Martin J. S. Rudwick

Yeryüzünün tarihi


Скачать книгу

çok daha ciddi şekilde dahil etmeye başladılar. Bir sonraki bölümde bu konuyu ele alacağız.

      2

      Doğanın Kendi Eski Yapıtları

      Tarihçiler ve Antika Meraklıları

      Geriye bakıldığında, doğal yeryüzünden edinilen kanıtların –örneğin kayalar ve fosiller, dağlar ve volkanların– “genç yeryüzü” fikrini başından itibaren bariz bir şekilde çürütmesi gerektiği düşünülebilir. Oysa bu tür özelliklerin önemi, çok iyi gerekçelerle bariz olmaktan uzaktı. Bu nedenlerin arasında, ana bileşenleri Yaratılış “haftasında” (kitaba bağlı ya da değil) sahneye yerleştirildikten sonra doğanın gerçek bir tarihinin olabileceği düşüncesinin çok yeni olmasıydı. Çok daha sonra yaşanan istisnai büyük Tufan olayı dışında doğa dünyasının, insanlık tarihinin süregelen dramında durağan bir sahne olduğu düşünülüyordu. Doğanın kendine özgü bir dramatik hareketinin olabileceği ancak tarihçilerin fikirleri ve yöntemleri doğa dünyasına, yani kültürden doğaya aktarıldıktan sonra mümkün görünmeye başladı. Tarih, daha doğrusu insanlık tarihi, 17. yüzyılda çeşitliliği ve yüksek standartlarıyla bu önemli aktarım için verimli bir zemin oluşturan, gelişmekte olan bir bilim dalıydı.

      James Ussher’ın MÖ 4004 yılı, kronoloji uzmanları tarafından ana Yaratılış haftası olarak hesaplanan tek tarih değildi. Ama 17. yüzyılda tarihsel çalışmalar yapanlar sadece kronoloji uzmanları da değildi. Kronoloji yalnızca özel bir tarih türüydü. Kaynakları açısından çokdilli ve çokkültürlüydü; dünya tarihini, kümülatif kutsal açıklamalar veya “vahiyler”den oluşan Hıristiyan ifadeleriyle anlatıyor ve genelde sonuçlarını “vakayiname” veya kronoloji uzmanlarının becerebildikleri doğrulukla yıllar bazında düzenlenmiş kayıtlar şeklinde yayımlıyordu. Başka bilginler başka türde tarihler yazmıştı. Bunlar yapı olarak daha sekülerdi, kendilerine model olarak antik Yunanca ve Latince yazan yazarları almışlardı. Bu eserler belirli yerlerin veya halkların, ya da geçmişte belirli dönemlerin veya olayların, ya da çok önemli bireylerin hayatlarının ve yarattıkları etkilerin tarihleriydi. Kronoloji uzmanları gibi başka tarihçiler de geçmişi kendine özgü özelliklere sahip dönemlere bölmüş veya zaten yaygın bir şekilde kullanılmakta olan dönemleri benimsemişlerdi. Dönemler belirleyici olabilse de tarihleri kesin olarak tanımlanmamıştı. Örneğin “orta” çağ, “antik” ya da klasik Yunan ve Roma dünyasıyla, “modern” dünyanın başlangıcını gösteren Rönesans ya da yeniden doğuş arasındaki yüzyılları kaplıyordu.

      Arşivlerde ve kütüphanelerde saklanan belgeler ve kitaplar, neredeyse her türlü tarihsel çalışmada büyük önem taşıyordu. Kronoloji uzmanları gibi diğer tarihçiler de, giderek artan bir bilimsel titizlik standardı ve kaynaklarının güvenilirliğini (veya güvenilir olmamasını) daha da eleştirel bir tarzla değerlendirme yöntemi benimsemişlerdi. Dindışı kayıtlar da en az dinsel olanlar kadar eleştirel inceleme gerektiriyordu. Olaylarla aynı dönemde tutulan kayıtlar en çok değer verilenlerdi ve tarihçiler tarih hatası göstergelerini anlamayı öğrenmişlerdi: Belgeler daha sonra düzenlenmiş sahte evraklar olabiliyor ve önemli politik etkiler yaratabiliyordu. Diğer taraftan birçok tarihçi, insanlık tarihinin oldukça iyi bir şekilde belgelenmiş olan Yunan ve Roma çağlarından çok önceki dönemleri hakkındaki değerli kanıtların, görünürde ümit verici olmayan mitolojiler, efsaneler ve fabllar şeklinde saklanmış olabileceğine inanıyordu. Tanrılar ve insanüstü kahramanlarla ilgili öyküler aslında antik çağın büyük hükümdarlarının ve olağandışı doğa olaylarının çarpıtılmış anlatıları olabilirdi. Bu öyküler ilk bakışta tutarsız veya mantıksız görünseler de uygun bir şekilde –antik Yunanlı yazar Euhemerus’un çok daha eski uygulaması nedeniyle “euhemerist” adı verilen bir yöntemle– mitolojik ifadelerden arındırıldıklarında, insanlık tarihinin ilk “muhteşem” veya “mitolojik” aşamalarına ışık tutabilirlerdi.

