şudur:
Evvel zaman içinde Destavend taraflarında yaşlı bir adam vardı ki üç evlat sahibi idi. Bunlar yetiştikten sonra babalarının servetine dadandılar ve bu serveti yemeye başladılar. İş güç sahibi olmadıkları için kendilerine hayırları dokunmuyordu. Babaları bunları bu hâlleri yüzünden azarladı. Onlara bu yanlış yoldan dönmek için öğüt vererek dedi ki:
“Oğullarım, dünya adamı üç şey peşinde koşar ve bunları ancak dört şeyle elde eder. Peşinde koşulan üç şey: Geçim bakımından geniş elli, insanlar arasında yüksek mevkili ve ahiret için hazırlıklı olmaktır. Bunları edinmek için lazım olan dört şey: Parayı en güzel yoldan kazanmak, kazanılan şeyi güzelce korumak, sonra onu meyvelendirmek, sonra da yaşamaya yarayacak, akrabayı ve arkadaşları sevindirecek tarzda harcamak ve böylece kazanılan şeyden ahirette de faydalanmak. Bunlardan birine saygı göstermeyen kimse dileğine varamaz. Çünkü para kazanmazsa geçinmek için bir şey bulamaz. Para kazanır da parasını korumazsa para elden gider ve yoksulluk baş gösterir. Parayı bir kenara kor da işletmezse az yemekle beraber hazırdan yemek yüzünden para, çarçabuk biter. Nasıl ki sürme, ancak milin uçlarına gelen miktarda alındığı hâlde süratle biter. Sonra para, harcedilmesi gereken yolda harcedilmez, konması yaraşan yere konmaz, haklı olana verileceğine haklı olmayana verilirse insan yine parasız kalır, fakirden farksız olur ve bu hâller parasının, birtakım sebepler yüzünden bitmesine karşı gelmez. Para, içinden su akan su yolu gibidir. Su yolunun ve su artıklarının bir çıkar yeri, fazla suları sarf edecek hava payı bulunmazsa harap olur. Çünkü birçok yerlerden sular sızar, belki bir yerden patlak verir ve bu yüzden sular boşuna akar.”
Yaşlı adamın bu sözleri oğulları üzerinde tesir etti. Onlar da bu sözlerin doğru olduğunu anlayarak ona göre harekete karar verdiler. Çocukların en büyüğü, adı Meyyun olan bir ülkeye hareket etti. Yolda, çamurlu olan bir yerden geçiyor ve arabasını birinin adı Şetrebe, diğerinin adı Bendebe olan iki öküz çekiyordu. Şetrebe, buralarda çamura batmış, sahibi ile arkadaşları onu çamurdan kurtarmak için takatleri kesilinceye kadar uğraştıkları hâlde muvaffak olamamışlardı. Bunun üzerine sahibi, yolundan kalmamaya karar vermiş ve Şetrebe’yi gözetleyecek bir arkadaşı yanında bırakarak çamurların kuruması ve hayvanın kurtulması üzerine peşinden gelmesini ve kendisine yetişmesini söylemişti. Geride bırakılan adam, burada gecelemekten sıkıldığı ve bu yeri ıssız bulduğu için öküzü bırakarak arkadaşlarına katılmış ve öküzün öldüğünü anlatarak demişti ki:
“Ecel geldi mi ve müddet bitti mi, ölümden sakınmak için yapılan her şey boştur, belki insanın başına bela olur. Nasıl ki adamın biri yırtıcı hayvanlar yüzünden tehlikeli olan bir yerden bile bile geçmiş ve bir müddet yürüdükten sonra kurtların en azılılarından biri karşısına çıkmıştı. Adamcağız kurdun kendisine doğru yürüdüğünü görerek korkmuş, kurttan korunmak için sağa sola bakmış ve bir vadinin ötesinde bir köy görmüştü. Adamcağız bunu görür görmez hemen o tarafa koşmuştu. Fakat köyü, bulunduğu yerden ayıran derenin üzerinde bir köprü bulamamış ve kurdun kendisine yetişmek üzere olduğunu görmüş. Bu durum karşısında iyi yüzme bilmediği hâlde kendisini dereye atmış. Köy halkından birkaçı tarafından görülmemiş ve imdadına yetişilmemiş olsaydı az kaldı batacak ve boğulacakmış. Fakat köy halkı yetişmiş ve onu ölmek üzere iken kurtarmışlar. Bu adam, köy halkı arasında bulunduğuna bakarak kurt gailesinden kurtulduğuna inandıktan sonra vadinin bir kıyısında tek başına duran bir evi görmüş, bari şu eve gireyim de dinleneyim demiş ve bu eve doğru giderek içeri girmiş. Fakat içeri girdiği zaman bir sürü hırsızın, yolunu kestikleri bir tacirin malını paylaşmakla ve kendisini öldürmek için bahaneler aramakla meşgul olduklarını anlamış. Bu manzara karşısında hayatının tekrar tehlikeye girmesinden korkan bu adam hemen köye dönmüş ve uğradığı kalp çarpıntısı ve yorgunluktan dinlenmek için bir duvara yaslanarak oturmuş. Fakat yaslandığı duvar üzerine yıkılmış, o da ölmüş…”
Öküzün sahibi de bu hikâyeyi dinledikten sonra:
“Haklısın, ben de bu hikâyeyi işitmiştim!” demişti.
