David S. Kidder

Entelektüelin kutsal kitabı


Скачать книгу

bu yolculuğu aksatmak için elinden gelen her şeyi yapar. Zekâsının ve Tanrıça Athena’nın yardımıyla Odysseus en sonunda İthaka’ya dönmeyi başarır ve kendisine sadık kalan eşine evlilik teklifleriyle yanaşan talipleri dağıtır.

      İlyada ile Odysseia’nın, yazarlarına dair ayrıntılar bilinmemekle birlikte, antik Yunan’da gündelik hayat üzerinde inanılmaz kültürel ve işlevsel etkileri oldu. O zamanlarda epik şiirleri baştan sona ezberlemek yaygındı. Yunanistan’ın altın çağı MÖ 100’lerde son bulmuşsa da, Homeros’un eserleri kalıcı oldu ve Virgil’in Aeneid’i gibi antik Roma epiklerine de ilham verdi.

EK BİLGİLER:

      1. Uzun yıllar Truva Savaşı’nın sadece bir efsane olduğuna inanılmasına rağmen, 1800’lerin sonlarında Türkiye’de yapılan arkeolojik kazılar, savaşın tarihi temelleri olabileceğini ortaya koydu.

      2. Truvalı Helen’i “binlerce gemiyi yola çıkaran yüz” olarak betimleyen ünlü ifade İlyada’da değil, Christopher Marlowe’un ünlü oyunu Dr. Faustus’ta (1604) geçmektedir.

      Ayasofya

      Ayasofya, Konstantinopolis’te, yani bugünkü İstanbul’da İmparator Jüstinyen’in kişisel gözetimi altında bir Hıristiyan katedrali olarak inşa edildi. Kilisenin takdis töreninde Bizans hükümdarının, Eski Ahit’e göre Kudüs’teki ünlü Yahudi tapınağını yaptıran Kral Süleyman’ı geçtiğini iddia ettiği söylenir.

      Ayasofya’nın Doğu’nun gizemciliği ile Roma imparatorluk mimarisinin Panteon örneğindeki gibi iddialı ölçülerini birleştirdiği sıklıkla söylenir. 532 ile 537 yılları arasında inşa edilen bu şaheser, mimardan ziyade matematikçi olan Miletli İsidoros ve Trallesli Anthemius tarafından tasarlandı. Kilisenin kubbesi 55 metre yüksekliğindedir ve dört pandantifle, yani yarımkürenin ağırlığını dört paye üzerine eşit olarak dağıtan dört adet üçgen parçayla desteklenmiştir. Kubbenin temelindeki kırk pencere içeri ışık girmesine izin verir ve kubbeyi ağırlığı yokmuş gibi, aşağıda ibadet edenlerin üzerinde süzülüyormuş gibi gösterir. Kilise başlangıçta altın mozaiklerle ve dekoratif motiflerle süslenmişti. Sonradan gelen hükümdarlar, kutsal şahsiyetlerin birçok resmini ekletti.

      Yunanca “kutsal bilgeliğin kilisesi” anlamına gelen Ayasofya, yıllarca depremlerden önemli ölçüde zarar gördü. Başlangıçta Bizans imparatorunun şahsi kilisesi olan Ayasofya, Osmanlıların Konstantinopolis’i 1453 yılında işgal etmesinden sonra camiye dönüştürüldü. İnsan resimlerinin İslamiyet tarafından yasaklanmasından dolayı figüratif mozaiklerin üzeri alçıyla kapatıldı. Bugün hâlâ bina içinde görülebilen kaligrafik süslemelerin yanı sıra yapıya dört tane de minare eklendi. 1936’da Mustafa Kemal Atatürk döneminde bina ibadethane olmaktan çıkarıldı ve modern İstanbul’un en fazla turist çeken yerlerinden biri olan Ayasofya Müzesi’ne dönüştürüldü.

      1993 yılında UNESCO, Ayasofya’yı en büyük tehlike altındaki tarihi alanlar listesine aldı. O zamandan beri binanın temeli güçlendirildi ve eski mozaiklerden çok daha fazlası gün ışığına çıkarıldı.

EK BİLGİLER:

      1. Ayasofya, VI. yüzyılın ortalarında Mimarlık Üzerine başlıklı bilimsel bir Bizans eserinde Procopius tarafından en ince ayrıntısına kadar anlatılmıştır.

      2. Heliopolis’teki bir Mısır tapınağından Romalılar tarafından alınan porfir sütunlar, Konstantinopolis’e getirilerek Ayasofya’nın inşasında kullanılmıştır.

