sokağa çıktığı zaman İstanbul’un hiçbir tarafından tek bir arabanın geçmemesine ve o gün araba hayvanlarının derhal ahırlara sokulmasına dair çok sayıda emir ve ferman verilmişti.
Sultan İbrahim, boynuna geçirilen büyük tespihi çıkarıp yere attı.
“Benim emrim neden yerine getirilmez? Bu arabayı kasten mi buradan geçirdiler? Ben sokağa çıkacağımı Vezire sabahtan haber vermiştim. Niçin ilân edilmedi?” diyerek bağırmaya başladı.
Şeyh, korkusundan tespihini ortadan kaldırdı ve bir köşeye büzülüp oturdu.
Sultan İbrahim hiddetini yenemiyordu. Yanındaki adamlardan birine, “Tez Veziri çağırın,” dedi.
Saraya ve divana birbiri arkasına adamlar gönderildi.
Sadrazam Salih Paşa sarayda ikinci divanına hazırlanırken, birdenbire Padişah tarafından çağırıldığını görünce korktu. Derhal bir ata binip Davutpaşa’ya, Şeyhin evine koştu.
Sultan İbrahim, Sadrazamı görünce, “Ben arabaları yasak etmişken niçin benim sözüm tutulmaz?” diye sordu.
Padişahı ilk defa böyle öfkeli gören Salih Paşa korkudan titredi, perişan bir hale geldi. Ne diyeceğini şaşırdı.
“Kulunuz sabahleyin Bostancıbaşıya ve Defterdar Efendiye haber göndermiştim. Onlar kusur etmişler Padişahım! Benim suçum yoktur,” diyerek Hünkârın ayaklarına kapandı. Fakat Sultan İbrahim, Şeyhe ne kadar güçlü olduğunu göstermek istedi.
“Ben Padişah değil miyim?” dedi “Benim emrim hecesi hecesine neden uygulanmaz? Tez boğun bu lanet olasıca herifi!”
Padişahın öfkesinden herkes korktu. Emrindeki ağalar ve hademeler ne yapacaklarını şaşırmıştı. Sadrazamı boğmak için bir alet bulamadılar.
Salih Paşa, Padişahın şiddetinden korkarak canlı bir iskelet gibi olduğu yerde yıkılıp kalmıştı.
“Padişahım, bana kıymayınız, günahtır! Kulunuz bu işte tamamıyla masum ve günahsızım! İkinci divanıma bütün elçileri davet ettim. Boğazdaki yabancı gemilerin Osmanlı sularından çıkarılması için önemli bir görüşmemiz var. Bu emrinizi yarına kadar ertelemeniz memleket için hayırlı olur,” diye yalvardı.
Sultan İbrahim dinlemedi. Hiddetle yerinden kalktı.
“Ne duruyorsunuz bre melunlar!” dedi, “Çabuk bir urgan bulup getiriniz!”
Sultan İbrahim’in emrindeki ağalardan biri, Şeyhin evini araştırırken kuyunun urganını gördü ve hemen kesip odaya getirdi.
Üç dakika içinde zavallı Salih Paşa’nın işini bitirdiler.
Bu cinayetten sonra, Padişah evin bahçesine indi. Şeyhin sessizliği dikkatini çekmişti.
“Niçin Veziri affetmemi istemedin, Şeyh Efendi?” dedi, “Eğer sen öyle deseydin onu affederdim!”
Sultan İbrahim, o gün saraya döndüğü zaman hiddetliydi.
Telli Haseki, Padişahın yüzünü neşesiz görünce, sazendeleri derhal dağıttı.
O gün de, her zamanki gibi, ne yaptığını bilmeyen ve yalnız cinayetlerde övünen çılgın hükümdar, Telli Haseki’sine, “Bugün arzuma karşı gelen Sadrazamı Şeyhin evinde boğdurdum. Kutsal mührü Kaptan Musa Paşa’ya vereceğim,” diyerek odasına çıktı.
Bu kara haber, bir an içinde Hümaşah Sultan’ı hayret ve dehşet içinde bırakmıştı. Sultan İbrahim de yatak odasında soyunurken kendi kendine söyleniyordu.
“Musa Paşa da çok asabi bir adamdır. Keşke Sadrazamı boğdurmasaydım. Şu Şeyh de ayrı âlem. Allâmeden olduğu halde bana, Padişahım, bundan ötürü bir vezir öldürülemez, günahtır, demedi. Bunun sebebi acaba ne ola? Yoksa Salih Paşa, Şeyhi de gücendirmiş miydi?”
