almayı teklif eder-di. Annem buna rıza gösterecek kadar basiretsiz olursa Dostoyevski kentteki en iyi dükkânlara gidip orada bulduğu tüm iyi şeyleri alırdı. Dimitri Karamazov’un Mokroye’ye doğru yola çıkmadan önce Plotnikov’un dükkânından erzak aldığını ne zaman okusam gülümserim. Staraya Russa’da, bazen babamla gittiğimiz dükkânda olduğumu, eksiklerini giderirken takındığı o kendine özgü tavırlarını hevesli bir çocuk gibi ilgiyle izlediğimi gözümde canlandırırım. Buraya annemle gittiğimizde kadıncağız dükkândan elinde mütevazı bir paketle çıkardı. Babama eşlik ettiğimde ise dükkândan elimiz boş çıkardık, fakat birkaç küçük çocuk önümüzde ya da arkamızda bizimle birlikte evimize doğru yürür, iyi bir bahşiş alacaklarını umarak büyük sepetleri neşeyle taşırdı. Babam gerçek bir Schliahtitch gibi zengin ya da yoksul olup olmadığını asla sorgulamadı. Eskiden Polonya ve Litvanya’nın yerlisi soylular evde açlık çeker, halka açık toplantılara ise yaldızlı arabalarla, muhteşem kadife ceketlerle, paltolarla giderdi. Borçlardan belleri bükülmüş vaziyette yaşar, aldıklarının ancak onda birini geri öder, finansal durumları hakkında düşünmez, kendilerini eğlendirir, güler ve dans ederlerdi. Bu ırksal kusurların ortadan kaldırılması yıllar alacak, Dostoyevski soyundan gelenlerin birçoğu atalarının çılgın müsrifliğinden mustarip olmaya devam edecek. Ancak babamla Litvanya Schliahtitchi’si arasında önemli bir fark vardı. Onlar yalnızca mutlu yaşamayı umursuyor, başka şeylere önem vermiyordu. Babam ise karşılaştığı tüm fakirlere sadaka verirdi, bedbahtlıklarından bahsederek kendilerine yardım etmesi için ona gidenlere para vermekten asla geri duramazdı. En ufak hizmetleri karşılığında uşaklara verdiği bahşişler olağanüstüydü ve bu durum zavallı annemi çileden çıkarıyordu.
Babamın bu şekilde yaşayarak Moskova’daki velisinin gönderebileceğinden çok daha fazlasını harcadığı açıktır. Borca girmiş, alacaklılarının usandırıcı ısrarlarından kurtulma isteğiyle velisine sahip olduğu mirası görece az miktarda nakit para karşılığında takas etmeyi teklif etmişti. Gazetelerle ya da yayımcılarıyla ilgili hiçbir şey bilmediğinden tüm masumlu-ğuyla kalemi sayesinde geçimini sağlamayı umuyordu. Velisi pazarlığa oturmayı kabul etmişti, aslında bundan memnuniyet duymaması gerekirdi. Halalarım, ağabeyleri Fyodor’un ticaretten anlamadığını, ona en dezavantajlı şartların bile kabul ettirilebileceğini düşünüyordu. Bu süreci daha sonra, Dostoyevski ailesi birkaç arazi daha miras aldığında tekrarlamaya çalıştılar; babamın kız kardeşleriyle girmek zorunda kaldığı bu mücadele yaşamının son demlerini kararttı. Bu meselelerden kitabımın son bölümünde bütünüyle bahsedeceğim.
Borçlarını kapatan Dostoyevski çok geçmeden geriye kalan parayı da harcadı. Çeviriler35 yapmaya çalıştı ama pek tabii ki bunun getirisi pek az oldu. Bu noktada Kumanin Teyzesi yardımına koşarak ona bir ödenek sağladı. Kumanin, Dostoyevski’nin annesinin zengin bir adamla evlenen kız kardeşiydi, etrafı kendini işlerine adamış bir hizmetkâr ordusuyla çevirili bir hâlde Moskova’da iyi bir evde yaşıyor, birkaç hanım arkadaşı tarafından refakat edilip eğlendiriliyor, karşısında titreyen bu zavallı kadınların zengin despotluğundan doğan kaprislerine kaynaklık ediyordu.