Ignác Kúnos

Türk masalları


Скачать книгу

on>

      Önsöz

      Yayımlayacağımız kitapları seçerken göz önüne aldığımız pek çok ölçüt var: Söz konusu kitabın yayın ilkelerimize ve çizgimize uygunluğu, daha önce dilimize çevrilmemiş olması, yayın dünyasında bir boşluğu dolduracak olması ve elbette ki bizi heyecanlandırması.

      2018 yılı için yayın programımızı şekillendirirken bir Japon masalları seçkisiyle karşılaştığımızda ölçütlerimizin hepsine ziyadesiyle uyduğunu fark ettik ve hemen bir masal dizisi çalışmalarına başladık.

      Dizi için öncelikle üç ülke seçtik: “Güneşin Doğduğu Ülke1” Japonya, rengârenk kültüründen beslenen rengârenk masallarıyla Hindistan, uzun ve karanlık kış gecelerini zengin masal geleneğiyle aydınlatan Rusya. Şimdi de Doğu ve Batı’yı birleştiren geniş coğrafyamızda, nesillerdir sürdürdüğümüz sözlü geleneği kâğıda taşıyor ve masal dizimize ülkemizle devam ediyoruz.

      Yayımlayacağımız versiyonu bulmaya çalışırken pek çok masal seçkisini inceledik ve en sonunda içimize en çok sinen, okurken en çok keyif aldığımız ve okuyuculara ulaştırmayı en çok istediklerimizi belirledik. Bolca araştırma içeren çeviri ve düzelti sürecinin ardından bu kez “Bu masalları en iyi yansıtan kapak nasıl olmalı?” sorusunun peşine düştük. Bu kültürlerin en önemli figürlerinin kapakta bulunmasını istedik. Uzun bir hazırlık süreci ve pek çok denemenin ardından hayalimizdeki kapaklara ulaştık.

      Masal, sözlü anonim halk edebiyatıdır. Anlatı yoluyla nesilden nesle ulaşmış, nihayetinde de bir yazar tarafından yazıya dökülerek kalıcı hâle gelmiştir. Her ne kadar masal kahramanları ve yaratıkları doğaüstü, masallardaki olaylar ise gerçekdışı olsa da, masalların o toplumun bir yansıması olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Öyle ki her ülkenin masalları tıpkı kültürleri gibi diğerlerinden tamamen farklıdır. Bizim seçkimizdeki ülkelerde olduğu gibi. Kimisinin ana teması dostlukken diğerininki korku ve ölüm olabiliyor. Fakat bir zamanlar hiçbir teknolojik ürünün olmadığını düşünürsek, masalların toplumların sosyal hayatlarında ne kadar önemli bir boşluğu doldurduğunu tahmin etmek zor değil.

      Giriş

      Macar âlim Dr. Ignatius Kúnos, bu masalları, Anadolu’ya2 yaptığı geziler sırasında Türk köylülerinden dinleyip derlemiştir. Derleme ilk kez 1889’da, tanınmış Macar edebiyat topluluğu “A Kisfaludy Tarsasag” tarafından Török Népmések (Türk Masalları) adıyla yayımlanmış, önsözünü ise Profesör Vambery yazmıştır. Bu seçkin Doğu bilimi uzmanı, Türk-Tatar halklarının primitif kültürleri konusunda yaşayan tartışmasız en büyük otorite, Özbek destanlarına ve Uygur öğretilerine de en az Batı Avrupa’nın poetik başyapıtlarına olduğu kadar aşina olan bu bilim insanı, elinizdeki masallara coşkulu övgüler düzmüştür. Türk halk kültürünün hazinelerini, filolojinin yan yollarında yatan, unutulmuş ve bir derlemeci tarafından bulunmayı bekleyen değerli taşlara benzetmiştir.

      Dr. Ignatius Kúnos’un bu eşsiz derlemesi, yanmaktan kurtarılmış sayılabilir. Elinizdeki masallar her hâlükârda hem halk bilimiyle ilgilenenler hem de masalları sevenler için önemli bir “bulgu”dur. Bu hikâyelerin daha önce hiç bilinmeyen şeyler içermesini beklemek açıkçası büyük bir beklenti olur. Profesör Vambery bu masalların pek çoğu ile Binbir Gece Masalları’nın temelini oluşturan tamamen Doğu’ya özgü diğer hikâyeler arasındaki yakınlıkları ortaya çıkarmıştır. Birkaç Slav ve İskandinav öğesi de açıkça görülebilir. Mesela gizemli bir kuş olan Zümrüdüanka’nın, Rus Masalları ile Kazak Masalları ve Halk Hikâyeleri’nde sırasıyla Mogol Kuşu ve Zhar Kuşu olarak anılan kuşlarla oldukça yakın olduğu açıktır. Öte yandan Sihirli Sarık masalı da kimi noktalarda Hans Andersen’in Yol Arkadaşı’yla tuhaf bir benzerlik göstermektedir. Yine de bu masalların kendilerine has bir karakteri vardır. Her şeyden önce, canlı yaratıcılıkları, görkemli imge oyunlarıyla dikkat çekerler. Buna karşılık Batı’nın en popüler masallarındaki imgeler çoğunlukla sıkıcı olacak denli basittir. Profesör Vambery’nin öne sürdüğü gibi bu Népmések, Türk kadınlarının kahvelerini yudumlayıp hoş kokulu nargilelerini tüttürerek zaman geçirmeleri gibi eğlenceler sunuyorsa, bu şiirsel tat ve hoş ayrıma hayran olmaktan başka bir şey gelmez elimizden.

