tapınılmanın da ötesinde genellikle onlara üstün geldi ve hatta eyaletlerin kadim efendilerinin yerini alabildi. Sözgelimi, birinci ve on birinci eyaletin tanrısı Khnum ile asıl etki alanı Orta Mısır (altıncı, yedinci ve onuncu eyaletler), Yukarı Mısır eyaletlerinin en kuzeyi (yirmi ikinci eyalet) ve bir de Aşağı Mısır eyaleti (üçüncü) olan Hat-hor’un bu şekilde yayıldığını görmekteyiz. Az önce gördüğümüz gibi Teb’li Amon ise ancak MÖ 2000’den sonra önem kazanıp Nil deltasındaki en az dört eyalette hüküm sürmüştür. Bunun sebebi, Teb’in MÖ 2000’den 1800’e ve 1600’dan 1100’e kadar başkent olmasıdır. Ancak tutucu Mısırlıların zihin yapısından dolayı Teb’li tanrıların uzun süren hâkimiyeti bile dini inancın tam olarak bu tanrılar lehine kanunlaşmasını sağlayamadığı gibi, birkaç yerel tanrıdan fazlasını da tahtından indirememiştir.
1. şekil: Elefantin’in Üçlüsü: Khûm, Satet ve ‘Anuqet
Daha önce söylediğimiz gibi, farklı inançların bir arada sürdürülmesinin zorluğu birtakım başka sebeplerle birleşince, din adamlarının çok erken bir dönemde birçok farklı ilahı kutsal aile adı altında tek bir tapınakta bir araya getirmesine yol açmıştır. Bu aile genellikle baba, anne ve oğul üçlemesi biçiminde tasarlanmaktaydı; daha nadiren bir tanrının iki eşe sahip olabildiği durumlar da (Elefantin’de ve bazen Teb’de olduğu gibi) sözkonusuydu. Bir tanrının eşi unvanıyla ikinci sırada olmakla yetinemeyecek kadar önemli sayılan tanrıçalar sözkonusu olduğunda, tanrıçanın oğlu gibi daha az önemdeki erkek bir ilahla ilişkilendirilmekteydi (Dendera’daki gibi). Bütün bu tanrı zümresinin aslında birbiriyle komşu tanrılar tarafından şekillendirildiğini varsayabiliriz. Dokuzlu grupların gelişimi (belki de üçlünün üç misli hali) belli ki çok daha sonraları ortaya çıkacaktır.
Yerel tanrılara evrensel bir rol atfedilmedikçe bu tanrıya geniş çaplı tapılıyor olsa bile, sözgelimi timsah Sobk tanrısı hiçbir mitolojik özelliğe sahip değildi, bunların kişiliklerine bir miktar mitolojik özellik dahil edilebiliyordu. Tanrıların çoğu hakkındaki mitlere dair pek bilgimiz yoktur. Bazı Mısır bilimcilerin düşündüğü gibi bu bilgi eksikliğinin sebebi bilginin kazara kaybolması değildir; bunun sebebi, sözkonusu ilahların mitolojik özelliğe ya az sahip olması ya da hiç sahip olmamasıdır. Dolayısıyla mitolojik hayata uygun yerel ilahlar yalnızca, güneşin veya Osiris’in döngüsüyle bağlantılı olanlardır.
Aslını söylemek gerekirse, bazı tanrıların bir isme sahip olmayıp kendilerine tapınılan yerin ismiyle anılıyor olmalarında bu ilkel basitliğin izine rastlamak mümkündür. Mesela, kedi biçimli tanrıça Ubastet’in ismi, ona burada uzun yıllar gerçek bir isim olmaksızın tapınılmış ve basitçe “tanrıça” denilmişçesine yalnızca “Ubaset şehrininki” anlamına gelmektedir. Benzer şekilde aslında bir çakal olan (?) tanrı Khent(i)-amentiu (Batılılardan Önceki, yani ölüm) namını basitçe, mezarlığın yanındaki tapınağının konumundan almış gibi gözükmektedir. Bununla birlikte diğer açıklamaların kabulü olan bu örnekler, daha eski bir ismin kullanılmaz duruma gelmiş hali olabilir veya bazı yerlerde yerel bir farklılaşma meydana gelmiş olabilir. Çakal tanrı Khent(i)-amentiu yalnızca, Up-uaut’un (Ophois) yerel bir suretiymiş gibi gözükmektedir. Kuş kafalı tanrısına ait “Hint Yağı (?) Bitkisinin Altındaki” (beq), gibi isimler bunların oldukça ilkel olduğu izlenimi vermektedir. Bir ilahın kendisine ibadet edilen yerlerin çeşitliliğine göre iki veya daha çok kişiliğe ayrılması gerçekten görülür. Ancak bunun, tarihöncesi dönemde Min’in ve Amon’un farklı kişiliklere ayrılması gibi oldukça ender durumlar dışında esaslı bir etkisi olmamıştır. Tarihi dönemden bildiğimiz örneklerde bu ayrım çok nadiren yeni bir ilah isminin doğmasına sebep olmaktadır. Bir yerin Horus ve Hathor’u genellikle kendi isimlerini korur. Dolayısıyla böylesi ayrımlar, daha basit bir sistemden çoktanrıcılığa geçişi sağlamış olamaz. Aksine, kanatlı disk Behdeti’nin (Behdet’li [modern hali Edfu]) Horus ile onun yerel bir biçimi olarak özdeşliğinin gerçek olup olmadığı bile şüphelidir. Bu örnekte örtük isim, Horus ile özdeşliğin halen ikincil olduğunu ima eder gibi gözükmektedir.
