Çünkü deveye söz vermiş ve onun burada huzur içinde yaşayacağını söylemiştir.” demiş.
Buna karşı karga şu cevabı vermiş:
“Ben aslanla konuşur, meseleyi hallederim.”
Ve hemen yerinden kalkıp aslanın yanına gitmiş, aslan sormuş:
“Bir şeyler buldunuz mu?”
Karga şu cevabı vermiş:
“Ancak çalışan ve gören bir kimse bir şeyler bulur. Bize gelince, uğradığımız açlık yüzünden gözümüz görmüyor ve çalışmaya da takatimiz yok. Fakat bir çare bulduk ve bu çare üzerinde birleştik. Hükümdar da razı olursa mesele kalmaz.”
Aslan sordu:
“Bulduğunuz çare ne?”
Karga anlattı:
“Şu deve yok mu? O, ot yiyen hayvan olduğu, bize hiçbir faydası dokunmadığı, hiçbir zararı gideremediği hâlde aramızda dönüp dolaşıyor ve hiçbir işe yaramıyor.”
Aslan, bu sözlerden fena hâlde kızarak der ki:
“Ne fena düşünüyor ve ne bayağı sözler söylüyorsun. Vefalılığa ve merhamete ne kadar aykırı şeylerden bahsediyorsun. Senin bana karşı bu kadar küstahlık göstermeni, bana bu çeşit sözlerle hitap etmeni hiç beklemezdim. Biliyorsun ki ben deveye söz verdim. Onun burada emniyet ve huzur içinde yaşayabileceğini kendisine bildirdim. Dünyada yapılacak en büyük iyilik, korku içinde yaşayan bir kimseyi emniyete kavuşturmak, boşu boşuna akıtılacak bir kanı korumaktır. Ben deveye bu yolda söz vermiş bulunuyorum. Verdiğim sözden dönmeye imkân yoktur.”
Buna karşı karga der ki:
“Bütün bunları biliyorum. Fakat bir ev halkını kurtarmak için bir can, bir kabileyi kurtarmak için bir ev halkı, bir şehir halkını kurtarmak için bir kabile ve bir devleti kurtarmak için bir şehir feda edilebilir. Şimdi ise devlet ihtiyaç içindedir. Hükümdar kabul ettiği takdirde ben, ona hiçbir eziyet çektirmeden verdiği sözden kurtarırım. Ona göre çare bulur ve bu çare sayesinde vaziyeti düzelterek mükemmel bir netice elde ederiz.”
Buna karşı aslan susar ve karga, aslanın susmasını “evet” sayarak arkadaşlarının yanına gider, der ki:
“Aslanla, deveyi yemek bahsini konuştum. Hepimiz deveyi alarak aslanın yanına gider, aslanın hâlinden yana yakıla bahseder, onun vaziyetinden endişe ettiğimizi, bu vaziyetin içinden çıkmak için çare aradığımızı anlatırız. Daha sonra her birimiz kendini aslan uğrunda fedaya hazır olduğunu ve aslanın kendisini yiyerek açlıktan kurtulmasını istediğini söyleriz. Diğerlerimiz, onun bu işe yaramadığını ve ileri sürdüğü düşüncenin boş olduğunu, onun etini yemenin zarardan başka bir şey getirmeyeceğini anlatırlar. Bunu yaptığımız takdirde hepimiz kurtuluruz, aslan da memnun olur.”
Bunun üzerine hepsi aslanın yanına giderler. Evvela karga söze başlayarak der ki:
“Ey hükümdar! Hayatını devam ettirmek için gıdaya muhtaç oldun. Biz senin uğrunda fedayız. Çünkü senin sayende yaşıyoruz. Ölecek olursan, ölümünden sonra yaşayamayız. Birimiz de hayattan zerre kadar zevk alamaz. Onun için hükümdardan rica ediyorum. Beni yiyiniz! Ve ben bunu gönül rızasıyla kabul ediyorum.”
Kurt ile çakal hemen ileri atılarak derler ki:
“Ne diyorsun yahu? Seni yemekten ne hayır gelebilir? Aslanın karnını doyuramazsın ki…”
Daha sonra çakal söze devam ederek der ki:
“Ben ise hükümdarımızın karnını doyurmaya yeterim. Çok rica ederim, aslan beni yesin. Ben buna gönül hoşluğu ile razıyım!”
