Martin J. S. Rudwick

Yeryüzünün tarihi


Скачать книгу

çok uzaktı. İncil’de belirtildiği üzere yalnızca “kırk gün” devam eden bir tufanın süresi, (sonradan kaya tabakaları halinde birleşen) bütün o kalın tortu tabakalarını oluşturmaya ve bütün bu kabuklu deniz hayvanlarını ve diğer fosilleri bu tortunun içine yerleştirmeye yetecek kadar uzun muydu? Veya her biri, bir tür mega tsunamiyle aniden ve şiddetle karaya savruldularsa bu durum, İncil’de sözü geçen deniz seviyesinin yükselmesi ve geri çekilmesinin Nuh’un gemisinin çok önemli yolculuğunu hiç zarar görmeden tamamlamasını sağlayacak kadar sakin olmasıyla bağdaştırılabilir miydi? Bu tür sorular, ilk defa olmasa da kaçınılmaz bir şekilde, eleştirel İncil yorumlarının gerekliliğini gündeme getiriyordu.

      Geriye dönüp bakıldığında Woodward’un, Scheuchzer’ın ve bunlardan esinlenen başkalarının çalışmalarını, İncil’deki Tufan’ın tarihsel gerçekliğini kanıtlama konusunda aptalca bir saplantının değersiz ürünleri diyerek göz ardı etmek çok kolay olurdu. Ancak onların Tufan sonucunda oluşanlarla ilgili teorileri, hâlâ yeni bir fikir olan yeryüzünün, doğal eski eserlerindeki maddi kanıtlarla yeniden canlandırılabilecek gerçek bir fiziksel tarihi olduğu görüşünün oluşturulmasına yardımcı olmuştu. Ayrıca bu çalışmalar, doğabilimcilerinin fosillere odaklanmasını sağlamış ve sonradan yeryüzünün tarihini beklenmeyen derecede verimli bir şekilde araştırılmasına katkı sağlamıştı.

      Yeryüzünün Tarihini Çizmek

      Ancak o dönemde doğal yeryüzü hakkında –eşsiz ve büyük Tufan olayı dışında yeryüzünün ve canlı varlıklarının olaylara dayanan bir tarihleri olduğunu gösterebilecek çok az şey biliniyordu. 18. yüzyılın başında bile Tufan’dan önce belirgin doğal olaylar veya dönemler dizisi olabileceği fikri, herhangi bir fosil kanıtından çok Yaratılış anlatısından destek ve ilham alıyordu. Bunun çarpıcı bir örneği, Scheuchzer’ın, ilk Yaratılış öyküsünün altı “gününü” anlatan “altı günlük” resimli sahne dizisiydi. Kutsal tarih hakkında hazırladığı ve engin bilimsel bilgilerini tamamen kullandığı devasa resimli yorumunun (Physica Sacra, 1731-1735; bu dönemde “fizik” kelimesi çok genel anlamda kullanılıyordu) başlarında yayımlanmıştı.

      Bu resimler, asıl Yaratılış haftasında art arda yaşananlara dair dünyanın hayali görüntülerini sunuyordu. (Çalışmaların büyük bir çoğunluğu, Tufan’dan başlayarak çok daha sonra yaşanan olayları betimliyordu). Örneğin “üçüncü gün”deki cansız bir manzarayı, olgun ağaçlar ve tanıdık canlı bitkilerle dolu bir başka resim izliyordu. Sonra, “altıncı gün”de yine canlı olmak üzere çeşitli hayvanlarla yeni doldurulmuş bir Cennet Bahçesi resmini, Âdem’in idareyi almaya geldiği bir başka resim izliyordu. Scheuchzer gerçekten de bunların her birinin yirmi dört saatlik günler olduğunu mu düşünmüştü? “Günler”in pekâlâ daha uzun süreli, hatta sonsuz uzunlukta olduğu sonucuna varırken başka yorumculardan –kabul gören İncil yorumu ilkelerinden– etkilenmiş olabilirdi. Buna rağmen Scheuchzer’ın muhteşem sahnelerinde, bu uzak dönemlerin olası kanıtları olarak kendi büyük fosil koleksiyonundan hiç eser yoktu. Daha önce de belirtildiği gibi bütün fosillerini, eserin daha sonraki bölümlerinde, Tufan öyküsünde kullanmıştı.

      Zaman çizelgesinden bağımsız olarak, Scheuchzer’ın sahnelerinin en önemli özelliği, bunlara ilham veren Genesis öyküsü gibi, yaşamsız bir dünyayla başlayıp sırasıyla bitki yaşamının, deniz yaşamının, daha üst düzey karasal yaşamın ve sonunda insan yaşamının eklenmesiyle tutarlı bir sıra oluşturmalarıydı. Bu sahneler görsel olarak doğa dünyasının kendine özgü anlaşılabilir bir tarihi olduğu duygusunu güçlendiriyordu, gerçi bir yandan da bunun uzun insanlık tarihi içinde yalnızca kısa bir başlangıç olduğu hayal ediliyordu. Bu tarihin başlangıcı insanlık öncesiydi ve en eski aşaması yaşam öncesi olmuştu. Ancak böyle bir silsile fikri ve bunun kanıtı, neredeyse tamamen Genesis’ten alınmıştı, doğa dünyasının kendisinden değil.

