Любовь Федоровна Достоевская

Dostoyevski'nin hayatı


Скачать книгу

dans ediyor ama ben onların yanında değilim. Onları tekrar görebilecek miyim, Tanrı bilir!” Dostoyevski bu soğuk kalpli şehri arkasında bırakırken kederli zihninde yalnızca yeğenleri vardı.

      Sibirya’ya ulaştıktan sonraki mola yerlerinin ilkinde iki hanımefendi babamı ziyaret etti. Bunlar, yeni gelen siyasi mahkûmlarla, onları rahatlatacak birkaç söz söylemek ve birer hükümlü olarak onları bekleyen yaşamla ilgili bazı tavsiyeler vermek üzere tanışmayı kendilerine görev edinen “Aralıkçılar”ın eşleriydi.44 Babama bir İncil vermişlerdi, hapishaneye kabul edilen tek kitap buydu. Kadınlardan biri, polis memurunun sırtının dönük olduğu bir andan yararlanıp babamla Fransızca konuşarak ona yalnız kaldığında kitabı dikkatle incelemesini söyledi. Babam, İncil’in iki yaprağı arasına sıkıştırılmış 25 rublelik bir kâğıt para buldu. Bu parayla kendine küçük bir çarşaf, sabun, zahmetli yolculuğunu biraz iyileştirmek için tütün ve beyaz ekmek aldı. Sürgünde geçirdiği süre boyunca başka hiç parası olmadı. Kardeşleri, teyzesi ve arkadaşları, işlediği suç ve çarptırıldığı ceza nedeniyle korkuya kapılarak onu son derece alçak bir şekilde terk etmişti.

      Hapishane Yaşamı

      Bir insan yerinden yurdundan edilip de yıllarını yabancı bir dünyada, kaba halleri ve eğitimsizlikleriyle onu üzecek insanlarla birlikte geçirmeye mecbur bırakıldığında, duyarlılıklarına gelebilecek en büyük zararlardan kaçınmasını sağlayacak bir plan düşünür, bir tavır takınır, belli bir davranış biçimi üzerine kafa yorar. Bazıları rahat bırakılacaklarını ümit ederek kendini sessizlik ve kibir içinde emniyete alır, diğerleri ise dalkavuklaşıp en aşağılık şekilde yaltaklanarak güven satın almaya çalışır. Yıllarca hapiste etrafına korku salan, kaybedecek bir şeyleri olmayan, hiçbir şeyden korkmayan, her şeyi yapabilecek bir grup suçlunun arasında yaşamaya mahkûm edilen Dostoyevski ise çok farklı bir tutum tercihinde bulundu; bir tür Hıristiyan kardeşliği üslubu geliştirdi. Bu onun için yeni bir şey değildi, henüz bir çocukken babasının özel bahçesindeki demir kapıya yaklaşıp cezalandırılmayı göze alarak hastanedeki yoksul hastalarla sohbet ederken, yine Darovoye’nin köylü-serfleriyle konuşurken ve tarlada çalışan zavallı kadınlara yardım ederek onların sevgilerini kazanmaya çalışırken bunu öğrenmişti. Daha sonraları başkentin küçük kafelerinde ve içki dükkânlarında Petersburglu yoksulları incelediği, onlarla bilardo oynadığı, kalplerinde yatan sırları ortaya çıkarmaya çalıştığı sırada onlara istedikleri içecekleri ısmarlarken o kardeşçe üslubu takınmıştı. Dostoyevski iyi kesimli ceketleri, modaya uygun kravatları, boş kafaları, kansız kalpleri ve renksiz ruhlarıyla kibar insanların doldurduğu zarif konuk salonlarını sık sık ziyaret ederek asla iyi bir yazar olamayacağının farkına varmıştı. Tüm yazarlar, acılarını boş laftan örülmüş peçelerin ardına saklama sanatını hiç öğrenmemiş olan basit ruhlara sırtlarını yaslar. Yasnaya Polyanalı köylüler, Tolstoy’a Moskovalı arkadaşlarının öğretebileceğinden çok daha fazla şey öğretmiştir. Av gezilerinde Turgenyev’e eşlik eden köylüler, kendisine Avrupalı arkadaşlarından daha çok özgün fikir vermişlerdir. Dostoyevski de sırtını yoksul halka yaslamış, çocukluğundan itibaren içgüdüsel olarak onlara erişmenin yollarını aramıştır. Halihazırda belli düzeyde edinmiş olduğu bu teknik ona en büyük hizmeti Sibirya’dayken sağlayacaktı.

