Martin J. S. Rudwick

Yeryüzünün tarihi


Скачать книгу

hale getirecekti. Böylece yeryüzü İsa’nın gelecekteki bin yıllık iktidarına hazır ve uygun olacaktı. Sonunda ve yine, faaliyet halindeki doğa kanunları sayesinde yeryüzü bir yıldıza dönüşecekti. Bu silsilenin tamamı, açıkça belirtilmeden, kronoloji uzmanlarının belirlediği türde bir zaman çizelgesi içinde yatıyordu (Sondan bir önceki dönemin, yani “milenyum”un fiilen bin yıl sürmesi bekleniyordu). Burnet, yeryüzünün sonsuz olabileceği ya da periyodik bir tarih türüne sahip olabileceği önerilerini açıkça reddediyordu. Kendi silsilesinin yuvarlak oluşu tamamlandığını, İsa’nın “Alfa ve Omega”sında gösteriyordu. Sonsuzlukçuların betimlediği gibi birbiri ardına sonsuz sayıda benzer döngüler içinde tek bir döngü değildi.

      Burnet’ın teorisi son derece etkili olmuştu, hem de sadece bilginler arasında değil. İlginç bir şekilde Burnet, çalışmasının başlığındaki “Kutsal” adına, İncil’deki kanıtları bilimsel bir şekilde ele almasına ve açıkça sonsuzluğu reddetmesine rağmen ateizmle suçlandığını görmüştü. Ayrıca önemli bilimsel kanıtları göz ardı ettiği için eleştirilmişti. Örneğin İncil’deki anlatımda, ilk insanlar Cennet Bahçesi’nden atılmışlardı; o kadar “düşmüş” bir dünyaya atılmışlardı ki torunları (Nuh ve ailesi hariç) Tufan’da ölmeyi hak etmişlerdi. Oysa Burnet, Düşüş’ü göz ardı etmiş ve bütün Tufan öncesi dönemi cennet gibi mükemmel olarak betimlemişti. Başlangıçtaki bu mükemmellik, hiç deniz olmamasını gerektiriyordu (deniz, İncil’de karmaşa halindeki doğayı simgeliyordu). Bu nedenle Burnet’ın teorisinde deniz fosillerinin kaya tabakalarına gömülü olmasına olanak yoktu. Aslında Burnet, Royal Society’de, başka yerlerde aynı dönemde yaşayan bilginler arasında kayalar ve fosiller hakkında yaşanan hararetli tartışmaları tamamen göz ardı etmişti. Burnet çok daha ciddi bir şekilde hem Tufan’ı, hem de Büyük Yangın’ı sadece, bu büyük olayları kesin veya önceden planlanmış, dolayısıyla prensipte öngörülebilir hale getiren doğa kanunlarının işleyişine bağlamıştı. Bunu geleneksel, öngörülemeyen düşmüş insanların ahlaki davranışları hakkındaki ilahi kıyamet yorumlarıyla uzlaştırmak zordu.

      Ancak Burnet’ın teorisi, sadece eleştirenler tarafından değil, ikna edici bulanlar tarafından da çok ciddiye alınmıştı. Örneğin Isaac Newton, Burnet’ı teoriyi nasıl geliştirebileceği konusunda önerilerde bulundu. Gezegenimizin dönme hızında başlangıçta değişiklik yapıldığında, Yaratılış “günleri” aslında yıllar olabilirdi (gerçi bu zaman çizelgesini pek genişletmiyordu). Newton’ın hayranı ve sonradan Cambridge’de halefi olan William Whiston, yayınladığı A New Theory of the Earth – Yeni Dünya Teorisi (1696) kitabında Descartes’ın doğa kanunlarını Newton’ınkilerle değiştirmişti. Bu değişikliğin Burnet’ın teorisini geliştirdiğini ve güncelleştirdiğini iddia etmişti. Özellikle, hem geçmişteki Tufan’ın hem de gelecekteki Büyük Yangın’ın fiziksel nedeninin kuyrukluyıldızlar olabileceğini ileri sürmüştü (Kuyrukluyıldızlar Newton’ın çalışmaları ışığında daha iyi anlaşılmıştı ama bu tür büyük etkiler yaratabilecek kocaman kütleler oldukları düşünülüyordu). Ancak Whiston’ın asıl amacı Burnet’ınkiyle aynıydı: Alt başlığında belirttiği üzere, kutsal kitaptaki tarihin “mantık ve felsefeye mükemmel bir şekilde uyduğunu” göstermek. Din ve doğabilimlerinin uyumlu olduğu iddia ediliyordu ve özlerinde kesinlikle birbirleriyle çelişmiyorlardı, gerçi aralarındaki ilişki şiddetli bir tartışma konusuydu.

