sırttan indirip yere koymak kolaydır. Bize gereken bizden üstün olan mevkilere göz dikmek ve bunu gayretiyle istemektir. Biz bir mevkiden bir mevkiye geçebileceğimize göre ne diye kendi mevkimize kanaat edelim?”
Kelile buna karşı:
“O hâlde ne düşünüyorsun?” dedi.
Dimne de:
“Ben, bu fırsattan faydalanarak aslanla konuşmak istiyorum. Çünkü onun kafaca zayıf olduğunu görüyorum. Belki bu sayede kendisine yaklaşır, onun yanında bir mevki ve makam sahibi olurum.” dedi.
Kelile sordu:
“Aslanın bu işte şaşırmış olduğunu nereden anladın?”
Dimne cevap verdi:
“Bunu hissimle, düşüncemle kavradım. Fikir sahibi olan insan, arkadaşının dış görünüşünden ve bu dış görünüşün verdiği ipuçlarından hakiki hâlini ve içyüzünü anlar.”
Kelile gene sordu:
“Sen, aslanın dostlarından olmadığın ve aslana nasıl hizmet edilmesi lazım geldiğini bilmediğin hâlde aslanın yanında mevki sahibi olmayı nasıl umuyorsun?”
Dimne anlattı:
“Kuvvetli ve kudretli olan adam, yük taşımaya alışık olmasa da en ağır yükü taşıyabilir. Zayıf adam ise hamal da olsa yük taşımaktan âciz kalır.”
Kelile buna karşı:
“Hayvanların kralı, meclisinde bulunanlar içinde ahlak sahibi olanları aramaz, belki yakınlarına iltifat eder. O hâlde aslanın yakınlarından olmadığın hâlde onun yanında mevki sahibi olmayı nasıl umuyorsun?” dedi.
Dimne de şu cevabı verdi:
“Söylediğin sözlerin hepsini anladım ve düşündüm. Doğru söylüyorsun. Fakat hakkı olmadığı hâlde aslana yaklaşan ve onun meclisinde mevki sahibi olan kimse, uzak kaldıktan sonra yaklaşan kimse gibi değildir. Ona yakın olan kimselerin hakkı gözetilir ve bunlara saygı gösterilir. Ben de çaba harcayarak bunların mevkisine benzer bir mevki elde etmeye çalışacağım. Padişaha yaklaşmak isteyen kimsenin evvela gurursuz olması, eziyete katlanması, kızdığını belli etmemesi, herkese karşı yumuşak davranması icap ettiği ve bunları yapan kimsenin muradına ereceği söylenmektedir.”
Buna karşı Kelile:
“Diyelim ki aslanın yanına vardın. Başarmak için elinde ne var? Neyle onun yanında mevki sahibi olmak ve göze girmek istiyorsun?” dedi.
Dimne şu cevabı verdi:
“Ona yaklaşır ve huyunu öğrenirsem suyuna göre gider, ona karşı gelmemeye dikkat eder, doğru bir şey isterse onun doğruluğunu belirtir; onun üzerinde durmasını sağlar, ondaki iyiliği ve faydayı gösterir, o doğru şeyi yapması için her türlü teşvikte bulunur ve onu gerçekleştirerek sevinç duyması için çalışırım. Yahut zarar getirmesi ve şerefsizliğe sebep olabilecek bir şeyi yapmak isterse zararı ve şerefsizliği ve bunu yapmamaktaki fayda ve iyiliği belirtirim. Böylece aslanın yanında mevkimin yükselmesini ve başkasından görmediklerini bende görmesini ümit ediyorum. Bilgili ve yumuşak davranmasını bilen adam, bir hakkın değerini vermemek yahut bir yanlışı haklı göstermek isterse duvarlar üzerine resimler yapan ve bunları dışarı aksediyormuş yahut içeriye giriyormuş gibi gösteren hünerli ressam gibi hareket eder. Bu yüzden aslan beni anlar ve iyi düşündüğümü görürse beni ağırlar ve biz de kendisine yaklaşırız.”
Buna karşı Kelile:
“Şunu da söylesen bunu da söylesen…” dedi. “Aslana yaklaşmandan korkarım, onun dostluğu tehlikelidir. Diyorlar ki: Üç şey var ki bunlara ancak ahmaklar cüret eder ve bunlardan çok az kişi kurtulur. Bunlar: Padişaha arkadaş olmak, kadınlara güvenmek, tecrübe için zehir içmektir. Bilginler, devleti, güçlükle tırmanılır fakat güzel meyve ağaçlarla, kıymetli mücevherlerle, faydalı otlarla; bununla beraber yırtıcı aslanlarla, kaplanlarla, kurtlarla, korkunç ve zararlı her şeyle de dolu olan dağa benzetirler. Bu dağa tırmanmak çok güçtür fakat bu dağda yerleşmek daha çok güçtür.”
