W. Max Müller

Mısır mitolojisi


Скачать книгу

da bir gerçektir. Ancak bunları genel bir düşünce veya Mısır dininin aslı olarak görmek tamamıyla hatalıdır. Buna ek olarak dini metinler belirli bir süreç içerisinde keşfedilmiştir. İlgili belgelerin eskiliğiyle doğru orantılı olarak din kendisini ham ve çoktanrıcı bir şekilde göstermektedir. Yani daha eski metinlerde ileri sürülen dini görüşler daha kabataslak ve daha bayağıdır. Çoktanrıcılık veya söylendiği gibi tektanrıcılıkla ilgili bütün bölümler yalnızca, Mısır düşüncesindeki gelişiminin oldukça geç dönemlerini yansıtmaktadır. Dahası bunlar, birkaç ileri görüşlü düşünürün veya şairin istisnai çabalarıydı ve geniş kitlelerin inancını etkilememişti. Son olarak bütün bunlar halen gerçek bir tektanrıcılıktan veya sistemli bir çoktanrıcılıktan oldukça uzaktır.

      İlk nesil bilim insanlarından Mısır dininin savunucuları arasında yer alan H. K. Brugsch, Mısır dininin aslında çoktanrıcı olduğunu göstermek için özel bir hevesle çalışmıştır ancak onun çalışmaları ikna edicilikten oldukça uzaktır. Brugsch teorisini savunmak için, çeşitli ilahların geç dönem Mısırlıların yaptığından bile daha cesur tanımlamalar yardımıyla ilahi ilkeyi sekiz ya da dokuz kozmik güç halinde incelemek zorunda kalmıştır. Daha öncesinde Le Page Renouf, ilk dini metinlerin keşfiyle örtüşmeyecek bir şekilde bir panteonun evrensel özelliklerini vurgulamıştır. Yine de daha öncesinde Lepsius, Mısır çoktanrıcılığını güneşle ilgili bir tektanrıcılığın veya henoteizmin3 bozulması olarak yorumlamaya çalışmıştır. Böylelikle ilk Fransız bilim insanları ile daha sonraki araştırmacılar arasında bir pozisyon almıştır. Aynı şekilde yalnızca daha karmaşık kuramsal bir gelişmeyi göz önünde bulundurarak J. Lieblein da bahsi geçen bozulmaya vurgu yapmıştır. Ayrıca bazı benzer teoriler, Mısır çoktanrıcılığının kısmen (ve hatta büyük ölçüde) tektanrıcılıktan veya henoteizmden geliştiği görüşünü savunarak veya bütün tanrılara evrensel bir köken bulmak gibi yanlış bir eğilimle hareket ederek en modern yazarlardan daha nüfuzlu olmaya devam etmektedir. Ancak tekrardan belirteyim ki daha sofistike düşüncenin bazı öğeleri metinlerden derlenebilir olsa bile bu dağınık izler ne Mısır inanç sisteminin ilk şekline MÖ 3000 tarihinden önceki metinlerden şimdi okunabildiği gibi dokunmaktadır ne de bunlar Mısır tarihinin son dönemlerindeki kitlelerin dinine etki etmiştir. Ne kadar geriye gidersek rastladığımız fikirler de o kadar ilkelleşmektedir ve bunlarda kesinlikle tektanrıcılığın izine rastlanmamaktadır. Bu ham düşünceler her daim Mısır’ın gerçek inancını temsil eden bir kapsamda, insanların din anlayışlarında baskın olmuştur.

      Mısır dininin esas hamlığını anlamaya yönelik ilk adım, R. Pietschmann’ın bu inancın kökenini Orta Afrika’nın saf animizmi ve fetişizmiyle tamamen paralel kabul etmeyi teklif etmesiyle 1878 yılında atılmıştır. Pietschmann aynı zamanda, dünyanın her yerinde böylesi bir dinin büyük ölçüde sihirli bir özellik kazanmak zorunda olduğunu göstermiştir. Bu adımın etkisi çok büyük olmuştur. Her ne kadar bu fikir çok sayıda itirazla karşılanmış olsa ve halen bazı önyargılı bilim insanları ve bilim dünyasından olmayan pek çok kimse tarafından reddediliyor olsa da din çalışmalarında bu konu hakkında şu anda geçerli olan teorinin gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Bu teorinin yayılmasında en çok gayret gösteren yazar, G. Maspero’dur. Maspero’nun çalışmaları, bu inançların kapsamlı bir tasvirini hiçbir zaman yapmamış olmasına rağmen Mısır dini hakkında doyurucu bir bilginin ve anlayışın oluşmasında öncü olmuştur.

