satıcısıyla evlenmişti. O günlerden sonra hep otellerde yaşamak zorunda kaldı. Bir daha hemşirelik yapma şansı kalmadı. Hastalandığında yanında olabileceği bir çocuğa da sahip olamadı. Ancak umutları var, bu umutlarının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemiyorum. Bütün bunlara rağmen yine de mutlu. Ama işine yaradı mı aldığı hemşirelik eğitimi?”
O sırada içi boş bir gübre serpme aracı yanlarından geçerken yayan olan Crellini ve atın üzerinde olan Forrest’ı yolun kenarına yanaşmaya zorlanmıştı. Motorlu aracın yorgun atına göz attı Forrest. Büyük, kusursuz bir Shire atıydı. Kendisinin ve öncesindeki nesillerin aldığı mavi kurdeleler sayesinde bu atlara paha biçmek ve sınıflandırmak için işinde uzman bir muhasebeciye ihtiyaç duyulacağı kesindi.
“Fotherington Prensesi’ne bir bak!” dedi Forrest içini ısıtan ata doğru kafasını sallayarak. “Sıradan bir dişi… Binlerce yıldır onu ehlîleştirirken insanoğlu bu damızlık hayvanları evcilleştirdi ve tesadüfe bak ki türüne sadık yük hayvanına dönüştürdü. Ama yük hayvanı olması ikinci derecede önemli. Öncelikle o bir dişi. Genel anlamda ele alalım bu konuyu. Kendi kadınlarımız her şeyden önce biz erkekleri seviyorlar ve doğaları gereği araçtırlar. Günümüz kadınlarının oy hakkı ya da kariyer yapmak için onca gürültü patırtı yapmalarına gerek yok. Zaten biyolojik olarak uygun değiller.”
“Ama ekonomik yaptırım var.” diye karşı çıktı Crellin.
“Doğru.” dedi işvereni ve sonra da devam etti konuşmasına. “Günümüzün endüstriyel sistemi evliliklere engel oluyor ve kadınları kariyer yapmalarına zorluyor. Ama unutma ki endüstriyel sistemler gelir, endüstriyel sistemler gider ama biyoloji sonsuza kadar ilerleyerek sürer.”
“Bu günlerde genç kadınları evlilikle memnun etmek biraz zor.” dedi domuz ağılının yöneticisi biraz tereddüt ederek.
Dick Forrest kuşkuyla güldü.
“O konuda bir şey diyemeyeceğim.” dedi. “Mesela senin eşini ele alalım. Onun diploması var -hem de klasik eğitim almış- eh, peki diplomasıyla ne yaptı? İki oğlan, üç kız sanırım, değil mi? Yanlış hatırlamıyorsam son sınıfın ikinci döneminde seninle nişanlı olduğunu söylemiştin.”
“Doğru, ama…” diye ısrarcı oldu, o günleri gözleri parlayarak memnuniyet ile hatırladığında. “On beş yıl önceydi ve bizimkisi aşk evliliğiydi. Bunu yapmaktan başka çaremiz yoktu. Buraya kadar size katılıyorum. Eşim duyulmamış başarılar elde etmeyi planlıyordu. Bana gelince ben de Ziraat Fakültesinin Dekanlığından başka bir şey düşünmüyordum. Başka çaremiz yoktu. Ama bütün bunlar on beş yıl öncesiydi ve on beş yılda genç kadınların tutku ve ideallerinde çok büyük farklılıklar yaşandı tüm dünyada.”
“Sakın bu söylediklerine bir anlık bile inanma. Sana söylüyorum Bay Crellin, tüm bunlar sadece istatistikler. Tüm karşıt şeyler gelip geçicidir. Ama kadınlar hep ebedî, bakidir. Kız çocuklarımız oyuncak bebeklerle oynamaktan ya da aynalarda kendi cazibelerini incelemekten vazgeçtiğinde işte o zaman kadınlarımıza her zaman olduğundan farklı bir şekilde bakabiliriz. Ne var ki o her daim önce bir anne sonra da erkeğin eşi olarak kalacaktır. Bu bir istatistiktir. Bu aralar klasik okullardan mezun olmuş kızları araştırıyordum. Mezuniyetten önce evlenen kızları hariç tuttuklarını fark edebilirsin. Bununla beraber, mezunların öğretmenlik yaptığı ortalama zaman dilimi ise iki yıldan biraz fazla. Kötü dış görünüşlerine ve şanssızlıklarına rağmen çoğunu göz önüne aldığımızda, başarısızlığa mahkûm kız kuruları ve hayatları boyunca öğretmenlik yapmaya mecbur kadınlar olarak çıkıyorlar karşımıza. Evlenebilecek olanların öğretmenlik dönemlerinde ne kadar azaldıklarını görebilirsin.”
