Prens Mışkin’in gerçekte hapishane yaşamındaki ilk yılı boyunca idam iskelesindeki anılarıyla hipnotize olan ve başka hiçbir şey düşünemeyen talihsiz hükümlü, siyasi kumpasçı Fyodor Dostoyevski’den46 başkası olmadığını halktan gizlemek için kullanmıştı. Budala’da Prens Mışkin ölüme mahkûm edilen bu adama dair tüm izlenimlerini Epançin ailesinin hizmetkârına anlatır. Daha sonra kendisine idamla ilgili soru sorduklarında Prens şöyle cevap verir: “Hizmetkârınıza izlenimlerimi aktardım, bunun hakkında daha fazla konuşamam.” Epançinler, Mışkin’i bu konuda konuşturmakta büyük güçlük çekerler. Dostoyevski’nin tavrı da tam olarak buydu; çektiği acıları hükümlülere anlattı fakat sonraları Petersburg’un aydınlarıyla bunları tartışmayı reddetti. Onu boşu boşuna hevesle soru yağmuruna tuttular, Dostoyevski kaşlarını çatıp konuyu değiştirdi.
Nastasya Filippovna’ya âşık olan Prens Mışkin’in kadınla evlenmeye talip olmaması, kendisini seven ve onunla evlenmek isteyen bir genç kıza ise, “Ben hastayım, asla evlenemem,” demesi son derece etkileyicidir. Bu muhtemelen Dostoyevski’nin ilk erkeklik döneminde sahip olduğu anlayıştı; hapishaneden çıkana dek bunu değiştirmeyecekti. Dostoyevski ile kahramanı arasındaki benzerlik en küçük ayrıntıları dahi kapsamaktadır. Prens Mışkin Petersburg’a bavulu olmadan, içinde yalnızca temiz bir çarşafın bulunduğu küçük bir paket taşıyarak gelir. Bir kopeği bile yoktur, General Epançin ona yirmi beş ruble verir. Dostoyevski de Sibirya’ya polisin getirmesine izin verdiği, içinde çarşaf bulunan küçük bir paketle gelmişti; bir kopeği bile yoktu, Aralıkçılar’ın eşleri ona İncil’in sayfaları arasına gizlenmiş yirmi beş ruble vermişti.
Dostoyevski’nin Sibirya’da yanına aldığı İncil.
İyi itibarı onu takip ediyordu; Omsk’ta kendisiyle birlikte hapis yatmakta olan yol arkadaşları yeni dostlarına, cezasını kendileriyle birlikte çekecek olan bu tuhaf adamdan, Dostoyevski’den bahsetmişti. Bazı iyi huylu hükümlüler bu genç hasta adamı, romanlarındaki kahramanları düşünmekle son derece meşgul olduğundan gerçek hayatı incelemek için hiç vakit ayıramamış olan bu hayalperesti, nasıl koruyabileceklerini düşünmeye çoktan başlamışlardı. Hükümlüler kendi kendilerine çocukluktan beri tükenmişlik ve yoksunluğa alışkın oldukları halde onlara ağır gelen yaşamın, konfor içinde yetiştirilen ve her şeyden önemlisi, toplumsal konumu sayesinde herkes tarafından saygı görmeye alışmış biri olan Dostoyevski için ne kadar zor olabileceğini düşünüyorlardı. Yaşamın uzun, kendisinin ise hâlâ genç olduğunu, salıverildikten sonra mutluluğun kendisini beklediğini söyleyerek onu teselli etmeye çalıştılar. Rus köylülerine özgü bir duygusal hassaslık gösterdiler. Babam Ölüler Evinden Anılar’da hapishanede üzgün bir şekilde dolanırken hükümlülerin nasıl gelip ona politika, yabancı ülkeler, kraliyet ve büyük şehirlerdeki yaşamla ilgili sorular sorduğunu betimlemiştir. “Verdiğim yanıtlara pek ilgi gösteriyormuş gibi görünmüyorlardı,” diyor babam; “Neden bu gibi bilgiler edinmeye çalıştıklarını hiç anlayamadım.” Gelgelelim bunun yanıtı oldukça basitti; iyi kalpli bir hükümlü Dostoyevski’nin tek başına, bir tür rüyadaymış gibi boşluğa bakarak yürüdüğünü fark etmişti. Onu düşüncelerinden kurtarmayı istiyordu. Bir beyefendinin bayağı şeylerle ilgilenmesi onun kaba zihnine imkânsız görünmüştü, dolayısıyla insan ilişkilerinde usta olan temiz kalpli bu adam babamla politika, yönetim, Avrupa gibi afili konulardan konuşmuştu. Yanıtlar ilgisini çekmiyordu fakat amacına ulaşmıştı. Dostoyevski uyanmıştı, canlılıkla konuşuyordu, melankolisi defolup gitmişti. Hükümlüler babamın içinde üzgün ve acı çeken bir genç adamdan fazlasını görüyorlardı. Onun dehasını sezmişlerdi. Okuma yazma bilmeyen bu mujikler bir romanın tam olarak ne olduğunu bilmiyorlardı fakat yüce bir ırkın yanılmaz sezgisiyle