      Mısır dini hakkında böylesi basit bir görüşe karşı kalıplaşan bu itiraz, Mısırlıların kurmuş olduğu medeniyetle oldukça zıt düşmektedir. Maspero’nun cesurca ifade ettiği gibi, antik Doğu’nun en gelişmiş halkı, yani yalnızca Greklerden hüner açısından aşağı olan bir millet için, dinin bazı siyahi barbar kabileler için olduğu kadar anlamlı olması mümkün müdür? Bununla birlikte medeniyetin gelişimi dini düşünceyle nadiren paralellik arz eder. Sözgelimi muhteşem Çin medeniyeti, yerel dininin son derece ilkel özelliğiyle tamamen çelişmekteydi. Diğer taraftan dinlerin gelişim merkezi İsrail’de Yahudi olmayanlar arasında bu din yayılmadan önce, sanat ve bilim önemsiz bir yer tutmaktaydı. Hepsinden önemlisi din, dünyanın her yerinde az çok eski geleneklerin denetimi altındadır ve bunların temellerini inançlarda ve eski zamanların âdetlerinde aramaktadır. İnsanın genel düşüncesine göre tarihte ne kadar geriye gidilirse atalarının mutluluğu ve bilgeliği o oranda artmaktadır. Bu, en nihayetinde bir yandan yeryüzünde dolaşmakta olan ataların, tanrıların arasında yaşarken tasvir edilmesine kadar geri götürülebilir. Aşırı derecede tutucu olan Mısırlılar, kutsal atalarının gezindiği topraklarda yürümek ve kadim zamanlarda atalarının önünde diz çöktüğü aynı tanrılara tıpkı atalarının ibadet ettiği şekilde tapınmak için çok arzuluydular. Böylece, MÖ 3000’den sonra oldukça gelişmiş olan Mısırlıların daha sonraki dini, barbar atalarınınkiyle acınası bir şekilde aynı kaldı. Yaklaşık olarak MÖ 4000’ler ve öncesindeki Mısır medeniyetinin durumu hakkında mevcut bilgimiz hiyeroglif yazı sisteminin gelişimi için atılan ilk adımlar gibi bazı gelişmelerin çoktan gerçekleşmiş olduğunu kanıtlamak için yeterlidir. Ancak bu dönemin kaba sanatsal denemeleri, ölülerin berbat çukurlara veya büyük küplere defnedilmesi, hasırdan ve kerpiçten binalar ve hasır işi tapınaklar, Mısır mimarisinin ve sanatının, piramitler çağının mükemmelliğine doğru ilk adımını attığı İkinci ve Üçüncü Hanedan dönemleriyle zıtlık oluşturmaktadır. Mısırlıların beşinci bin yıldaki dini gelişimini, sıradan Afrika paganlığıyla aynı seviyeye tereddütsüz yerleştirmekteyiz. Dönemin acemi oymacılığının eserleri, hepsi olmasa bile sonraki tanrıların pek çoğunun; isimleri, sembolleri ve sanatsal şekilleriyle o zamanlarda var olduğunu ve atalar zamanındaki kadim gelenek tarafından çoktan nakledilmiş olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Mısır panteonunun4 kökeninin en uzak ve ücra neolitik (veya belki de yontma taş) çağına kadar uzandığını farz edebilir ve kendimizden emin bir şekilde bunu en ilkel barbarlığın bir ürünü olarak değerlendirebiliriz. Mısır medeniyetinin MÖ 3000 tarihinden evvelki hızlı gelişiminin bir şekilde daha sistemli bir dini geleneğe yok açmamış olması biraz ilginç gözükebilir. Bu hızlı gelişimi meydana getiren siyasi şartları öğrenene kadar elimizdeki açıklamayla yetinmek zorundayız. Yani, dünyanın her yerinde tutuculuk, dinin en önemli etkenlerinden birisidir ve antik Mısırlıların zihin yapısı tarihleri boyunca oldukça tutucudur. Bu tutuculuk çarpıcı bir şekilde gelişiminin zirvesinde olduğu zamanlarda bile kendisini gelenekçiliğin zincirlerinden kurtaramayan; ancak ilkel dönemlerin çocuksu bakış açısını ısrarla koruyan Mısır sanatında piramit çağı gibi erken bir dönemin sanatçılarının oldukça doğru bir şekilde çizebiliyor olmalarına ve ara sıra bunu yapmalarına rağmen kendisini göstermektedir. Dinsel sanatta geleneğe bu denli bağlılık, sanatsal gelişimin önünde büyük bir engel teşkil etmiştir. Dolayısıyla tanrıların figürleri her zaman, soğukluğu ve bazı detaylarda çocuksu bir şekilde ilk dönemin kusurlu tarzını korumuştur. Sözgelimi, en eski tanrılardan biri olan Ptah’ın bütün tasvirleri, sanatçıların henüz kolları ve bacakları vücuttan ayırmadan çizdikleri acemi bir dönemi işaret etmektedir. Mısır dinini oluşturan ve daha sonraki gelişmelerin kalıcı olmasını sağlayan çağın bu aşırı basitliği aynı şekilde kuş tüylerinden, boynuzlardan ve basit kıvrımlı taçlardan oluşan barbar ilahlarının başlıklarında olduğu kadar ellerinde tuttukları basit sancaklarda da açık bir şekilde görülmektedir. Sözkonusu erkek tanrılar olduğundaysa bu alametler genellikle, Set’in hayvan figürünün başında gözüken sonlandırıcı fırça darbeleridir. Tanrıçalar ise genellikle çiçekli nilüfer sapı tutarken tasvir edilirler. Alamet olarak silahların gözükmesi nispeten seyrektir. Mısır ilahlarının çoğunun hayvan şeklinde tasvir edilmesiyle ve hayvanlara