Ignác Kúnos

Türk masalları


Скачать книгу

birinde turuncu bir kuş uçarak gelip o bahçedeki bir ağaca konmuş ve bahçıvana seslenmiş.

      “Benden ne istersin?” diye sormuş Bahçıvan.

      “Şehzade ne yapıyor?” diye sormuş kuş.

      “Bildiğim kadarıyla iyi,” diye yanıtlamış Bahçıvan.

      “Peki ya siyah karısı?”

      “Ah, o da orada, her zamanki gibi oturuyor.”

      Sonra küçük kuş şu sözleri şakımış:

      “Onun yanında oturabilir şimdi,

      Ama bu böyle sürmez daimi.

      Çünkü o iyi yüzünün altında

      Büyüyor dikenleri.

      Ben bu ağaca çıktıkça

      O sararıp solacak altımda.”

      Sonra da uçup gitmiş.

      Ertesi gün kuş tekrar gelip Şehzade ve kara eşini sormuş. Bir önceki gün söylediklerini tekrarlamış. Üçüncü gün de aynı şekilde davranmış ve üzerinde sektiği ağaçlar bir bir sararıp solmuş.

      Günün birinde Şehzade, karısından sıkılıp yürüyüş yapmak için bahçeye çıkmış. Solan ağaçları görünce bahçıvanı çağırmış. “Bunlara ne oldu bahçıvan? Neden ağaçlarına göz kulak olmuyorsun?” diye sormuş. Bahçıvan onun bakımının faydası olmadığını, birkaç gün önce o ağaçlara küçük bir kuşun konarak Şehzade ile karısının neler yaptığını sorduğunu anlatmış. Kuşa Şehzade ile karısının oturduklarını söyleyince de kadının sonsuza dek oturamayacağı, çünkü dikenlerinin büyüyeceği cevabını verdiğini söylemiş. Üzerine konduğu bütün ağaçların sararıp solduğunu anlatmış.

      Şehzade bahçıvana ağaçlara kuş ökseleri kurmasını emretmiş. O küçük kuş yakalanınca da kendisine getirilmesini söylemiş. Bahçıvan bütün ağaçlara ökse kurmuş. Ertesi gün kuş gelip de tuzağa yakalandığında tutup Şehzade’ye götürmüş. Şehzade ise kuşu bir kafese koymuş. Siyah kadın kuşa bakar bakmaz onun bir zamanlar periler kadar güzel olan o genç kız olduğunu anlamış. Hemen bir hastalık numarası yaparak sarayın başhekimini çağırtmış. Onu gösterişli hediyelerle kandırarak Şehzade’ye karısının filanca kuşun etiyle beslenmezse asla iyileşemeyeceğini söylemesi için ikna etmiş.

      Şehzade karısının çok hasta olduğunu görünce başhekimi çağırtarak hasta kadının yanına götürmüş ve nasıl iyileşeceğini sormuş. Başhekim karısının ancak filanca kuşun etini yerse iyileşeceğini söylemiş. Şehzade, “Şansa bak, ben de daha bugün o kuşlardan birini yakalamıştım,” demiş. Kuşu getirip öldürmüşler, etiyle de hasta kadını beslemişler. Siyah kadın birden iyileşip yataktan kalkmış. Ancak kuşun uçuşan tüylerinden biri kazara yere düşüp döşemelerin arasına sıkışmış. Kimse fark etmemiş onu.

      Zaman akıp geçmiş. Şehzade hâlâ karısının beyazlamasını bekliyormuş. Haremde, artık orada yaşayanlara okuma yazma öğretecek ihtiyar bir kadın varmış. Bir gün alt kata inerken döşemelerin arasında bir şeyin parıldadığını görmüş. Ona doğru ilerleyince elmas gibi parlak bir kuş tüyü bulmuş. Tüyü alıp evine götürmüş ve çatı kirişinin arkasına tutturmuş. Ertesi gün yeniden saraya gitmiş. O yokken kuş tüyü kirişten atlamış, bir süre titremiş, sonra da güzel mi güzel bir genç kıza dönüşmüş. Odayı toplamış, yemek pişirmiş, her şeyi yerli yerine koymuş, sonra yeniden kirişe zıplayarak bir tüye dönüşmüş. İhtiyar kadın eve geldiğinde gördükleri karşısında çok şaşırmış. “Tüm bunları birisi yapmış olmalı,” diye düşünmüş. Etrafa bakınmış, bütün evi arayıp taramış ama kimseyi bulamamış.