      Dostoyevski kendini mahkûm arkadaşlarına nasıl sevdirdiğini bizden saklamamıştır. Budala romanında, attığı ilk adımları ayrıntılı olarak anlatır. Avrupa kültürüne sahip çok köklü bir aileden gelen Prens Mışkin, soğuk bir kış gününde seyahat etmektedir. Kendisi bir Rus olmasına rağmen tüm gençliğini İsviçre’de geçirmiştir, anavatanı hakkında pek az şey bilmektedir. Rusya son derece ilgisini çekmekte, onu cezbetmektedir; Rusya’nın ruhuna inmeyi, sırlarını keşfetmeyi arzulamaktadır. Prens yoksul olduğundan üçüncü mevkide seyahat eder. Züppe değildir; kaba, sıradan yol arkadaşları onda tiksinti uyandırmaz. Bunlar gördüğü ilk gerçek Ruslardır; İsviçre’de yalnızca Avrupalıları taklit eden aydınlarla ve adına Rusça dedikleri korkunç bir aksanla konuşan ve ulusumuzun kutsal hayallerinin temsilcileriymiş gibi davranan siyasi mültecilerle tanışmıştır. Prens Mışkin o âna dek yalnızca kopyalar ve karikatürlerle karşılaşmış olduğunu fark eder, en sonunda asıl Rusları tanımaya can atmaktadır. Üçüncü mevkideki arkadaşlarına sempatiyle bakarak onlarla muhabbete girmesini sağlayacak ilk cümleyi bekler. Yol arkadaşlarından biri onu merakla gözlemlemektedir, daha önce böyle bir kuşu bu kadar yakından görmemişlerdir. Prens’in kibar davranışları ve Avrupai kıyafeti onlara saçma görünmektedir. Belki onunla eğlenirler diye alay etmek üzere kendisiyle sohbet etmeye başlarlar. Prens’in söylediği ilk sözlere kaba bir şekilde güler, birbirlerini dürterler; fakat Prens konuşmaya devam ettikçe, yavaş yavaş gülmeye son verirler. Büyüleyici nezaketi, züppelikten uzak hali, sanki onlar kendi eşitiymiş, kendi dünyasından birileriymiş gibi masumane bir davranış sergilemesi bu insanların eşine ender rastlanan ilginç bir yaratığın (gerçek bir Hıristiyan’ın) huzurunda bulunduklarını fark etmelerini sağlamıştır. Genç Rogojin sözkonusu Hıristiyan kibarlığının çekimini hissediyor, yüreğinde yatan sırları kendisini çok büyük bir ilgiyle dinleyen bu seçkin yabancıya bir an önce açmak istiyordu. Rogojin okuma yazma bilmiyor olmasına karşın çok zeki biridir, Prens Mışkin’in kendisinden ahlaken daha üstün olduğunu anlamaktadır. Ona hayranlık duyar, saygı gösterir fakat bu yoksul Prens’in yaşam hakkında hiçbir şey bilmeyen kocaman bir çocuk, saf bir hayalperest olduğunu da açıkça görmektedir. O ise dünyanın ne kadar kötü ve amansız bir yer olduğunu bilmektedir. Bu büyüleyici Prens’i koruma fikri Rogojin’in soylu kalbine düşer. Petersburg istasyonunda onun yanından ayrılırken “Sayın Prens,” der, “lütfen gelip beni ziyaret ediniz. Sizin için içi kürklü bir manto hazırlatacağım; size, para ve konumunuza uygun muhteşem kıyafetler vereceğim.”

      Dostoyevski Sibirya’ya soğuk bir kış gününde ulaştı. Anavatanın bağrından çıkarıp Sibirya’nın farklı infaz istasyonlarına gönderdiği hırsızlar ve katillerle birlikte üçüncü mevkide seyahat ediyordu. Yeni arkadaşlarını merakla gözlemledi. İşte en sonunda orada, boş yere Petersburg’ta aradığı gerçek Rusya’daydı! Slavlar ile Moğolların, dünyanın altıda birini fetheden ilginç karışımı olan şu Ruslar işte oradaydı. Dostoyevski yol arkadaşlarının kasvetli yüzlerini inceledi, tüm ciddi yazarların az ya da çok sahip oldukları altıncı his, onların düşüncelerini deşifre etmesini ve çocuksu kalplerini okumasını sağladı. Kendisiyle birlikte yürüyen mahkûmlara sempatiyle bakıyordu, ilk fırsatta onlarla sohbete girişti. Mahkûmlar ise ona dost canlısı olmaktan uzak, sorgulayan gözlerle bakıyorlardı. Soylu değil miydi; serflere köpek gibi davranıp onları, efendileri aşırılık içinde yaşasın diye bütün hayatları boyunca zahmet çekmeye mahkûm edilmiş köleler olarak görüp tepeden bakan şu uğursuz kalıtsal tiranlar sınıfından gelmiyor muydu? Dostoyevski’ye gülmeyi ve onu mutsuz ederek kendilerini eğlendirmeyi umut ederek onunla sohbete başladılar. İlk sözlerini duyduklarında birbirlerini dürtüp babamla alay ettiler, fakat babam konuşmaya devam ettikçe alaylar ve kahkahalar yavaş yavaş kesildi. Tanrı’yı her şeyin üzerine yerleştiren; ne sınıfın ne de eğitimin insanlar arasında bir ayrım yaratabileceğine, herkesin Tanrı nezdinde eşit olduğuna içtenlikle inanan; böbürlenmek için değil etrafına dağıtabilmek için kültürlenecek kadar uğurlu gerçek bir Hıristiyan, bilge ve mütevazı bir adam görmüşlerdi. Mujiklerin gerçek soylulara, gerçek baréye45 ilişkin düşünceleri bu yöndeydi ama heyhat! Bu tür soylulara pek nadiren rastlamışlardı. Dostoyevski’nin ağzından çıkan her sözle birlikte yol arkadaşlarının gözleri daha da açılıyordu.

      Dostoyevski kahramanlarından birinin