Tanrı’nın bu hayalperesti dünyaya muhteşem işler yapması için gönderdiğini anlamışlardı. Güçlü ahlakının farkına varmışlardı, ona bakabilmek için ellerinden geleni yaptılar. Dostoyevski Anılar’ında hükümlülerin banyoya gönderildikleri bir gün, içlerinden birinin babamı yıkamak için izin istediğini anlatmaktadır. Bu işi büyük bir dikkatle yapmış, ıslak tahtalarda kaymasın diye tıpkı bir çocuk gibi ona destek olmuştu. Adamın gösterdiği tüm bu dikkat karşısında büyülenen Dostoyevski, “Beni sanki çiniden yapılmışım gibi yıkadı,” der. Babam haklıydı. Aslına bakılacak olursa o, mütevazı dostlarının arasında değerli bir nesneydi. Rus toplumuna büyük hizmetlerde bulunacağını hissettikleri için hepsi onu koruyordu. Bir gün, kendilerine verilen yemeklerden dolayı çileden çıkarak bir gösteri düzenlediler ve Omsk Kalesi Kumandanı’nı görmek istediler. Babam bu gösteride yer almanın kendisi için bir görev olduğunu düşünmüştü fakat hükümlüler onun kendilerine katılmasına izin vermeyecekti.47 “Senin yerin burası değil,” diye bağırarak hapishaneye geri dönmesi konusunda direttiler. Hükümlüler gerçekleştirdikleri protesto nedeniyle ağır bir cezaya çarptırılma riskini üstlendiklerini biliyor, Dostoyevski’yi korumak istiyorlardı. Bu mütevazı mujikler şövalye ruhuna sahipti. Babama karşı Petersburglu arkadaşlarından, genç yaşında elde ettiği başarıyı zehretmek için ellerinden geleni yapan kötü ve kıskanç yazarlardan çok daha cömerttiler.
Eğer hükümlüler babamı koruduysalar, onlar üzerinde büyük bir ahlaki etki bırakmış demektir. Kendisinden bahsetmek için fazlasıyla mütevazıydı fakat Nekrasov bunu herkese duyuracaktı. Bu şair büyük bir gözlem yeteneğine sahip biriydi. Nekrasov, dergisinde büyük bir iştahla yayımladığı İnsancıklar’da Dostoyevski’nin zekâsının farkına varmıştı. Genç roman yazarıyla tanıştığında kalbinin saflığından ve soylu zihninden etkilenmişti. Dönemin Rus yazarlarının içinde yaşadığı dar, kıskançlık dolu, entrikacı çevre Nekrasov’un babamın arkadaşı olmasını engellemişse de onu asla unutmadı. Dostoyevski Sibirya’ya gönderildiğinde Nekrasov sık sık onu düşünüyordu. Bu şair, köylülerin ruhlarına ilişkin engin bilgisiyle diğerlerinden ayrılıyordu. Tüm çocukluğunu babasının küçük mülkünde geçirmiş, yaşamının ilerleyen dönemlerinde de her yaz oraya gitmişti. Rus halkını ve Dostoyevski’yi tanıyan biri olarak hükümlülerle genç roman yazarı arasındaki ilişkilerin nasıl olabileceğini kendi kendine sorup duruyordu. Şairler şarkılarla düşünürler, Nekrasov da bize muhteşem bir şiir bırakmıştır. Zavallı adlı şiiri, Dostoyevski’nin suçlular arasındaki yaşamını betimlemektedir. Ondan ismiyle bahsetmez -o dönemde çok katı olan Sansür Kurulu buna izin vermezdi- fakat edebiyat çevresinden arkadaşlarına ve daha sonrasında da bizzat Dostoyevski’ye kahramanın kim olduğunu söylemiştir.
Hikâye, bir anlık kıskançlıkla bir kadını öldüren, eskiden toplumun iyi kesimine mensup biri olan bir hükümlünün ağzından anlatılır. Hapishanede en rezil suçlularla ilişkiler kurar, onlar hakkındaki düşüncelerine karşın onlarla içer, onlarla kumar oynar. Diğerlerinden farklı olan bir mahkûm dikkatini çeker. Çok zayıftır, sesi çocuk gibidir; saçları açık renkte ve kuş tüyü gibi güzeldir.48 Çok sessizdir, diğerlerinden uzakta yaşar, kimseyle arkadaşlık kurmaz. Hükümlüler ondan hoşlanmaz, çünkü kendisi ağır işler yapamaz. Bütün gün uğraşmasına karşın zayıflığı nedeniyle çok az şey yapabildiğinden dolayı onunla kafa bulup ona “köstebek” derler. Onu itip kakarak kendilerini eğlendirir, gardiyanların acımasız emirleri karşısında beti benzi atıp dudaklarını ısırdığını gördüklerinde ona gülerler. Bir akşam hükümlüler hapishanede iskambil oynayıp kafayı çekmektedir. Uzun süredir hasta olan mahkûmlardan biri ölmek üzeredir; hükümlüler onunla dalga geçmekte, inancı hor gören ağıtlar yakmaktadır. “Sefiller!