Beydeba

Kelile ve Dimne


Скачать книгу

href="#n10" type="note">10 Envar-ı Süheylî’yi tercüme ederek Kanuni Süleyman’a hediye etmiş ve ondan ödül almıştır.

      Fakat Ali Çelebi’nin Hümayunname adını verdiği bu eser, ancak üç dilde hakkıyla bilgi sahibi olan kimselerin anlayabileceği koyu Osmanlıca ile yazılmış ve bugün ancak ihtisas sahiplerinin okumaya imkân bulacakları bir çeviridir.

      Ali Çelebi, tercümesine yazdığı ön sözde “lügat-i garibeden ve elfaz-ı vahşiyeden tehaşi” ettiğini söyler ve bunun sebebini de şu şekilde anlatır:

      “Tâ dîde-i her bina bî-nazar-ı taammuk ve taammuk-i nazar visal-i gavani-i maanisinden behremend olmak müyesser ve dil-i her dânâ bî-tekellüf-i tahayyül ve tahayyül-i tekellüf ol nazperverin harem-i hücre-i hayalinden berhudar olmak mutasavver ola.”

      Eseri niçin sade ve açık bir lisanla yazmak istediğini ve niçin kimsenin anlayamayacağı kelimeler ve yabani sözler kullanmaktan çekindiğini bu derece karışık bir ibare ile anlatmaya özenen Ali Çelebi, sade yazmak iddiasında olmasaydı, kim bilir daha ne büyük hünerler gösterir ve içinden çıkılmaz ne yaman bilmeceler yaratırdı!

      Gerçekten Ali Çelebi’nin bu tercümesi, eseri okutmaya ve yaymaya değil, rahmetli Ahmet Mithat Efendi’nin dediği gibi, eseri “büsbütün unutulmuş hâle sokmuş” yani eseri büsbütün uyutturmaya yardım etmiştir. Onun için Ahmet Mithat Efendi 1304’te Matbaa-i Âmire’de basılan Hulâsa-i Hümayunname’siyle bu eseri yaşatmaya çalışmıştır.

      Burada şunu söylemek icap eder ki Ali Çelebi’nin tercümesi eserin Fransızca ve İspanyolcaya geçmesine yardım etmiştir.

      Ali Çelebi ile Ahmet Mithat Efendi dışında da aynı eseri tercüme veya hülasa eden birkaç kişi ile karşılaşıyoruz. Bunlardan biri, Hilalî namında bir şairin manzum tercümesidir. Keşfel-Zunun’a göre İftiharuddin Muhammed Bekrî el-Kazvinî de Envar-ı Süheylî’yi Türk diline çevirmiştir. Aynı kaynağa göre meşhur Şeyhülislam Yahya Efendi Hümayunname’yi üçte birine indirerek özetlemiştir. H 1136’da vefat eden Osmanzade Tâib de Mısır’da kaldığı sırasında Hümayunname’nin güzel bir özetini yapmıştır. Bunun ismi: Zübdetü’l-Ezhar’dır. Daha sonra 1227’de Vidin Valisi Hafız Ali Paşa’nın divan efendisi Şerif İbrahim Mahir Efendi, Hümayunname’yi sadeleştirmeye çalışmış, daha sonra Tanzimat Devri’nde Adanalı Ramazanizade Abdünnâfi Efendi yine Hümayunname’ye dayanarak manzum bir tercüme vücuda getirmiştir. Bu manzum tercümenin adı Nâfiü’l-Âsâr’dır ve eser, 1849’da (H. 1266) yazılmıştır. Nihayet merhum Ahmet Mithat Efendi de Hümayunname’nin hem özetini yapmış hem de açıklamıştır.

      Ahmet Mithat Efendi’nin Hulâsa-i Hümayunname’ye yazdığı ön sözden anlaşıldığına göre, bu eseri çevirmek fikrini kendisine Sultan II. Abdülhamid vermiş, ona kendi kütüphanesinden nefis ve tam bir nüshayı göndererek: “Ahmet Mithat bu nüshayı esas tutsun da yapacağı özeti ona göre yapsın, anlaşılmaz cümlelere girişmesin. Diğer yazdığı kitaplar gibi bunu da sade, güzel ve sehlülfehm (kolay anlaşılır) bir yolda yazsın. Hikâyelerin netayicinde çıkacak hikmetlerden şayan gördüklerini şerh ve izah etsin.” diye de haber göndermiş, o da bu ferman-ı hümayuna uyarak eseri yazmış ve eserin birinci sahifesinde kaydedildiği gibi bu hülasa “Bâ irade-i seniyye-i hazret-i hilâfetpenahî Matbaa-i Âmire’de tabolunmuştur. (H. 1304)”

      Ahmet Mithat Efendi’nin altmış seneye yakın bir zaman önce bu özeti yaptığı sırada eserin Arapça metniyle ilgilenmediği açıkça görülmektedir. Çünkü eserin özeti bile Arapça metninden çok daha büyüktür ve bu tercüme ile eser, bir Hint eseri olmaktan çıkarak Binbir Gece Masalları’nın sahnelerini yaşatan bir şekil almaktadır. Ahmet Mithat Efendi’nin bazı hikmetleri izah için yazdığı açıklamalar eseri büyütmüştür.