      3. Kilise, 1204’teki Dördüncü Haçlı Seferi sırasında yağmalanmıştır.

      Kara Delikler

      Devasa bir yıldızın sönmesiyle bir kara delik ortaya çıkabilir. Sönmekte olan yıldız içe çöker, giderek küçülür, yoğunlaşır ve nihayet çapı olmayan, yoğunluğu sonsuz bir nokta haline gelir. Tekillik olarak adlandırılan bu nokta o kadar yoğundur ki yakınlarından geçen ışık ışınları onun yerçekiminden kaçamaz. Yıldızın çevresindeki her şey karalığın içine çekilir.

      Uzaya gönderilen bir roketin, Dünya’nın yerçekiminden kaçabilmesi için yeteri kadar hızlı yol alması gerekir. Eğer uygun kaçış hızına ulaşamazsa, o zaman yere geri döner. Bir kara deliğin çekim gücü o kadar güçlüdür ki, kaçış hızı ışık hızından fazla olmalıdır. Bu nedenle hiçbir şey ondan kaçamaz, çünkü hiçbir şey ışıktan daha hızlı yol alamaz. Tekilliği çevreleyen, kaçış hızının ışık hızına eşit olduğu kuşak olay ufku olarak adlandırılır. Olay ufkunun içine düşen her şey tekilliğe çekilir.

      Elbette tüm bunlar kuramsaldır. Gerçekte kara delikleri göremeyiz çünkü etrafa ışık yaymazlar. Onların var olduklarını biliriz, çünkü uzaydaki diğer nesneler onların kütleleriyle etkileşim halindedir. Kara bir merkezin etrafında dönen birçok yıldızın varlığı tam ortada bir kara delik olabileceğine işaret eder. Aynı zamanda kara delikler o kadar yoğundurlar ki ışığı bükebilirler. Bunun bir sonucu olarak da yeryüzündeki bilim insanları bazen aynı yıldızın birden çok görüntüsünü yakalayabilirler. Bu durumda, bizimle yıldız arasında bir yerlerde bir kara delik olduğu sonucunu çıkarırlar.

      Kara delikler fizikçiler için bir çelişki oluşturur. Bu oluşumlar, enerjinin yaratılamayacağını ve yok edilemeyeceğini ifade eden kuantum yasasına meydan okuyor gibi. Görünüşe bakılırsa, bir kara deliğin merkezine doğru çekilen ışık, sonsuz küçüklükteki bir alana sıkıştığından yok oluyor. Ama eğer ışık bir şekilde korunmuşsa, daha sonra kaçabilir mi? Kara deliğin ters yöne dönmesi mümkün müdür? Bunlar astrofiziğin halen cevaplanamamış sorularıdır.

EK BİLGİLER:

      1. Kara deliklerin evrendeki tüm enerjiyi emeceğine inanmak için hiçbir sebep yoktur. Sadece olay ufkundan geçen nesneleri içlerine çekmektedirler.

      2. Albert Einstein bir keresinde, Kuantum mekaniğinin prensiplerini reddederek, “Tanrı, evrenle zar atmaz,” demiştir. Çağdaş kuramsal fizikçi Stephen Hawking de kara deliklere atıfta bulunarak, “Tanrı sadece zar atmaz. Bazen onları görülemeyecekleri yerlere atar,” demiştir.

      3. Eğer bir kara deliğin olay ufkundan geçecek olsaydınız, dışarıdaki bir gözlemciye, giderek daha da yavaş hareket ediyor ve ufka asla erişemiyorsunuz gibi görünürdü. Yanılsama, kara deliklerin sonsuz çekim gücünden kaynaklanır. Yaydığınız ışığı çekerler ki bu da ışığın dışarıdaki gözlemciye çok daha uzun sürede ulaşması anlamına gelir. Ama kendi bakış açınızdan olay ufkunu geçtiğinizi görürsünüz ve tekillikte ölümle karşılaşana dek başka hiçbir şey yaşanmaz.

      Enstrümanlar ve Orkestralar

      Batı’nın sanat müziğini veya klasik müziği çoğunlukla farklı kılan, müziğin teknik yönlerinden ziyade belirli türden enstrümanların bir arada çıkardığı seslerdir. Bir yaylı çalgılar dörtlüsünün veya bir orkestranın ses rengi veya tınısı, müziğin bu çeşidini çağdaş rock veya pop müzikten ayıran şeyin büyük kısmını oluşturur.

      İnsan sesi dışında, müzikal enstrümanlar beş kategoride toplanır: parmakla veya yayla çalınan yaylılar; bir ağızlık, dil veya delik içerisinden hava üfleyerek çalınan üflemeliler; genelde baget veya tokmakla çalınan vurmalı çalgılar; klavyeliler ve yirminci yüzyılda çıkan elektronik enstrümanlar.

      1750’lere gelindiğinde barok orkestra kurulmuştu: flütler, obualar, fagotlar, kornolar ve trompetleri kapsayan bir üflemeli çalgılar bölümü; timpani (orkestra davulu); continuo (sıklıkla,