“Sadece erkekler söz konusu olduğunda, bir kadın, hatta genç bir kadın bile, kendi istediğini yaptırabilir.” diye mırıldandı Crellin, işverenin hesapları konusunda tartışmaktan âcizce. Ama onları daha sonra araştıracağına karar verdi.
“Ve senin kızın Stanford’a gidecek.” atını dörtnala koşturmaya hazırlanırken Forrest güldü. “Sen, ben ve bütün erkekler akıllarına estiği gibi davranmalarına izin vereceğiz.”
Patronu yoluna devam edip gözden kaybolurken Crellin kendi kendine gülümsedi. Kipling’i iyi biliyordu Crellin ve onun gülümsemesine neden olan düşünce şöyleydi: “Sizin çocuğunuz nerede Bay Forrest?” sabah kahvelerini içerken Bayan Crellin’e anlatmaya karar verdi.
Dick Forrest bir kez daha gecikmişti. Hızla Büyük Ev’e doğru yola koyuldu. Yolda önünü kestiği adama adıyla, Mendenhall olarak hitap etti. Mendenhall, atlara bakmakla sorumluydu ve mera konusunda uzmandı. Her şeyi bilmekle ünlüydü, çiftlikte bulunan her çim tanesini, uzunluklarını, çimlenme tarihlerine kadar bilirdi.
Forrest’ın işaret etmesiyle Mendenhall sürdüğü iki taylı at arabasını yaklaştırdı. Forrest’ın ona işaret etmesinin nedeni vadinin kuzey yamacının diğer tarafındaki millerce ötede, sıra sıra engin düz tepecikleri olan, güneş alan ve Sacramento Vadisi’nin kopkoyu yeşil olarak uzandığı geniş düzlüklerin gözüne ilişmesiydi.
Sonraki sohbetleri konuyu bilen ve birbirlerini anlayan iki erkek arasında kısa ve öz olarak geçti. Konuları çimdi. Kış yağışlarına ve geç gelen ilkbahar yağmurlarının yağma ihtimaline değindiler. Değişik isimlerden söz ettiler, mesela Küçük Coyote ve Los Cuatos dereleri, Yolo ve Miramar tepeleri, Büyük Havza, Yuvarlak Vadi ve San Anselmo ile Los Banos dağlık alanları bunların arasındaydı. Geçmişte, günümüzde ve gelecekteki sürü ve davarların faaliyetleri ile yayla meralarındaki saman için ekili alanların geleceği ve sürülerin kışı geçirdiği ve beslendiği kuytu dağ vadilerindeki ücra saman ahırlarında kış boyunca hâlâ mevcut olan samanın miktarı tartıştıkları konular arasındaydı.
3. BÖLÜM
Forrest, kale zindanını andıran heybetli keresteden yontulmuş, demir saplı bir kapıdan geçerek Büyük Ev’in bir bölümüne girdi. Zemin, betondu ve çeşitli odalara açılan kapılar vardı. Kapılardan birini açtığında bir jeneratörün alçak uğuldamaları yayıldı. Aynı anda karşısında üzerinde bir şefin takabileceği türden önlük ve kolalı kep giymiş bir Çinli göründü. İşte bu uğuldamaydı Forrest’ı yolundan saptıran. Duraksadı. Kapıyı hafifçe aralayarak serin, elektrik ışığı ile aydınlatılmış beton odanın içine bakındığında uzunca, ön kapağı ve rafları camdan yapılmış bir buzdolabı ve hemen yanında da bir buz makinasıyla jeneratör bulunuyordu. Yere çömelmiş, her tarafı yağ kaplı bir tulum giymiş ve üstü başı yağ içinde, ufak tefek bir adam patronuna dönerek selam verdi.
“Bir şey mi oldu Thompson?” diye sordu.
“Olmuştu.” diye cevap verdi kesin ve net olarak.
Forrest kapıyı kapatarak tünele benzeyen geçitten yoluna devam etti. Orta Çağ şatolarında okçular için hazırlanmış yarıklar gibi demir çubuklu aralıklar arasından dar ve loş aydınlatılmış bir yerdi burası. Bir diğer kapı ise uzun, alçak ve kirişli bir tavanı olan bir odaya açılıyordu. Bir öküzün dahi kızartılabileceği çok büyük bir şöminesi vardı. Kömür yatağının üzerinde iri bir kütük, alev alev yanıyordu. İki bilardo masası, birkaç oyun masası, dinlenme köşeleri ve minyatür bir bar belli başlı mobilyaları oluşturuyordu. İki genç adam istekalarını tebeşirliyorlardı. Forrest’ın selamına karşılık verdiler.
“Günaydın Bay Naismith. Breeders5 Gazetesi için başka malzemeler mi üretiyorsun?” diye şakalaştı Forrest.
Otuzlu yaşlarda, genç görünümlü ve gözlüklü Naismith, mahcup mahcup gülümseyerek