yolda iki yaban keçisinin boynuz boynuza vuruştuklarını görür. İki keçinin vuruşa vuruşa kanları akar. Bu kanları gören bir tilki gelir, kanları yalamaya başlar. Tilki bu kanları yalayıp duruyorken dövüşen iki yaban keçisi adım adım onun kanları yaladığı yere varır ve tilki ikisinin boynuzları arasında kalarak bu çarpışmanın kurbanı olur!
Zahit, bu manzarayı gördükten sonra gide gide şehre girer fakat gece kalmak için bir kadının evinden başka bir yer bulamaz. Buraya iner ve misafir edilmesini ister. Meğer bu kadın, bazı genç kızları fuhşa sevk ederek geçinmekte olan bir ahlaksız imiş. Ev sahibi kadının ücret mukabilinde çalıştırdığı kızlardan biri, eve gelenlerden genç bir adamla sevişiyormuş. Fakat bu hâl, ev sahibi kadının kazancına engel olduğu için, zahidi misafir ettiği gece bu genci öldürmeye karar vermişti. Bu adam, her vakit gibi gelince ona içki verirler; adam sarhoş olarak sızar; genç kadın da yanı başına yatar. İkisi de uykuya iyiden iyiye dalınca ev sahibi kadın, erkeğin ağzına üflemek üzere bir kamışın içine koyduğu zehri alır, adamı öldürmek için yanına yaklaşır. Fakat tam zehri üfleyeceği anda adam birdenbire aksırır, zehir kadının boğazına kaçar ve kadın oraya düşerek ölür.
Zahit bütün bunları gözüyle görüyor ve kulağıyla işitiyordu.
Bunları gördükten sonra kalkar, başka bir ev bulmak ister ve bir eskicinin evinde misafir olur. Bu adam karısını çağırarak:
“Bu zahit adama bak. Kendisini ağırla, hizmetinde bulun! Ben bir arkadaşım tarafından içkiye davet olundum, oraya gideceğim!” der ve kalkıp gider.
Meğer kadının bir dostu varmış, hacamatçılık ile geçinen bir adamın karısı da bunların arasında aracılık ediyormuş. Eskicinin karısı, hacamatçının karısına haber göndererek:
“Kocam içki içmek için bir arkadaşının evine gitti. Her hâlde sarhoş olarak dönecektir. Dostuma haber ver, hemen gelsin, sen de ayrıca gel.” der.
Kadının dostu gelir, kapının önünde oturarak içeri girmek için izin bekler.
Bu sırada eskici gelerek herifi görür ve hâlinden şüphelenerek hiddet içinde karısının yanına girer, karıyı fena hâlde döver, sonra evin bir direğine bağlayarak yatağına girip sızar.
Bu sırada hacamatçının karısı gelerek kadına, dostunun uzun uzadıya beklediğini ve içeri girmek için izin istediğini söyler. O da der ki:
“Dilersen ve bana iyilik etmek istersen beni çözersin, ben de seni yerime bağlarım, dostuma gider ve süratle dönerim.”
Hacamatçının karısı razı olur. Kadını çözer, o da dostuna gider, kendisi onun yerine bağlı durur.
Fakat eskici, karısının dönmesinden evvel uyanarak karısına seslenir ve adıyla çağırır. Hacamatçının karısı cevap vermez ve herifin sesini tanıyarak rezalet çıkmasından korkar. Herif, karısını bir kere daha çağırır. Kadın cevap vermemekte ısrar eder. Fena hâlde hiddetlenen ve hınç içinde yerinden fırlayan eskici usturasını alarak kadının burnunu uçurur ve:
“Bunu al da dostuna hediye et!” der.
Eskici, vurduğu kadının karısı olduğundan şüphe etmiyordu. Derken eskicinin karısı gelerek hacamatçı karısının başına gelenleri görür, fena hâlde üzülür ve kocasının çok ileri gittiğini söyleyerek kadını çözer, o da kesik burnu ile kocasının evine gider.
Zahit bütün bunları görüyor ve işitiyordu.
Eskicinin karısı ise kendisine işkence eden kocasına beddua ediyor ve Allah’a, burnunu yapıştırması için yalvarıyordu. Nihayet sesini yükselterek, kocasını çağırarak der ki:
“Katı yürekli, kötü adam! Kalk da bak, sen bana ne yaptın? Allah ne yaptı ve bana nasıl acıyarak burnumu eski hâline çevirdi.”
