için Hayvancılık Bakanlığına yazarak benim arazimde kolera mikrobunun olup olmadığını incelemelerini sağlayın.
En derin saygılarımla…”
2. BÖLÜM
Forrest, Fransız balkonundan odasına geçtiğinde ilk olarak, pencerenin hizasındaki divan, birçok kilitli dolap ve gösterişsiz bir şöminesi olan bir giyinme odası ile karşılaşır. Odaya açılan bir de banyosu vardır. İkinci olarak, işinin gerektirdiği bütün araç ve gereçlerin bulunduğu uzun bir ofisi mevcuttur. Alçak, kirişli tavan katında sıralı hâlde düzenlenmiş çalışma masaları, ses kaydedicileri, dosya dolapları kitaplıklar, magazin dosyaları ve evrak çekmeceleri bulunmaktadır.
Ofisinin orta yerinde bir tuşa bastı. Kitap yüklü birçok raf eksenleri üzerinde dönerken çelikten yapılmış ufak sarmal bir merdiven ortaya çıktı. Mahmuzları takılmasın diye dikkatle bu merdiveni çıkarken arkasında kalan kitap rafları tekrar yerlerine oturdular.
Merdivenlerin başında diğer bir tuşa basıldığında kitaplarla dolu başka raflar eksenlerinde dönmeye başladılar ve uzun, alçak tavanlı bir odaya geçiş sağladılar. Yerden tavana kadar dolu raflar vardı. Doğrudan bir kasaya, oradan da bir rafa uzandı. Elini doğrudan aradığı kitabın üzerine yanılmadan koydu. Bir dakika içinde sayfaları karıştırdı, aradığı bölümü buldu, kendisini haklı çıkarmak istercesine kafasını salladı ve kitabı tekrar yerine koydu.
Beton sütunlu kare biçimli çardak kapıya doğru uzanıyor, kızılağacın gövdesi üzerinden köprü gibi geçiyordu. Daha ufak kızılağaç gövdeleri de onun üzerine yerleştirilmişti. Parlak mor renkteki bu ağaç kabukları pürüzlü, eğri büğrü ve kaygandı.
Zahmetten kaçınmadığı gün gibi ortadaydı. Eve ulaşabilmek için birkaç yüz fit2 olan beton duvarın kenarından gezinerek gidebiliyordu. Alabildiğince yayılan eski meşe ağaçlarının altında solgun altın sarısı -neredeyse bronza çalan altın sarısı- denebilecek kızıl kahverengi bir kısrak buldu. Yüksek bağlama kazıklarından, kemirilmiş ağaç kabuklarından ve çakıllardaki toynak izlerinden buranın birçok atın tepindiği bir yer olduğunu anlamak, hiç zor değildi. Ağaç tepelerinin kenarlarından sızan sabah güneşi, bakımlı tüylerini daha canlı ve parlak gösteriyordu. Şevkli ve ateşliydi. Damızlık olabilecek cüssedeydi. Çeşitli yabani atların soyundan geldiğini omurgasındaki şerit hâlindeki dar ve koyu yelesiyle ilan ediyordu.
“Yamyam bu sabah nasıl?” diye sordu boğazındaki ipi gevşetirken.
Bir atın sahip olabileceği küçücük kulaklarını geriye attı -öyle kulaklar ki vahşi kısrakların safkanlarla tepelerde yaşadıkları vahşi sevişmelere şahit olanlardan- sonra da haince parlayan gözlerle Forrest’ı harika dişleriyle ısırmaya çalıştı.
Forrest, eyerine atlamaya çalışırken o da sokulup şaha kalkmaya teşebbüs etti ve tekrar denese de taşlı yolu takip etmekten başka bir şey yapamadı. Şaha kalkardı kalkmasına ama kafasını aşağı doğru tutan martingal kayışı vardı ve kinle savurduğu kafasıyla binicisinin burnunu kırmasını, bu kayış önledi.
Kısrağa o kadar alışmıştı ki yaptığı soytarılıkların farkında bile değildi. İstemsizce çukurlu boynuna dizginle hafifçe dokunduğunda ya da mahmuzuyla gıdıkladığında veya dizini hayvanın üzerine bastırdığında onu istediği gibi hizaya getiriyordu. Bir keresinde kısrak, fırıl fırıl dönerken ve dans ederken Büyük Ev gözüne ilişti. Dağınık bir yapıya sahip olduğundan büyük görünüyordu ama göründüğü gibi değildi. Ön cephesi iki yüz kırk metre kadardı. Ne var ki bu uzunluk sadece koridorlar, beton duvarlar ve binanın bazı kısımlarını birbirine bağlayan ve örten kiremit çatıyı kapsıyordu. Araziyle orantılı olarak verandalar ve çardaklar bulunuyordu. Dik açılı girintileri ve çıkıntılarıyla bütün duvarların kenarlarında birçok dikili yeşillikler ve çiçekler yer alıyordu.