      Ben bu masalları, ilk Macar baskısından İngilizceye aktardım. Yani bu versiyon, belki de çevirinin çevirisi olarak eleştiriye açık. Ancak metni dikkatle ele aldığım ve Macarca ile Türkçenin aynı soydan gelen diller olduğu düşünülürse (dilbilgisi yapısı olarak hemen hemen hiçbir farkları yok), orijinal tatlarından ve kokularından çok bir şey kaybetmediklerini düşünüyorum.

      Tamamen Türk masallarından oluşan bu seçkiye Ispirescu’nun Legende sau Basmele Româniloru (Bükreş, 1892) eserinin orijinal Romencesinden çevrilmiş dört yarı-Türk masal ekledim. Folk-Lore Society’nin dikkatine sunduğum bu koleksiyon son derece ilgi çekici ve orijinal olmakla birlikte çok bilinen masalların farklı güzellikte ve epey tuhaf çeşitlerini de içeriyor. Latin dilleri, Slav dilleri, Macarca ve Türkçe gibi dillerden öğeler içeren çok unsurlu Romencedeki tuhaf kombinasyonun doğal bir sonucu bu da.

R. Nisbet BainHaziran 1896

      Geyik Prens

      Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş. Bir zamanlar bir oğlu ve bir kızı olan bir padişah yaşarmış. Bu padişah yaşlanmış, zamanı gelince de ölmüş. Yerine oğlu geçmiş. Çok geçmeden de ona kalan bütün mirası çarçur etmiş.

      Bir gün kız kardeşine şöyle demiş: “Sevgili kardeşim! Bütün paramız bitti. Eğer insanlar hiçbir şeyimizin kalmadığını duyarsa bizi kapı dışarı eder ve bir daha asla dostlarımızın yüzüne bakamayız. O yüzden tası tarağı toplayıp başka bir yere gitsek iyi olur.” Böylece iki kardeş ellerinde kalan azıcık eşyalarını toplamış ve bir gece vakti babalarının sarayını terk edip kendilerini yollara vurmuşlar. Az gitmişler uz gitmişler, geniş bir kum çölüne varmışlar. İkisi de yakıcı sıcaktan yere yığılmış. Genç adam yerde küçük bir su birikintisi gördüğünde bir adım daha atacak hâli yokmuş. “Kardeşim!” demiş. “Şu sudan içmeden bir adım bile atmam.”

      “Olmaz, sevgili abiciğim!” diye yanıtlamış kız. “Bunun gerçek su mu yoksa çamur mu olduğunu nereden bileceğiz? Bu kadar zaman dayanmışsak, biraz daha dayanabiliriz demektir.”

      “Sana söylüyorum,” diye yanıtlamış abisi. “Sonunda ölüm dahi olsa bu sudan içmeden tek bir adım bile atmayacağım.” Bunları söyledikten sonra diz çöküp o bulanık suyu bir damlası bile kalmayana kadar içmiş ve birdenbire bir geyiğe dönüşmüş.

      Küçük kız kardeş bu talihsizlik karşısında acı acı haykırmış ama yollarına devam etmekten başka bir şey gelmezmiş ellerinden. Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, kum çölünü geçer geçmez koca bir ağacın altında yer alan coşkun bir kaynağa denk gelmişler. O ağacın altına çöküp soluklanmaya karar vermişler. “Bana kulak ver, küçük kardeş!” demiş geyik. “Ben yiyecek bir şeyler bulmaya gittiğimde sen de şu ağaca tırmanmalısın.” Kız ağacın tepesine çıkmış, geyik de yiyecek bir şeyler bulmak için yollara düşmüş. Dere tepe düz gitmiş, bir yaban tavşanı yakalayıp ağacın dibine taşımış. Kardeşiyle birlikte tavşanı yemişler. Günler günleri, haftalar haftaları kovalarken böylece yaşayıp gitmişler.

      Masal bu ya, o ülkenin padişahının ahırında bulunan atlar da koca ağacın dibindeki kaynaktan su içermiş meğer. Bir akşam bir grup atlı, her zaman olduğu gibi atlarını oraya getirmiş. Ama atlar tam suyu içmek üzereyken suyun yüzeyinde genç bir kızın yansımasını görerek geri çekilmişler. Binicileri belki de su temiz değildir diye düşünerek yalağı boşaltıp taze suyla doldurmuş ama atlar son anda yine geri çekilip suyu içmemiş. Atlılar ne yapacaklarını bilemeyerek durumu anlatmak üzere Padişah’a gitmişler.

      “Belki de su kirlidir,” demiş Padişah.

      “Hayır,” diye yanıtlamış atlılar. “Yalağı tamamen boşaltıp temiz suyla tekrar