Herif kalkarak kandili yakar ve karısının burnunu yerli yerinde görerek kadından af diler, suçundan tövbe eder ve Allah’ın da kendini affetmesi için yalvarır.
Hacamatçının karısına gelince o da evine gider, burnunun kesilmesi yüzünden kocasından nasıl af dileyeceğini, akrabasının karşısına nasıl çıkacağını düşünür. Şafak vakti hacamatçı uyanarak karısına:
“Bütün aletlerimi getir! Çünkü ululardan birine gideceğim!” der.
Fakat kadın ona yalnız usturayı getirir.
Hacamatçı tekrar anlatır:
“Bütün aletleri getir diyorum!”
Kadın yine usturadan başka bir şey getirmez.
Aynı hadise birkaç defa tekrarlandıktan sonra herif kızarak usturayı kadının suratına atar, kadın hemen yere kapanarak ağlamaya başlar:
“Burnum, burnum!” diye çığlıklar koparır.
Kadının bağırması çağırması yüzünden bütün akrabası ve tanıdıkları toplanarak onu bu hâl üzere görürler ve hacamatçıyı alarak mahkemeye götürürler.
Hâkim der ki:
“Ne diye karının burnunu kestin?”
Hacamatçı bir şey söylemediği için hâkim de kısasın uygulanmasına yani hacamatçının da burnunun kesilmesine karar verir.
Tam karar yerine getirileceği sırada mahkemeye gelmiş olan zahit, hâkime yaklaşarak:
“Ey hâkim! Bu işte sakın yanılma. Çünkü hırsız, benim elbisemi çalan kimse değil;16 tilkiyi öldürenler iki yabani keçi değil;17 mahut fahişeyi öldüren zehir değil;18 hacamatçının karısının burnunu kesen kocası değildir.19 Belki bütün bunları biz kendimiz kendimize yaptık!” der.
Hâkim bu sözlerin açıklanmasını istedi. Zahit açıkladı. Hâkim de hacamatçının serbest bırakılmasını emretti.
Dimne bu hikâyeyi dinledikten sonra, dedi ki: “Anlattığın hikâyeyi dinledim. Bu hâl, benim hâlime benziyor. Hakikaten bana, benden başka bir zarar veren olmadı fakat olan oldu, buna karşı çare ne?”
Kelile sordu:
“Ne yapmak fikrindesin? Neye karar vermek üzeresin?”
Dimne anlattı:
“Ben aslanın yanında eskisinden daha ileri bir mevki kazanmak istemiyorum. Fakat eski mevkimi bulmak emelindeyim. Çünkü üç şey vardır ki akıl sahibi kimse onlara dikkatle bakmak ve çarelerini bulmak zorundadır. Birincisi: Geçmişte elde ettiği kâr ve uğradığı zarar. Çünkü geçmişte uğranılan zararın tekrarlanmasından korunmak ve kâr elde etmek için buna lüzum vardır. İkincisi: Elde edilmekte olan faydalara ve uğranılan zararlara dikkat ederek gelen faydayı sağlamlamak ve zarardan kaçınmak. Üçüncüsü: İleride umulan istifadeye ve korkulan zarara dikkat ederek ümidi gerçekleştirmek ve korkulandan sakınmak. Ben de mevkimi yeniden ele geçirmek için ne yapacağımı düşünmekle beraber bu mevkiyi niçin kaybettiğimi de düşünerek şu çareyi buldum: Ot yiyen bu öküzün ölümüne sebep olmak için her şeyi yapmak. Çünkü bu öküz ortadan kalkarsa ben de aslan yanındaki mevkimi kazanırım. Bu da belki aslan hakkında hayırlı olur. Çünkü aslanın, öküzü kendine bu kadar yaklaştırması, her hâlde onun şanını düşürür ve ona zarar getirir.”
Kelile itiraz etti:
“Ben aslanın, öküzü bu kadar kendine yaklaştırmasında, ona bu kadar mevki vermesinde şanını düşürecek yahut onu bir kötülüğe uğratacak hiçbir şey görmüyorum.” dedi.
Dimne