Özellikleri İspanyol tarzı olmasına rağmen Büyük Ev’in mimarisi Kaliforniya-İspanyol tarzının örneği değildi. Bu akım yüz yıl önce Meksikalılar tarafından tanıtılmış ve modern mimarlar günümüz Kaliforniya-İspanyol mimarisine uyarlamışlardı. Uzmanlar bu konuda hararetli tartışmalar yapsalar da tüm karmaşıklığıyla Büyük Ev, teknik olarak Hispana-Moreks3 tarzı olarak sınıflandırılabilirdi. Konforsuz ama ferah oluşu ve gösterişsiz ama güzel oluşu, Büyük Ev’in en temel özellikleri arasındaydı. Uzun ve yatay ana hatları dikey çizgilerle ve her zaman dik açılı girintilerle ve çıkıntılarla kesişiyordu. Bu da bir manastır kadar yalın bir görüntü sunuyordu. Bununla beraber düzensiz çatı hattı monotonluğun belirtilerini bir nebze de olsa dengeliyordu.
Bodur sayılamayacak alçak ve biçimsiz kulelerin meydandaki yükselişleri ve bunların diğer kulelerden daha yüksek oluşları, gökyüzüne kadar uzanmamaları makul bir yükseklik uyumu sağlıyordu. Büyük Ev, orada bir dayanışma olduğu algısını veriyordu. Depreme dayanıklıydı. Yüz yıllığına inşa edilmişti. Hilesiz betonu, hilesiz çimentodan yapılmış krem rengi alçıyla kaplıydı. Ayrıca düz çatıların çoğundaki canlı kırmızı İspanyol kiremit olmasaydı, rengin monotonluğunun göze hitap etmediği kanıtlanmış olurdu.
Kısrak, fırıl fırıl dönmeye başladığında Dick Forrest’ın gözleri bir anlık bakışıyla Büyük Ev’in her tarafını taramaya çalıştı. Altmış metre uzunluğundaki avlunun karşısındaki ek binaya arzu dolu bakışlarla odaklandı. Sabah güneşinde al al olmuş kümelenmiş yüksek kulelerin altında bir yatak odası vardı. Kapalı perdeler onun hanımefendisinin hâlâ uyuduğunu gösteriyordu.
Bulunduğu ortamda dünyanın çevresinin üç çeyreğinde inişli çıkışlı tepeler yükselmekteydi. Çitle çevrili, ekili ve otlakların olduğu düzlük alanlar daha yüksek tepelere uzanıyor ve onlar da yükselerek daha dik ağaçlık yokuşlar ve muazzam dağlarla kaynaşıyordu. Bütün bunlardan bağımsız, geri kalan çeyreği ise dağlardaki yerleşim yerleri ve tepeler oluşturuyordu. Bu manzara yavaş yavaş gözden kaybolarak uzak, engin yaylalara dönüştü. Ayazın altında bu uzak ve engin yaylalara göz atmak zordu.
Altındaki kısrak homurdandı. Atı yeniden yola koymak için dizlerini sıktı ve yana doğru gitmesini sağladı. Çakılların üzerinde tıkır tıkır yürürken aşağı tarafta parıldayan beyaz, ipeğimsi bir ırmak akmaktaydı. Angora keçilerini görür görmez tanıdı. Ödüllü bu sürüsünün her birinin ayrı ayrı soy kütüğü ve ayrı ayrı kaydı vardı. Yaklaşık iki yüz tanesi orada olmalıydı. Seçimlerinin titizlikle yapılmasını emretmişti. Hiçbiri sonbaharda kırpılmamış, yanlarından sarkan parlak tiftikleri yeni doğmuş bir bebeğin saçları kadar kaliteli, albinolu bir insanın tüyleri kadar beyaz, belki de daha da beyaz olduğunu biliyordu. Otuz santimden daha uzun olan yünün birinci sınıf tiftiklerini istediğiniz renge boyayarak kadınların kafalarına uygun elli santimlik atkuyrukları yapabilir ve bunları acayip ve aşırı fiyatlarla satabilirsiniz.
Nitekim gördüğü manzaranın güzelliği karşısında dili tutulmuştu. Adama ve heyecanlı atına, hayran hayran bakan meraklı ama temkinli bakışlar arasından bu kıymetli cevherler, yolu ipek bir şerit hâline dönüştürmüştü. İki Bask4 çobanı arkada kalanları toparladı. Kısa boylu, iri yarı, yanık tenli erkeklerdi. Siyah renkli gözleri, parlak yüzleri, düşünceli ve filozofça ifadeleri vardı. Forrest’ı görür görmez hemen şapkalarını çıkarıp başlarını öne eğdiler. Forrest, el bileğindeki kamçıyı sallarken sağ elini kaldırdı, işaret parmağını dümdüz tutarak yarı asker selamı verdi.
Tekrar sıçrayıp dönmeye başlayan kısrağa dizginleri şaplattı ve mahmuzuyla da