Dolayısıyla her zaman şu durumla karşılaşmaktayız: Mısır’ın asıl durumuna ne kadar çok yaklaşırsak onun dininde yukarıda tarif edildiği gibi canlıcılığın asıl temelini açığa çıkaran sonsuz ve sistemsiz bir çoktanrıcılığa o kadar rastlamaktayız. Tarihi dönemin dinini anlamadaki bütün zorluk, her zaman ilkel aşamayla daha gelişmiş tür arasında gidip gelen çok kafa karıştırıcı bir şekilde tasarlanmış tanrıların evrensel algısında yatmaktadır. Böylesi bir algıya herhangi bir başka dinde neredeyse hiç rastlamamaktayız. Başka bir deyişle Eski Mısır dininin değeri, en ilkel kabilelerin bakış açısından bir sonraki daha yüksek dini gelişimin, özellikle Babil dininde temsil edildiği gibi, bakış açısına geçişin en açık örneğini oluşturmasıdır.
2. şekil: Daha sonraki dönemlerde ilahi gücü kaybolan tarihöncesi dönem Mısır’ının bazı tanrıları. (a), (b) çoğunlukla tılsım olarak kullanılan sakallı bir ilah, (c), (d), bir çifte boğa (Khonsu?), (e) bilinmeyen bir boğa-tanrı, (f) Sokari’ye benzer ancak çok daha güneyde bulunan bir cüce ilah
İkinci Bölüm
Güneşe Tapınma
Canlıcılığı ilk dönem Mısır dininin temeli olarak kabul ederek asıl evrensel güçlerin kolaylıkla ilah olarak kişilik kazandığını ve kabul edildiğini varsaymak zorundayız. Her göze çarpan ağaçta ve kayada ilahi güçler bulan bir topluluk, bu güçleri güneşte çok daha kolay bir şekilde bulacaktır. İlk Mısırlılar bu güçleri güneşte bulmuş ve bu evrensel güçlerin yüce tanrılar olduğunu kabul etmiş olabilirler. Ancak Mısırlılar başlangıçta bu güçlere, başka büyük ve evrensel dinlerin canlıcılık aşamasındaki pek çok toplum tarafından kabul gördüğünden daha fazla adak sunma düşüncesine sahip değillermiş gibi gözükmektedir. Her gün görülen bu güçleri daha az gizemli ve dolayısıyla şehrin koruyucu güçlerinden daha az ilahi gösteren şey bu muydu? Yoksa bu yerel güçler insana daha yakın geldi ve böylece insanın refahıyla, sıradan bir ölümlü için çok büyük ve çok uzak olan evrensel tanrılardan daha alakadar mı görüldü? Her ne olursa olsun, sözgelimi, tarihi dönemlerde yeryüzü tanrısının (Keb) bütün tanrıların babası ve panteonun en önemli karakterlerinden biri olarak tarif edildiğini görmekteyiz. Buna rağmen Keb’in Yeni Krallık döneminde kendisine ait bir tapınağı yoktur. Benzer bir durum, tüm tanrıların en eskisi ve en bilgesi olduğu ilan edilmesine rağmen, Tanrı Nuu (cehennem) için de geçerlidir. Daha sonradan, eski yerel ruhları ve putları evrensel güçlerin simgesi haline dönüştürme çabasından doğan çelişkiler böyle bir simgeleştirmenin tarihöncesi dönemlerde (Mısır inançlarının büyük bir kısmının izi buraya kadar sürülebilir) kabul edilmediğini kanıtlamaktadır. Dolayısıyla bu, evrensel güçlere genel olarak hürmet edilmediğini tasdik eder. Tarihi dönemlerde aya az da olsa bir ilgi duyulurken güneş tanrısına tapınmanın aslında önem arz edip etmediği bile şüphelidir. Ayrıca üç gezegenin bir isimle anılmasının sebep olduğu kafa karışıklığı Mısırlıların hiçbir inancının atalarının zamanından nakledilmediğini tekrardan gözler önüne sermektedir.
3. şekil: Cennetin doğu kapısında diskinin görünüşünü izleyen Güneş Tanrısı
Diğer taraftan Mısır medeniyetinin gelişmesine refakat etmiş felsefi düşüncedeki ilk girişimler doğa hakkında daha derin bir temaşaya ve onun daha iyi bir şekilde idrak edilmesine açık bir şekilde yol açmıştır. Ancak, bir evrensel tanrılar