ederken bölgenin tüm aydınlarını etrafında toplayabilmeyi her zaman başarmıştır. Petraşevski’nin evinde gerçekleşen ilginç toplantılardan haberdar olduğunda arkadaşlarından birine kendisini bu toplantılara katması için yalvardı. Babamla karşılaşmadan birkaç toplantıya katıldı. Bir gece, Andrey bir gruptan diğerine geçerek genç adamların siyasi tartışmalarını büyük bir ilgiyle dinliyorken aniden yüzü bembeyaz kesilmiş, öfkeyle gerilmiş bir halde ağabeyi Fyodor’u karşısında buldu.
“Burada ne işin var?” diye sordu korkunç bir sesle. “Defol, derhal defol git buradan; bir daha seni bu evde görmeyeyim.”
Amcam, ağabeyinin öfkesi karşısında öyle telaşlanmıştı ki Petraşevski’nin resepsiyonundan hemen ayrıldı ve bir daha da geri dönmedi. Polis daha sonra bu kumpası keşfettiğinde Dostoyevski biraderlerin hepsi tutuklandı. Andrey Amcamın masumane yanıtları kumpasla ilgili hiçbir şey bilmediğini hâkimlere açıkça gösterdi ve çok geçmeden serbest bırakıldı. Ağabeyinin öfkesi onu kurtarmıştı. Mihail Amcam birkaç hafta hapis yattı. Dostoyevski daha sonra, Bir Yazarın Günlüğü’nde Mihail’in çok şey bildiğini söylemiştir. Babamın, kendisinden herhangi bir sır saklamamış olması muhtemeldir. Amcam aynı zamanda diline nasıl hâkim olacağını da biliyordu, böylece hiçbir itirafta bulunmadı. Petraşevski’yi pek nadiren ziyaret ettiğini, evine yalnızca kitap almak için gittiğini kolaylıkla kanıtlayabildi. Sonunda serbest bırakıldı, davaya bakmakta olan Prens Gagarin iki kardeş arasındaki sevgiden haberdardı; kardeşinin salıverildiğini, onun için endişelenmemesi gerektiğini hemen babama bildirdi. Babam Prens Gagarin’in bu cömert davranışını asla unutmadı ve Bir Yazarın Günlüğü’nde bundan bahsetti.
Fyodor Dostoyevski, kardeşlerinden daha sert muameleyle karşılaştı. Petro ve Pavel Kalesi’ne, siyasi kumpasçıların kapatıldığı korkunç hapishaneye gönderildi. Burada hayatının en sefil aylarını yaşadı. Bunlar hakkında konuşmak istemez, unutmaya çalışırdı. Bunu söylemek tuhaf. Hapishanede yazdığı Küçük Kahraman romanı tüm yapıtları arasındaki en şiirsel, en nazik, en genç ve en taze çalışmaydı. Romanı okurken Dostoyevski’nin karanlık hücresinde çiçeklerin kokusunu, büyük parklarda yüzyıllık ağaçların yarattığı şiirsel gölgeleri, çocukların en neşeli kahkahalarını ve genç kadınların zarafetini zihninde canlandırmaya çalıştığını düşünebiliriz. Petersburg’ta yaz hüküm sürüyordu, fakat güneş yaşlı kalenin nemli duvarlarına neredeyse hiç vurmuyordu.
Rusya’da her zaman olduğu gibi Petraşevski davası da uzadıkça uzadı. Vali kumpasçılarla ciddi anlamda ilgilenmeye karar verdiğinde çoktan sonbahar gelmişti. Siyasi davalarımıza neredeyse her zaman askeri mahkemeler tarafından bakılırdı; Petraşevski olayını soruşturmakla yükümlü generallerin başında General Rostovzov bulunuyordu. Kendisi, daha sonra serflerin özgürleştirilmesi için kurulan komisyonun başkanlığına atanmış; serfleri özgür bırakmayı fakat tüm toprakları ellerinde tutmayı isteyen büyük toprak sahipleriyle etkin bir mücadele yürütmüştür. Ona büyük bir saygı duyan II. Aleksandr tarafından desteklenen Rostovzov zafere ulaşmış, köylüler kendi paylarına düşen toprakları kazanmışlardı. General Rostovzov ateşli bir vatanseverdi, siyasi kumpasları birer cinayet olarak görürdü. Polisin Petraşevski ile onun partisine mensup gençlerin evlerinde ele geçirdiği belgeleri dikkatle inceledi; onlara karşı toplanan delillerin zayıflığı karşısında muhtemelen şaşkına dönmüştü. Dostoyevski’nin zekâsı ve yeteneği hakkında bir şeyler bildiğinden onun, hareketin liderlerinden biri olduğundan şüphelendi ve onu konuşturmayı aklına koydu. Duruşma günü babama karşı sıcakkanlı ve cana yakındı. Dostoyevski’y-le, yapmakta olduğu şeyin ağırlığının bütünüyle farkında olmadan talihsiz bir şekilde bir siyasi kumpasın içine çekilmiş, büyük yeteneklere, yüksek Avrupa kültürüne sahip genç bir yazarla konuşur gibi konuştu. General ağır bir cezadan kurtulabilmesi için