      İhtiyar kadın ertesi sabah tekrar saraya gitmiş. Tüy aynı şekilde insana dönüşüp bütün ev işlerini halletmiş. İhtiyar kadın eve döndüğünde evini tertemiz, her şeyi yerli yerinde bulmuş. “Bu işin sırrını çözmem gerek,” diye düşünmüş. Ertesi sabah saraya gidermiş gibi evden çıkıp kapıyı aralık bırakmış. Sonra da gidip bir köşeye saklanmış. Birdenbire odada etrafı toplayıp yemek pişiren bir genç kızın belirdiğini görmüş. Saklandığı yerden fırlayarak kızı yakalamış, kim olduğunu ve nereden geldiğini sormuş. Genç kız ona talihsiz hikâyesini anlatmış. Siyah kadın tarafından iki kez öldürüldüğünü ve bir tüy olarak geri döndüğünü söylemiş.

      “Kendini üzme artık kızım,” demiş ihtiyar kadın. “Ben işleri yoluna koyacağım. Hem de bugün.”

      Bunları söyledikten sonra doğruca Şehzade’ye gidip onu o gece evine davet etmiş. Şehzade siyah kadından artık iyiden iyiye sıkılmış olduğundan onu evinden uzaklaştıracak her bahaneye memnuniyetle sarılıyormuş. O nedenle akşam da tam vaktinde ihtiyar kadının evine varmış. Yemeğe oturmuşlar, ardından da kahve vakti gelmiş. Genç kız elinde fincanlarla odaya girmiş. Şehzade onu görünce bayılacak gibi olmuş.

      “Fakat anacığım,” demiş Şehzade biraz olsun kendine gelince, “o kız da kim?”

      “Senin eşin,” diye cevaplamış ihtiyar kadın.

      “Bu güzel yaratık nasıl buldu seni?” diye sormuş Şehzade. “Onu bana vermez misin?”

      “O zaten bir zamanlar senindi, senin olanı nasıl sana vereyim?” demiş ihtiyar kadın. Sonra da genç kızın elini tutarak Şehzade’ye götürmüş, onun göğsüne yatırmış. “Bu kez Turunç Peri’ye iyi bak,” demiş.

      Şehzade neredeyse bayılacakmış mutluluktan. Genç kızı alıp sarayına götürmüş, siyah kadını idam ettirmiş ve perinin şerefine kırk gün kırk gece süren bir şölen düzenlemiş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

      Gül Güzeli

      Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken; guguk kuşu terzi, kaplumbağa fırıncı, eşekler de hamal iken; ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, siyah kedisi ile bir değirmenci yaşarmış. Yine aynı günlerde biri kırk, biri otuz, biri ise yirmi yaşında üç kızı olan bir padişah varmış. Günlerden bir gün en küçük kızı babasına bir mektup yazmış: “Sevgili babacığım! Büyük ablam kırk, küçük ablam otuz yaşında ve ikisinin de henüz bir kocası yok. Ben koca beklerken saçlarıma aklar düşmesini istemiyorum.”

      Padişah mektubu okuyunca üç kızını da huzuruna çağırtıp şunları söylemiş: “Dinleyin beni. Her birinize bir ok ve yay vereceğim. Oku fırlatacak ve nereye düşerse evleneceğiniz kişiyi orada arayacaksınız.”

      Üç kız yaylarını almış. En büyük kızın oku, vezirin oğlunun sarayına düşmüş; oğlan da kızı eş olarak almış. Ortanca kızın oku şeyhülislamın oğlunun yaşadığı saraya düşmüş, onlar da evlenmişler. Üçüncü kız da okunu fırlatmış ve ok genç ve fakir bir köylünün kulübesine düşmüş. “Sayılmaz, sayılmaz!” diye bağırmış herkes. Küçük kız oku bir kez daha atmış, yine aynı kulübeye denk gelmiş. Üçüncü kez attığında da ok aynı fakir gencin kulübesine saplanmış. Padişah öfkelenerek kızına bağırmış: “Görüyor musun işte? Hak ettin sen bunu. Ablaların sabırla bekledikleri için kalplerinden geçene kavuştular. Sense en küçükleri olarak bana o küstah mektubu yazmaya cüret ettiğin için cezalandırıldın. Seni de kocanı da gözüm görmesin. Onun sana verebilecekleri dışında hiçbir şeyin olmayacak!” Böylece zavallı kız köylünün kulübesine giderek adamla evlenmiş.

      Aradan