Telli Haseki, Padişahın bu sözlerinden, Sadrazamın, Şeyhin husumetine kurban gittiğini anlayınca, hemen Padişahın huzurundan çıkarak odasına geldi.
“Alacağın olsun Şeyh Efendi,” diyerek kendisine en sadık hademelerden birini çağırdı.
“Şimdi Davutpaşa’daki Şeyhin evine gidip bu ikiyüzlü herife haddini bildiresin ve Salih Paşa’nın hesabını sorasın,” dedi.
Hademe gece karanlığında yola çıktı. Fakat Şeyhin evine gitmeye cesaret edemedi.
“Bugün Hünkârın ziyaret ettiği bir adama ben nasıl kötülük edebilirim,” düşüncesiyle birkaç saat sonra geri dönü.
“Sultanım,” dedi, “Şeyh Efendi evinde yoktu. Komşusuna sordum. Bugün evinde kan döküldüğü için odasında yalnız yatmaktan korktu. Nereye gittiğini bilmiyoruz, dediler.”
Telli Haseki, Salih Paşa’nın ölümünden ötürü çok üzülmüştü.
Yeni Vezir, kendisine onun kadar bağlı kalabilecek miydi?
Musa Paşa’nın ahlak ve mizacından Padişah bile endişe ediyordu.
Salih Paşa’yla sarayda ve dışarıda her işi serbestçe görebileceği sırada, bu olayın olması Hümaşah Sultan’ı şaşırtmıştı.
Sultan İbrahim odasında otururken, bir saat içinde sarayda şu dedikodu dilden dile dolaşmaya başladı:
“Valide Sultan’a gün doğdu. Musa Paşa onun kölesidir.”
Telli Haseki bu dedikoduyu duyunca beyninden vurulmuşa döndü.
Musa Paşa sadrazamlık sandalyesine oturunca ilk yapacağı iş rüşvetin önüne geçmek olacaktı.
Çünkü Musa Paşa bir gün arkadaşlarıyla dertleşirken, “Kardeşim en namuslu ve rüşvet yemez devlet memurlarından olduğu halde, saraydan kendisini sıkıştırıyorlar, her ay beş bin kuruş göndereceksin, diyorlarmış. Dün kardeşime haber gönderdim, saraylıların göğüslerini donatmak için göndereceğin paralar birtakım fakir insanların kesesinden çıkacaksa benim buna rızam yoktur. Fazla baskı görürsen, hemen tası tarağı toplayıp İstanbul’a dön, dedim!” demişti. Ve bu söz Telli Haseki’nin kulağına gelmişti.
Telli Haseki, Musa Paşa’nın bu tok sözlerini hatırlayınca, tekrar Padişahın odasına koştu.
Musa Paşa’dan devlet mührünü geri almak için ufak bir kötüleme ve şikâyetten daha kolay ne olabilirdi?
Hümaşah Sultan, “Şevketlim,” dedi, “Musa Paşa çok tehlikeli bir adamdır. Geçenlerde birçok kimselerin huzurunda sizin aleyhinizde atıp tutmuş…”
Bu sırada Musa Paşa da saraya gelmişti. Kızlarağası huzura girdi.
“Veziriazam divanda emrinizi bekliyor. Ne buyrulur, Padişahım?”
Yine Kadın Parmağı
Sultan İbrahim, Musa Paşa’yı saraya davet ettiği için yüzüne karşı bir şey söylemedi ancak mührü üç gün boyunca bekleyen adama bir türlü vermedi. Musa Paşa da mührü almayınca dördüncü gün sabah saraya gelmedi. Telli Haseki böylece muradına ermişti.
Musa Paşa üç gün içinde Padişahtan aşağılama ve hakaretten başka bir şey görmedi.
Sultan İbrahim, Musa Paşa’yı atlattıktan sonra durumu Telli Haseki ile görüşürken, “Gözümün nuru,” dedi, “Musa’ya mührü vermedik amma herif bize hayli kırıldı galiba. Gemi tayfalarını ayaklandırıp da başımıza bir iş çıkarmasa bari.”
“Endişe etmeyiniz, Padişahım! Musa Paşa göründüğü kadar cesur bir adam değildir. Efendimiz kime güvenirseniz mührü ona