      Ahmet Mithat Efendi’nin bu eserde kullandığı lisan, Ali Çelebi’nin lisanıyla ölçülmeyecek derecede açık ve sadedir. Osmanlıca kültürü sağlam olanlar, bugün dahi bu eseri kolay kolay okuyabilirler.11

      Eserin Türkçe tercümeleri bundan ibaret değildir. Eser, Doğu Türkçesine Taşkentli Fazlullah bin İsa tarafından tercüme olunmuş, bundan başka Kazan’da da Abdü’l-allam Faiz Han oğlu tarafından tercüme edilerek 1889’da basılmıştır.

      Bizim Tercümemiz:

      Bizim tercümemize gelince Abdullah İbnü’l Mukaffa’nın Arapçasından yapılmıştır. Bu yüzden Ali Çelebi’nin Hümayunname’sinden ve Ahmet Mithat Efendi’nin hülasasından çok farklıdır. Hatta eserin mühim bir kısmı ile Hümayunname arasında hiçbir alaka bulunmadığını söyleyebiliriz. Ali Çelebi ile ona uyanlar da Ahmet Mithat Efendi’ye kadar Envar-ı Süheylî adını taşıyan Farsça tercüme veya Hümayunname’yi esas aldıkları için eserin ilk defa olarak bizim tarafımızdan doğrudan doğruya Arapçadan Türkçeye çevrilmiş olduğunu zannediyoruz.

      Gerek Ali Çelebi gerek Ahmet Mithat Efendi eserin aslına fazla bağlı olmaya lüzum görmemişlerdi. Ali Çelebi, üç dildeki bilgisini göstermek için İslamiyet’ten çok önce yazılan bu eseri “âyât-ı zaruriyetü’z-zikir ve ehâdis-i mensure ve âsâr ve eş’ar ve emsali meşhure” ile açıklık getirmek yolunu tutmuş, Ahmet Mithat Efendi de eserin aslı ile ilgilenmeyerek açık bir üslup ile mealini anlatmayı ve kendi düşüncelerini ilave etmeyi seçmiştir. Biz ise eserin, Arapça metnine bağlı kaldık ve metne azami sadakati göstermek için elimizden geleni yaptık. Bundan başka, eseri en açık ve en sade dil ile çevirerek bugünün okuyucuları tarafından anlaşılmayacak hiçbir kelime bırakmamaya dikkat gösterdik.

      Eserin Mahiyeti:

      Ali Çelebi’nin Hümayunname’ye yazdığı ön sözde anlattığı gibi bu kitap, pratik bilgi esasları üzerine kurulmuştur. Pratik bilgiden maksat, insanın iradesine tabi olan işlerini, menfaatlerini ve tabii hareketlerini idare edecek esasları tanıması ve ona göre hareket ederek hayatından umduğu olgunluğa ermesidir. Pratik bilgiden ferde ait olanına “ahlaki terbiye”, aileye ait olanına “ailevi terbiye”, cemiyete ve memlekete ait olanına “siyasi terbiye” denir. Bu eserde bilhassa ailevi terbiye ile siyasi terbiyeye önem verilmiş, ahlaki terbiyeye ait pratik bilgiler ancak istitrat yolu ile anlatılmıştır.

      Pratik bilgi, hayat tecrübelerinin, hayat icaplarının telkin ettiği iş, felsefe demek olduğu için bunun aile ve cemiyet yaşayışını düzenleyen esaslarını herkesin anlayacağı hikâyelerle öğretmek ve bu hikâyeleri hayvanlara söyletmek, Doğu’nun başardığı yüksek bir edebî hünerdir. Bu eser ise bu yolda gösterilen hüner ve kazanılan başarının en yüksek şahikasıdır.

      Eserin faydalı olmasını temenni ederek çalışmamızın bu naçiz verimini okuyucularımıza sunuyoruz.

      Burada, eserin aslına girmeden önce eseri Pehlevî dilinden tercüme eden ve dünya dillerinin çoğuna hediye eden büyük âlim İbnü’l Mukaffa’nın hayatı hakkında biraz bilgi vermeyi de faydalı bulduk.

Ömer Rıza Doğrul

      ABDULLAH İBNÜ’L MUKAFFA

      Bu eseri eski Farsçadan Arapçaya çeviren, belki bir dereceye kadar yazan Abdullah İbnü’l Mukaffa, Arap edebiyatının en kuvvetli şahsiyetlerinden, İran kültürünü Arap âlemine yaymak hususunda ebedî başarılar kazanan ölmez simalardan ve kendi devrine göre büyük sosyal devrimcilerden sayılmaya layık adamlardandır.

      Kendisi aslen Farslıdır ve asıl adı Ruzbih’tir. Babasının adı Dazuyeh’tir. Babası İran’ın Gur nahiyesindendi. Fakat oğlu, Basra’da ve en temiz Arapçayı konuşmakla tanınmış Ethem oğullarının himayesi altında yetişti ve bu sayede en iyi Arapçayı