      Şekil 2.9 Yaratılış öyküsünün canlandırılması: Scheuchzer’ın hayali tarih sahnelerinden biri, İncil hakkındaki birkaç ciltlik resimli yorum kitabı Physica Sacra’nın (1731-1735) başlangıcına yakın bir yerde basılmış. Bu gravür, “altıncı gün yapılan iş” hakkında olup, Adem’in yaratılışından hemen önceki yeryüzünü göstermektedir. Altyazı, hem uluslararası hem de daha yerel Almanca konuşan okuyuculara hitap etmek için Latince ve Almanca’dır. Sahne süslü Barok çerçeve içinde yağlıboya bir resim gibi gösterilmektedir; sanki zamanda yolculuk yapan bir doğabilimcisi tarafından betimlenebileceği şekilde geçmişin resmini oluşturmaktadır. Scheuchzer’ın tüm resimleri kutsal veya dindışı tarihten sahneleri anlatmak için kullanılan sanatsal gelenekleri benimsemişti. Burada da Cennet Bahçesi’nden sahneler kullanılmıştı. Hayvanlar ve bitkiler için canlı örnekler model alınmıştı ama bu tür resimler sonradan, o zamanda yaşayanlar, bugün bilinen canlı türlerinden çok farklı olabilecek olsa da, yeryüzünün çok daha derin tarihiyle ilgili hayali sahnelere model oluşturmuştu.

      Ama bu, gereken doğal kanıt bulunursa veya bulunduğu zaman, kolaylıkla genişletilerek çok daha geniş bir zamanı kapsayacak şekilde doldurulabilecek bir yeryüzü tarihi taslağıydı. Ne var ki, bu bölümün odaklandığı 17. yüzyılın sonlarında ve 18. yüzyılın başında, Ussher gibi kronoloji uzmanlarının özenle nicel hale getirdiği geleneksel kısa zaman ölçeğinin bu şekilde uzatılmasını gerektirecek bir olay yokmuş gibi görünüyordu. Sadece bu tartışmaların uç noktalarında ve sadece arada sırada birkaç bilgin, birkaç bin yılın artık bilinmeye başlanan her şeye yetip yetmediğinden kuşku duyduklarını ifade etmişlerdi. Örneğin, büyük İngiliz doğabilimci John Ray, birçok fosilin aslında gerçekten organik olduğuna ikna olmuş olsa da Woodward’un Tufan açıklamasını tatmin edici bulmamıştı ve bir başka bilgine yazdığı mektupta, buradan “yeryüzünün yeniliği konusundaki kutsal tarihi şaşırtacak bir dizi sonuç çıkabilir,” demişti. Ancak o yola girmekte tereddüt ettiyse bunun nedeni, kutsal kitabın tarih olarak güvenilirliğini sorgulamayı gerektirmesi gibi görünüyordu. Oysa o ve o dönemde yaşayanların çoğu buna kesin gözüyle bakıyordu. Bu tür kuşkuların pek rahatsız etmediği Hooke, fosiller gibi doğal eski eserlerin, insan eliyle yapılmış antika eserlerin çoğundan çok daha eski olabileceğini ileri sürmüştü. Ancak onun bile fosillerin, insanoğlunun en eski veya “mitolojik” çağından daha eskiye uzanabileceğini düşünüp düşünmediği kesin değildir.

      Çok daha uzun bir zaman dilimi olasılığı hakkındaki birkaç spekülasyon örneğinden biri, artık adını taşıyan kuyrukluyıldızın yörüngesini ve dönüşünü hesapladığı için çok ünlü olan İngiliz bilgin Edmund Halley’e aitti. Halley yeryüzünün toplam yaşını hesaplamak amacıyla, nehirlerin halen okyanusların tuz içeriğini ne oranda artırdığını tahmin etmeye dayanan bir yöntem geliştirmeye çalışmış ve “belki bu şekilde yeryüzünün birçok kişinin bugüne kadar düşündüğünden çok daha yaşlı olduğu bulunabilir,” sonucuna varmıştı. Ancak Londra’daki Royal Society’de okunan makalesinde bu noktayla ilgili açık hedefi, tarihinin ne kadar uzak olursa olsun (diğer birçok kişi gibi o da Yaratılış günlerinin uzun zaman dilimleri olabileceğini ileri sürüyordu) zamanda bir noktada başlangıcının olduğunu kanıtlayarak, yeryüzünün sonsuz olduğuna ilişkin her türlü iddiayı reddetmekti. Zira 17. yüzyılın sonunda ve 18. yüzyılın başında bilginlerin çoğu için asıl tehdit, uzun bir zaman dilimi değil, sonsuz ve yaratılmamış bir dünyaydı.

      Bu bölümde kısaca anlatılan tartışmalar, özellikle fosillere odaklanmış olsa da çok daha kapsamlı konuları etkilemişti. Bunlar, bu anlatının ana teması olan yeryüzünün kendi tarihinin detaylı bir