Kurt ile karga hemen atılırlar:
“Ne diyorsun! Senin etin yenilir mi hiç? Sen çirkef, kokmuş etlinin birisin!”
Kurt şunları ilave eder:
“Fakat benim etim senin etin gibi değildir. Hükümdar benim etimi yesin. Ben bunu gönül rızasıyla kabul ediyorum. Etim, hükümdara helal olsun!”
Bu defa karga ile çakal itiraz ederek derler ki:
“Hekimler, ‘Kim kendini öldürmek istiyorsa kurt eti yesin.’ diyorlar.”
Deve, bu vaziyet karşısında, kendini sunarak etinin yenmesini teklif ederse onu da korumak için birtakım bahaneler bulacaklarını, bu sayede kurtulacağını ve aslanı da hoşnut ederek her tehlikeden korunacağını zanneder ve der ki:
“Benim etim aslanı doyurur. Çünkü etim lezzetlidir, şifalıdır ve karnımın içi tertemizdir. Hükümdar beni yesin, doysun ve arkadaşlarını, hizmetkârlarını doyursun. Ben buna razıyım. Etim hükümdara helal olsun.”
Kurt, çakal ve karga:
“Deve çok doğru söyledi; iyi hareket etti ve bildiğini anlattı!” derler ve derhâl üzerine atılarak parçalarlar.
“Sana bu misali anlatmamın sebebi, şunu iyi bildirmektir: Şayet aslanın arkadaşları ölümümü istemek hususunda birleşmişlerse bunlardan korunmaya ve bunlara karşı gelmeye imkân yoktur. Hatta aslan onlar gibi düşünmüyorsa da onun bu hâli bana fayda vermez ve beni korumaz. ‘Gerçi hükümdarların en hayırlısı insanlar arasında adaleti gözetendir.’ deniliyor fakat aslan bana karşı yalnız iyilik ve merhamet hissiyle hareket edecek olursa muhakkak ki aleyhimde söylenen sözler, onun da değişmesine sebep olur ve bu sözler çoğaldıkça bana karşı hissolunan esirgeme ve koruma hissi de gönüllerden silinir. Görmüyor musun ki su, söz gibi değildir. Taş, insanlardan da sudan da serttir. Fakat su, taşın üzerinden aka aka onu aşındırır ve deler. Sözün de insan üzerindeki tesiri böyledir.”
Dimne sordu:
“O hâlde ne yapmak fikrindesin?”
Şetrebe cevap verdi:
“Kavga için hazırlanmaktan ve uğraşmaktan başka çare yoktur. Çünkü canını kurtarmak için uğraşan kimsenin kazanacağı sevap, en büyük sevaptır.”
Dimne itiraz etti:
“Başka bir çare bulunduğu hâlde, bir kimsenin kendisini tehlikeye atması reva değildir. Akıllı kişi, kavgayı en son çare sayar. Daha önce daha başka çarelere başvurur ve bu çareleri dener. Derler ki zayıf sayılan, hor görülen düşmanı, sakın hor görme. Hele bu türlü düşman, becerikli ise ve yardımcı toplamaya gücü yetiyorsa onu mutlaka hor görmemek icap eder. Zayıf düşmana bu şekilde saygı göstermek gerektiğine göre cesur ve cüretli düşmana karşı ne yapmak lazım geldiğini düşünmek isabetli olur. Düşmanını, zaafı yüzünden hor gören kimse, deniz perisinin Taytava kuşundan uğradığı hâle uğrar.”
Şetrebe sordu:
“Bu nasıl oldu?”
Dimne anlattı:
“Deniz kuşlarından Taytava adlı birinin yurdu, deniz sahili üzerinde idi ve karısıyla birlikte yaşamakta idi. Yavrulamak zamanları erişince dişi, erkeğe dedi ki:
“Sağlam bir yer bulsak da orada yavrularımızı çıkarsak. Çünkü deniz perisinin, suları kabartınca yavrularımızı silip süpürmesinden korkuyorum.”
Erkek şu cevabı verdi:
“Olduğumuz yerde yavrula! Burası bize çok uygun bir yerdir. Su ve çiçekler yakınımızdadır.”
Dişi:
“Budala! Dikkat et, ben deniz perisinden korkuyorum.” dedi.
Erkek ısrar etti:
“Sen buracıkta yavrula! Deniz perisi bize dokunmaz.”
Dişi:
“Amma inatçısın. Onun bizi nasıl korkuttuğunu