Öküze gelince, içine battığı çamurlardan kurtularak gide gide yemyeşil, suyu ve otu bol bir yer bulur, burada yiye içe semizleşir ve rahata kavuşur. Şetrebe burada böğürüyor ve gittikçe sesi yükseliyordu. Meğer ona yakın bir koruda, bu bölgenin hükümdarı olan ünlü bir aslan bulunuyor ve emrinde bir sürü canavarlar, kurtlar, çakallar, tilkiler, parslar ve kaplanlar bulunuyormuş. Bu aslan, kendi düşüncesi ile hareket eder, arkadaşlarından hiçbirine bir şey danışmazmış. Aslan, öküzün bağırmasını işitince içine korku girmiş. Çünkü daha önce ömründe öküz görmemiş ve öküz böğürtüsü işitmemişti. Bu yüzden yerinde oturup bir yere gitmiyor ve hiçbir işe bakmıyordu. Ordusu onun yiyeceğini bulup getiriyordu. Onunla beraber olan yırtıcı hayvanlar içinde iki çakal vardı ki birinin adı Kelile, diğerinin adı Dimne idi; ikisi de zekâ, bilgi ve ilim sahibi idiler.
Bir gün Dimne, kardeşi Kelile’ye dedi ki:
“Kardeşceğizim, şu bizim aslana ne oluyor ki yerinden kımıldamıyor ve bir yere çıkmıyor?..”
Kelile cevap verdi:
“Sana ne? Bu işe karışmak bize düşer mi? Biz hükümdarımızın kapısında yaşayan kimseleriz. Onun dilediğini yapar, dilemediğinden yüz çeviririz. Sonra biz, hükümdarların sözü ile uğraşacak, onların işleriyle ilgilenecek kimseler miyiz? Onun için dilini tut ve bil ki her kim kendisine ait olmayan bir işe ve söze karışırsa maymunun dülgerden bulduğunu bulur.”
Dimne sordu:
“O nasıl oldu?”
Kelile de anlattı:
“Derler ki: Maymunun biri bir dülgerin bir ağaç üstüne binerek onu kestiğini ve bir arşın kadarını kestikçe içine bir kama soktuğunu görür. Bu manzara hoşuna giderek seyre dalar. Dülger, bir aralık başka bir iş görmek için gidince maymun da kalkar, kendisine ait olmayan bu işe burnunu sokarak dülger gibi ağacın üstüne biner fakat sırtını kamanın bulunduğu yere verir ve yüzünü öbür tarafa çevirir; kuyruğu da açık olan yarığın içinde sallanır. Bunun farkında olmayan maymun kamayı çıkarır çıkarmaz ağacın yarığı kuyruğunun üzerine kapanır, o da duyduğu acıdan bayılacak hâle gelir. Bu sırada geri dönen dülger, maymunu bu hâl üzere görünce ona dayak atmaya başlar ve maymunun dülgerden yediği dayak, kuyruğunun kısılması yüzünden çektiği acıdan kat kat beter olur.”
Dimne dedi ki:
“Haklısın kardeş! Fakat bil ki hükümdarlara yaklaşan her kimse, sırf karnını doyurmak için yaklaşmaz. Belki dostları sevindirmek ve düşmanları kahretmek için yaklaşır. İnsanlar içinde azla sevinen ve bir lokma ile kanan korkaklar, kupkuru bir kemik parçası bulup sevinen köpeğe benzerler. Erdemli ve insanlıkla dolu olanlarsa azla kanaat etmezler ancak layık oldukları ve kendilerine de layık olan yere yükselmek ve kavuşmak isterler. Bunlar o aslan gibidir ki bir tavşanı bırakır ve deve yavrusunu pençesine düşürür. Görmüyor musun ki köpek, kendisine bir lokma atılıncaya kadar kuyruğunu oynatıp durur. Fakat kuvvet ve kudret sahibi olarak tanınan fil, kendisine yemi verildiği zaman, yüzü okşanmadan ve kendisine türlü türlü sevgiler gösterilmeden yemini yemez. Kim ki servet sahibi olarak yaşar, akrabasına ve dostlarına iyilik ederse kısa bir ömür sürmekle beraber uzun ömürlü sayılır. Darlık, yoksulluk ve sıkıntı içinde yaşayan, kendisini de başkalarını da sıkan kimseye gelince mezara girenler bile onlardan daha canlı sayılır. Yalnız karnını doyurmak için uğraşarak bununla kanaat eden ve daha ilerisine bakmayan kimse hayvanlardan sayılmaya layıktır.”
Kelile dedi ki:
“Senin ne demek istediğini anladım. Sen gene düşün ve bil ki