Dostoyevski’nin oynaması gereken rolü açıkça belirtiyordu. Babam her zaman çok masum ve saf bir insandı. Bunların hiçbirini anlamamıştı; kendisine bir suçlu gibi değil de bir dünya insanı olarak davranan bu generalden etkilenmişti, tüm sorularını büyük bir istekle yanıtladı. Rostovzov ağzından bir şeyler kaçırmış olmalıydı, çünkü babam yoldaşlarını satarak kendi özgürlüğünü kazanmaya davet edildiğinin aniden farkına varmıştı. Ona böyle bir teklifte bulunulduğu için derinden öfkelenmişti. Rostovzov’a duyduğu sempati nefrete dönüşmüştü. İnatçı ve temkinli bir hal alarak kendisine yöneltilen her soruya kaçamak cevaplar verdi. Genç adam heyecanlı, histerik ve hapiste geçen uzun aylardan sonra yorgun düşmüş olsa da General’den daha güçlüydü. Taktiğinin fark edildiğini gören Rostovzov kontrolünü kaybetti; salondan ayrılıp sual varakasını soruşturmada yer alan diğer üyelere bıraktı. Arada sırada, bitişikte bulunan odanın kapısını açıp şöyle diyordu: “Dostoyevski’yi sorgulamayı bitirdiler mi? Bu pişkin günahkâr, mahkeme salonunu terk edinceye dek oraya dönmeyeceğim.” Babam Rostovzov’un düşmanca tutumunu asla affedemedi. Ona şarlatan derdi, bütün yaşamı boyunca onun hakkında kaba bir şekilde konuştu. Onu daha çok küçümsüyordu, çünkü dava sırasında Dostoyevski haklı olduğuna inanıyor, kendini ülkesini kurtarmaya istekli bir kahraman olarak görüyordu. Sorgu esnasında çektiği acılar onun zihninde çok derin bir etki bırakmıştı. Bu durum daha sonraları kendini Raskolnikov’un Porfiri’yle; Dimitri Karamazov’un ise kendisini Mokroye’de sorguya çekmeye gelen sorgu memurlarıyla yaptığı düelloda ifade bulmuştur.
Rostovzov başkanlığındaki generaller ölüm cezasını I. Nikolay’a sundular. O ise bunu imzalamayı reddetti. İmparator zalim biri değildi fakat dar görüşlüydü, psikolojiye dair en ufak bir fikri yoktu. Doğrusunu söylemek gerekirse sözkonusu bilim o dönem Rusya’sında pek az biliniyordu. İmparator kumpasçıların ölmesini arzu etmiyor; fakat “bu genç adamlara iyi bir ders vermek” istiyordu. Danışmanları acıklı bir komedi oynamayı önerdiler. Mahkûmlara ölüme hazırlanmaları söylendi. İdam iskelesinin kurulduğu halka açık bir alana getirildiler. İskelenin üzerine çıkarıldılar. Kumpasçılardan biri gözleri bağlanarak bir direğe bağlandı. Askerler sanki bu talihsiz mahkûmları vurmak üzereymiş gibi davranıyorlardı. O anda bir ulak geldi ve İmparator’un bu ölüm cezasını ağır iş cezasına çevirdiğini ilan etti. O döneme ait kayıtlarda herhangi bir kaza yaşanır korkusuyla askerlerin tüfeklerinin dolu bile olmadığı, Saray’dan gelmiş olması gereken ulağın ise kumpasçılar henüz oraya gelmeden önce orada bulunduğu belirtilmektedir. Tüm bunlar şüphesiz ki doğrudur; gelgelelim talihsiz gençler bunlardan haberdar değildi ve ölmeye hazırlanıyorlardı. Eğer I. Nikolay daha zarif bir yaradılışta olsaydı kumpasçıları vurmanın onların böyle bir acıya katlanmak zorunda kalmalarından çok daha cömert bir davranış olacağını anlardı. Gelgelelim İmparator döneminin gereklerine uygun davranmıştı, dedelerimiz sahte duygusallık dolu sahnelere bayılırdı. Hiç şüphe yok ki Nikolay, genç adamlara yaşamlarını idam için kurulan iskelede geri vererek onlara büyük bir mutluluk bahşettiğini düşünmekteydi. Fakat onlardan pek azı bu mutluluğu hissedebildi, kimileri aklını kaçırdı, diğerleri ise genç yaşta öldü. Eğer bu acımasız jest olmasaydı belki de babamın epilepsisi asla böyle korkunç bir hal almayacaktı.
Petraşevski Kumpası
Dostoyevski ne kadar hasta ve zayıf düşmüş olsa da idam iskelesine cesurca çıkmış, ölümle yiğitçe yüzleşmişti. Bize o an hissettiği tek şeyin, hazırlıksız bir şekilde Tanrı’nın huzuruna çıkacak olmasından kaynaklanan mistik bir korku olduğunu söylemişti. İdam iskelesinin etrafında toplanan arkadaşları da onun sakin ve ağırbaşlı olduğunu söylüyorlar. Babam o an hissettiklerini Budala’da betimlemiştir. Burada ölüme mahkûm edilen birinin acısını resmetse de cezasının tecilini öğrendiğinde