      Ancak tarihçiler başka türde kanıtları da giderek daha çok kullanmaya başlamışlardı. Geçmişte olan olayların başka kayıtları, yazılı belgeleri tamamlayabilirdi. Örneğin klasik Yunan ve Roma’nın geçmişi konusunda, antik binalarda veya kazılarda çıkan yazıtlar vardı ve bunlar da en az geleneksel belgeler kadar yazıydı ama çoğu zaman uzak geçmişte yaşanan olaylar hakkında önemli yeni bilgiler vererek onları tamamlıyorlardı. Sonra, antik yerleşim merkezlerinde bulunan paralar vardı. Bunlar çoğu zaman tarih konusunda yardımcı oluyordu; çünkü eski hükümdarların ve diğer önemli kişiliklerin portreleriyle birlikte metin parçacıkları içeriyorlardı. Diğer eserler, beraberinde metin olmasa da büyük olaylar, hatta çok hayranlık duyulan bu antik kültürlerdeki sıradan günlük hayatlar hakkında önemli kanıtlar sunuyordu.

      Şekil 2.1 Kopenhag’dan Danimarkalı bilgin Ole Worm tarafından bir araya getirilen “ilginç şeyler dolabı.” Bu dolapta doğal ya da insan eliyle yapılmış ilginç veya şaşırtıcı özenle sınıflandırılmış her türlü nesne bulunuyordu. Örneğin fosillerinin çoğu alt raflardaydı ve Lapides [“Taşlar”] olarak sınıflandırılmıştı. Burada boyut olarak çok küçültülmüş bu gravür Worm’un koleksiyonunu (Museum Wormianum, 1655) tanımlayan ve resimleyen kitabın görkemli kapak sayfasını ya da görsel özetini oluşturuyordu ve Latince olduğu için Avrupa’nın her yerinde eğitimli insanlar tarafından erişilebiliyordu.

      Örneğin, Yunan vazolarından ve Roma heykellerinden Yunan tapınakları ve Roma tiyatroları gibi “anıtlara” değin birçok eserden önemli bilgiler elde ediliyordu. Hep birlikte belgesel kaynakları tamamlayan bütün bu eserler “antikite” olarak biliniyordu. Daha küçük ve koleksiyon malı olabilecekler (günümüz ifadesiyle yalnızca “antika” olanlar) genellikle –doğal ya da insan eliyle yapılmış başka nadir, tuhaf veya şaşırtıcı objelerin yanında– özellikle kendilerine antika meraklısı ya da “antikacı” diyen bilginlerin “ilginç eşyalar dolaplarında” veya özel müzelerinde belirgin bir şekilde sergileniyordu.

      Eski eserlerin, yazılı kaynakların hiç olmadığı zamanlarda bile tarihsel kanıt olarak kullanılmaması için bir neden yoktu. Avrupa’nın büyük bir kesiminde, Romalılar eğitimli kültürleriyle çıkagelmeden önceki zamanlara ait kanıtlar, yerlerde bulunan taş aletler veya silahlar gibi tarihi belli olmayan eserlerle veya eski mezarlardan kazılıp çıkarılan bronz eşyalar ve çanak çömlekle ya da İngiltere’nin güneyinde bulunan devasa taşlardan yapılmış Stonehenge dairesi gibi çarpıcı ama gizemli anıtlarla sınırlıydı. Bu eserlerin bazılarının başka yerlerdeki, örneğin Akdeniz civarındaki klasik Yunan gibi ilk eğitimli kültürlerle aynı yüzyıldan kalmış olmaları mümkün görünüyordu. Ama (hepsi de tartışmalı olsa da çok ender rastlanan ilk dini kayıtlar ve başka kültürlerce korunan ilk mitolojiler dışında) bazı başka eserlerin, herhangi bir yerde bulunabilecek her türlü yazılı kanıttan daha eski olması da mümkündü. Bu nedenle antika meraklıları tarafından incelenen eserler, tarih içermeseler de insanlık tarihinin ilk dönemlerine, güvenilir herhangi bir yazılı belgenin bulunduğu çağlardan öncesine ışık tutmaya yardımcı olabileceklerdi. Aslında bunlar, daha geleneksel tarihsel kanıtları tamamlamakla kalmayıp onların yerini alabilirlerdi.

      Doğal Eski Yapıtlar

      Bu eski eserlerin, insan eliyle yapılmadıkları ve kökenleri doğal olduğu için eser sayılmayan başka önemli antik nesneler tarafından tamamlanmamaları, hatta onların yerini almamaları için de neden yoktu. Doğa, metaforik olarak, kendi antik eserlerine sahip olabilirdi. Bu türdeki en çarpıcı nesneler, bazı bölgelerde denizden uzakta, karada, bazen yükseklerde toplanabilen deniz kabuklarıydı. Bu “doğal eski eserler” klasik dönemlerde