Dimne cevap verdi:
“Haklısın! Fakat tehlikelere dizgin vurmayan kimse de hiçbir meramına eremez. Kendisini, muradına erdirecek bir işi, korunabileceği bir korku yüzünden bırakan kimse de hiçbir büyük iş başaramaz. Deniliyor ki: Her şeyden fazla üç şey ancak yüksek bir gayretin, büyük bir düşüncenin yardımı ile elde edilebilir. Bunlar: Hükümdarla dost olmak, deniz ticaretine çıkmak ve düşmanla uğraşmaktır. Bilginler, iyi huylu ve ergin kimsenin ancak iki yerde görülebileceğini ve ancak bu iki yere layık olduğunu söylüyorlar. Bunlardan biri, hükümdar yanında ağırlanmak yahut zahitlerle birlikte ibadetle meşgul olmaktır. Nasıl ki bir file de ancak iki yerden biri yakışır. Ya vahşi bir hâlde yaşamak yahut hükümdarların bineği olmak.”
Bunun üzerine Kelile:
“Öyle ise Allah seni yapacağın işte başarılı eylesin!..” dedi.
Dimne de kalkıp gitti. Aslanın yanına girdi; yüzünü yerlere sürerek selam verdi.
Aslan yanında bulunanlara dönerek:
“Bu kim?” diye sordu.
Bunlardan biri:
“Bu filan oğlu filandır!” dedi.
Aslan:
“Evet, babasını tanırdım!” dedi.
Sonra Dimne’ye dönerek sordu:
“Nerelerdesin?”
Dimne cevap verdi:
“Efendimizin kapısında bulunuyor ve kafamla, gücümle efendimize yardım için imkân verecek bir işin çıkmasını bekliyorum. Çünkü hükümdarların kapısında, gözde olmayan kimselerin de yardım edebileceği işler çıkabilir. Nitekim bu kapıda duran hiçbir kimse küçük görülmez. Herkesten, kendi kudretince faydalanmak mümkündür. Hatta yere atılan bir çöp bile işe yarar ve onu yerden kaldıran adam icabında kullanmak üzere bir tarafa saklar.”
Aslan, Dimne’nin bu sözlerini dinledi ve beğendi. Kendi kendine, “Galiba bize vereceği bir nasihat veya anlatacağı bir düşünce var.” diyerek meclisinde hazır bulunanlara:
“Bazı kimseler, zekâ ve asalet sahibi oldukları hâlde bu meziyetleri tanınmaz ve bu yüzden mevkileri yükselmezse de bunların yetenekleri, kendilerini mutlaka ileri sürmek ister ve içlerindeki yükselme arzusu üflendikçe alevi şiddetlenen bir ateş gibi yanar.” dedi.
Dimne, aslanın kendisinden hoşlandığını anlayarak dedi ki:
“Ey hükümdar, halkınızın kapınızda bulunmalarının sebebi, geniş bilgilerini tanıtmak ümididir. Denildiğine göre, iki şeyde insanlar arasındaki üstünlük dikkate değer. Birincisi cenk adamının cenk adamına, ikincisi ilim adamının ilim adamına üstünlüğüdür. Yardımcılar denenmemiş kimseler olurlarsa onların çokluğu, belki de iş bakımından zararlı olur. Çünkü iş, yardımcıların çokluğu ile değil belki bunların özlülüğü ve yararlığı ile yürür. Yoksa yardımcıların çokluğu, kendini öldüresiye bir taş taşımaktan ve bu taşa bir değer bulamamaktan farksızdır. Ağaç gövdelerine muhtaç olan kimse, ağaç dallarının çokluğundan faydalanamaz. Onun için siz de ey hükümdar, derecesi küçük olan bir kişinin sahip olduğu meziyeti azımsamamak ve küçümsememek mevkisindesiniz. Çünkü küçük, büyüyebilir. Onun bu hâli, yay yapmak için ölülerin cesedinden alınan kiriş gibidir. Kiriş, ölülerin cesedinden alınan hor bir şey olduğu hâlde yaya gerildikten sonra mevkice yükselir ve hükümdarların eline geçerek kuvvetlerini göstermek ve eğlenmek için kullanılır.”
Dimne bunları söyledikten sonra, hükümdarın