Adım atarken sendeliyordu. Üzerine sardığı siyah örtüye ayağı takıldı. Sütunlardan birine tutunarak düşmekten son anda kurtuldu.
Geçit soğuk bir koridora açılıyor ve az ileride balkona benzeyen aydınlık bir yerde son buluyordu. Balkonun önünde hafif dumanlı bir boşluk vardı. Daha ileride ise ne oldukları anlaşılamayan yabancı mimari şekiller gördü. Şimdi sesler daha yüksek ve daha belirgindi. Balkonda ona arkalarını dönmüş olan üç kişi kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Parlak kumaşlardan bol ve rahat giysiler giymişlerdi. Aşağıdaki insan kalabalığının gürültüsü balkona kadar geliyordu. Bir pankartın geçtiğini görür gibi oldu. Parlak renkli bir nesne, bir şapka ya da bir giysi havaya fırlatıldı… Boşlukta parlayıp yere düştü. Atılan sloganlar İngilizce olmalıydı. Kalabalık sürekli “uyan” sözcüğünü tekrarlıyordu. Bir çığlık duydu. Balkondaki üç adam aynı anda kahkahalarla gülmeye başladılar.
Üzerinde kısa, mor bir kıyafet olan kızıl saçlı adam, hepsinden daha fazla gülüyordu. “Ne zaman uyanır bu Uykucu acaba, ne zaman?”
Büyük bir neşe içerisindeydi. Bir ses duydu. Arkasını dönüp geçide baktı. Bir anda yüzü değişti. Bambaşka bir ruh haline bürünmüş, adeta taş kesilmişti. Onun halini fark eden diğer ikisi de hızla döndüler. Öylece kalakaldılar. Yüzlerinde tam bir dehşet ifadesi vardı. Hissettikleri korku yüzlerine yansımıştı.
Graham daha fazla ayakta duramadı. Tökezledi ve yüzüstü yere kapaklandı.
IV
İsyanın Ayak Sesleri
Graham’in son hatırladığı şey zillerdi. Daha sonra yarım saatten uzun bir süre boyunca baygın kaldığını öğrenecekti. Ölümle yaşam arasında gidip gelmişti. Kendine geldiği zaman yine yarı saydam minderinin üzerinde yatıyordu. Kalbinde ve boğazında bir sıcaklık hissetti. Kolundaki siyah alet çıkarılmış ve aletin bulunduğu yere pansuman yapılmıştı. Beyaz çerçeve yine oradaydı. Daha önce kırılmış olan yeşil maddeden arta kalan parçalar toplanmıştı. Balkonda rastladığı mor giysili adam yanı başında duruyordu. Hayretler içerisindeydi. Graham’in yüzüne bakıyordu.
Zil sesleri uzaktan geliyordu. Hep bir ağızdan bağıran kalabalık bir topluluğun uğultusunu duyuyordu. Kapı kapanınca sesler kesildi.
Graham başını kaldırdı. “Tüm bunların anlamı nedir?” diye sordu, “Neredeyim ben?”
Kendisini ilk fark eden kızıl saçlı adamı gördü. Adam durgunlaşmıştı. Graham’in tam olarak neyi kastettiğini anlamaya çalıştı.
Mor giysiler içerisindeki adam yumuşak bir sesle yanıt vermeye çalıştı. İngilizceyi aksanlı bir şekilde konuşuyordu. Belki de Uykucu’ya öyle gelmişti. “Tamamen güvendesiniz. Buraya uykuya daldığınız yerden getirildiniz. Burası tamamen güvenli bir yerdir, rahat olun. Epeyce bir zamandır burada uyuyordunuz. Daha doğrusu trans halindeydiniz.”
Adam başka şeyler de söyledi. Ne var ki Graham adamın söylediklerini duymakta güçlük çekiyordu. Ona içmesi için içi sıvıyla dolu bir şişe vermişlerdi. O sırada havaya güzel kokulu bir madde püskürtüldü. Graham’in alnı hafif nemlenmişti. Ferahladığını hissetti. Büyük bir keyifle gözlerini kapattı.
Graham gözlerini açtığında, “Kendinizi daha iyi hissediyor musunuz?” diye sordu morlu adam. Otuz yaşlarında, sempatik bir adamdı. Sarımtırak sivri bir sakalı vardı. Mor cübbesinin yakasında altın bir kopça duruyordu.
“Evet,” dedi Graham.
“Epey bir süredir uyuyordunuz. Kataleptik trans halindeydiniz. Hiç katalepsiyi duymuş muydunuz daha önce? Size garip gelebilir ama inanın bana şu an her şey yolunda.”