      “Yeryüzü Teorisi” artık bir bilim türüydü ama oldukça tartışmalı bir türdü. Aslında, Burnet’ın çalışmaları o kadar büyük bir kitap ve broşür bolluğu yaratmıştı ki –birçoğu tek ve gerçek teoriyi açıkladığını iddia ediyordu– bir eleştirmen küçümseyerek projenin tamamını, “yeryüzünü yeniden yaratmak” şeklinde tanımlamıştı. Buna rağmen Burnet’ın teorisi, 18. yüzyıl boyunca bilginler arasında popüler olmaya devam etmiş, ancak iki önemli şekilde değiştirilmişti. Birincisi, o yüzyılda ortaya çıkan yeryüzünün olası zaman sürecinin hiçbir çaba göstermeden çok fazla genişlemesini özümsemişti (Bunun için kullanılan kaynaklar bilim türünün kendisinden oldukça farklı olduğundan, gelecek bölümde anlatılacaktır). İkincisi, entelektüel Aydınlanma hareketinin kültürel ortamında, “Yeryüzü Teorisi” genellikle tamamen fiziksel boyutta doğa kanunlarıyla uğraşan bir projeye indirgenmişti. Burnet’ın ve diğer birçok kişinin teorilerinde görüldüğü haliyle doğanın ve kutsal kitabın kanıtlarını birleştirme girişimi, genellikle yarıda bırakılmış veya en azından yeterince önemsenmemişti. Açıkça belirtilmiş ateizmde ilahi boyut ender olarak reddediliyordu. Ancak, Aydınlanma bilginleri tarafından yaygın bir şekilde benimsenen “deizm” bunu bir kenara atmıştı. Tanrı’nın tamamen yüce ama aynı zamanda insan tarihi sürecinde yeryüzüyle etkileşim halinde olduğu şeklindeki dinamik anlayışa sahip geleneksel Hıristiyan (ve Yahudi) “teizm”inin aksine, deistler ilk başta –uygulamada neredeyse kişilikdışı görülen– bir “Üstün Varlığın” evreni tasarladığını ve yarattığını ama ondan sonra kendi haline bıraktığını öne sürüyordu. Deizm perspektifinden bakıldığında, büyük Tufan’ın yarattığı iddia edilen fiziksel etkiler genelde hafifsenmiş veya tamamen inkâr edilmiş, oysa Yaratılış öyküsü çoğunlukla bilimsel açıdan değersiz olduğu gerekçesiyle göz ardı edilmişti. Bu durum, yeryüzünün incelenmesini çok derinden etkilemişti. Yararlı bir şekilde, yeryüzünün nedensel süreçlerini yöneten zamansız doğa kanunlarına odaklanılmasını sağlamıştı. Ancak bir yandan da kutsal kitabın her türlü kanıtını reddederek, dikkatlerin yeryüzünün muhtemelen tekrarlanmayan umulmadık tarihinden uzaklaşmasına neden olmuştu. Bu durum burada iki önemli Aydınlanma dönemi bilgininin örnekleriyle ve onların aksine, çalışmalarında kutsal kitabın rolünü tekrar dahil etmeye çalışarak yeryüzünün gerçekten tarihsel incelemesini yapmaya çalışan üçüncü bir bilginle gösterilecektir. Bu büyük resimlerin her biri 19. yüzyıla ve hatta daha da sonrasına etkili bir miras bırakmıştır.

      Yavaş Yavaş Soğuyan Bir Dünya mı?

      Bu büyük teorilerden biri, onlarca yıl boyunca Paris’teki Kraliyet Doğa Tarihi Müzesi ve Botanik Bahçesi’nin (şimdi Jardin des Plantes içindeki Muséum National d’Histoire Naturelle) müdürü olan Georges Leclerc, yani Kont Buffon sayesinde olmuştu. Leclerc, Fransa’nın kültürel ve politik ortamında etkili bir kişilikti. Devasa, çok ciltlik eseri Doğal Tarih (Histoire Naturelle, 1749-1789), doğa dünyasının üç “krallığı”nın –hayvanlar, bitkiler ve madenler– tamamı hakkında kapsamlı bir araştırma olarak tasarlanmış ama sonunda çoğunlukla hayvanlarla ilgilenen bir esere dönüşmüştü. Bu, doğanın geleneksel statik tanımı anlamında “doğa tarihi”ydi, modern anlamda zaman içinde uzanan değişikliklerin anlatıldığı doğanın “tarihi” değildi.

      Buffon’un giriş makalelerinden biri yeryüzünün, tanımlamayı planladığı organizmaların ortamı olarak değerlendirildiği bir teori çizmişti. Yeryüzünü, hiç durmadan, yavaş yavaş ama genel bir yönü olmadan değişen bir sahne olarak betimlemişti. Geçmişte değişimin fiziksel nedenlerinin yalnızca erozyon ve tortulaşma gibi bugün de gözlemlenebilen ve gelecekte de devam etmesi beklenen oluşumlar olduğunu ileri sürmüştü. Bazı yerlerde denizin karayı aşındırdığı görülüyordu, başka yerlerde yeni karalar oluşuyordu ve denizin yeri değişmişti. Farklı zamanlarda dünyanın her yeri hem kara hem de deniz olmuştu veya gelecekte de olacaktı. Buffon’un teorisi yeryüzünü bir “durağan halli” dinamik denge durumunda gösteriyordu. Bu nedenle bu, gerçek tarihi olmayan bir yeryüzüydü. Teorisi özellikle ilk Yaratılış’tan veya sonraki Tufan’dan hiç bahsetmiyordu (Başka yerlerde kurnaz bir şekilde, Tufan’ın hiçbir fiziksel iz bırakamayacağını,