Graham herhangi bir yanıt vermedi. Ama adamın sözleri bir nebze de olsa kendisini rahatlatmıştı. O sırada yanında durmakta olan diğer üç adamı fark etti. Ona bakışları çok garipti. Cornwall’da bir yerlerde olmalıydı. Ama etrafında gördüğü tüm bu garip şeyler kafasını karıştırıyordu.
“Kuzenime telgraf çektiniz mi acaba?” diye sordu, “E. Warming. Cancery Yolu, 27.”
Adamlar kendilerine söyleneni anlamaya çalıştılar. Karşılık gelmeyince Graham’in cümlesini tekrarlaması gerekti. “Ne kadar garip bir aksanı var,” diye fısıldadı kızıl saçlı adam. “Telgraf derken Efendim?” sivri sakallı genç adamın kafası karışmıştı.
“Elektrikli bir telegram göndermeyi kastediyor,” diye yorumladı üçüncü adam. On dokuz yirmi yaşlarında, şirin bir gençti. Sarı sakallı anladığını belli etti. “Ah ne kadar da aptalım. Bütün isteklerinizin yerine getirileceğinden emin olabilirsiniz Efendim,” dedi. “Ne var ki kuzeninize telgraf çekmek pek kolay olmayacak. Şu anda Lonra’da değil. Şimdilik kendinizi bu meseleleri anlamak için fazla zorlamayın. Çok uzun bir süre boyunca uyudunuz. Şu an için en önemli şey, bu durumla başa çıkabilmeniz Efendim.” Graham “Efendim” kelimesini adamın farklı bir biçimde telaffuz ettiğini fark etmişti.
Bir süre sessiz kaldı. Olup biteni anlaması mümkün değildi. Kafası iyice karışmıştı. Diğer taraftan bu garip giysili adamlar ne yaptıklarını biliyor gibi görünüyorlardı. Yine de hem onlar hem de içinde bulundukları bu oda fazlasıyla sıra dışıydı. Yeni kurulan bir yerde olmalıydı. Aniden kafasında bir şüphe uyandı. Yoksa burası halka açık bir sergi salonu muydu? Eğer öyleyse Warming’i bir güzel azarlaması gerekecekti. Ama Warming o karakterde bir çocuk değildi. Böyle bir şey yapmış olamazdı. Zaten halka açık bir sergide çırılçıplak uyanmış olması da mümkün değildi.
Yavaş yavaş kafasında bir şeyler belirmeye başladı. Şüphe yok ki çok uzun bir süre boyunca trans halinde kalmıştı. Kendisine dikkatle bakanların yüzlerindeki saygıyla karışık korku, onların içinden geçenleri ele veriyordu. Hepsini teker teker gözden geçirdi. Duyguları çok yoğundu. Onlar da onu anlamaya çalışıyorlardı. Konuşmak için dudaklarını araladı. Yapamadı. Her nedense konuşmak zor gelmişti. Çıplak ayaklarına baktı. Sessizce izledi onları. Hiçbir şey söylemek gelmedi içinden. Çok üşüyordu. Titrediğini fark etti.
Ona, tadı eti andıran pembe bir sıvı verdiler. İçer içmez kendisini daha iyi hissetmeye başladı.
“Bu iyi geldi,” dedi boğuk bir sesle. Konuşmak için birkaç kez girişimde bulunsa da bir türlü dilinin ucuna gelenleri söyleyemedi.
Can havliyle bir kez daha konuşmayı denedi. “Ne kadar…” dedi. Sesi çok zayıftı. “Ne kadar zamandır uyuyorum?”
“Oldukça uzun bir süre uyudunuz,” dedi sarı sakallı adam. Diğerleri ile göz göze geldi.
“Ne kadar?”
“Çok uzun bir süre.”
“Evet,” dedi Graham. Biraz sinirlenmişti. “Ben, ben… Çok uzun bir süre? Uzun yıllar? Kafam karışıyor iyice. Siz de…” Hıçkırdı. “Siz de lütfen bana kaçamak cevaplar vermeyin. Ne kadar zamandır uyuyorum ben?”
Durdu. Nefes alışları düzensizleşmişti. Gözlerini ovuşturdu. Kendisine net bir cevap verilmesini bekliyordu.
Etrafındaki insanlar alçak sesle konuşuyorlardı.
“Beş ya da altı yıl mı?” diye sordu hafifçe. “Yoksa daha mı fazla?”
“Bundan çok daha fazla.”
“Daha fazla?”
“Fazla.”
Yüzlerine baktı. Bakışlarında dehşet dolu bir ifade vardı.
“Çok uzun yıllar,” dedi kızıl sakallı.
Graham oturdu. Zayıf elleriyle nemlenen