lrüba Sultan
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir oduncu babayla kızı varmış. Fakat kızın gözleri şaşıymış. Oduncu bir gün odun kesmeye gitmiş. Yolda bir dervişe rastlamış.
Derviş ona:
“Baba, bugün odun kesme de beni gezdir, sana bir altın vereyim…” demiş.
Oduncu aksilik etmek istemişse de altını duyunca razı olmuş. Beraber ormana gitmişler. Dolaşırlarken bir yokuşa gelmişler.
Derviş:
“Baba!” demiş. “Şu yokuşu çıkmak için önce beni arkana al! Sonra da ben seni alayım!”
Oduncu Baba:
“Oo! Koca abanla, koca sarığınla ben seni nasıl sırtıma alayım?” demiş.
Giderlerken yolda bir cenazeye rastlamışlar.
Derviş:
“Bunun içinde yatan diri midir, ölü müdür?” diye sormuş.
“Diri olsa tabuta koyarlar mı?” demiş bizim oduncu.
Akşam olmuş, oduncu evine dönmüş.
Kızı:
“Baba nerede kaldın?” demiş.
O da başına gelenleri anlatmış. Derviş’in, “Şu yokuşu çıkmak için beni sırtına al, sonra da ben seni alayım.” dediğini söylemiş.
Kız, babasına cevap vermiş:
“O sana öyle dememiş. ‘Yokuşu güle oynaya çıkalım.’ demek istemiş!”
Babası:
“Sonra yolda bir cenaze gördük. ‘Bu tabutun içindeki ölü mü, diri mi?’ diye sordu.” demiş.
Kız da:
“Hayır, babacığım, o sana öyle dememiş. ‘Bu adam zengin midir, fakir midir?’ demek istemiş.” diye karşılık vermiş.
Sabah olmuş. Kız, babasına:
“Baba, yumurta kırayım da o Derviş’e götür, yesin.” demiş. Bir sahana on tane yumurta kırmış. Bir tane de ekmek vermiş. Oduncu bunları alarak evden çıkmış, ormana gelince Oduncu Baba:
“Aman!.. Yumurtaların hepsini o pis Derviş’e mi vereceğim?” diyerek sahanın kapağını açmış, yumurtaların beşini yemiş… Sahanın kapağını kapatarak Derviş’i beklemiş, Derviş geldiği zaman sahanı önüne koyarak:
“Al, bu sahanı kızım sana gönderdi.” demiş.
Derviş sahanın kapağını açınca:
“Altı lodos, üstü poyraz… Ay eksik, gün gedik!..” demiş.
Bu sözleri duyan oduncu, Derviş’in ne demek istediğini anlamadığı için, içinden “Aklımda tutayım da akşam kızıma sorarım.” demiş.
Akşam olunca kızına Derviş’in söylediklerini anlatmış.
Kız da:
“Baba, o sana yumurtaların yarısını yediğini anlatmak istemiş! O Derviş’i bu akşam yemeğe çağıralım.” demiş.
Oduncu, Derviş’i yemeğe çağırmış; Derviş gelmiş, yemek yerlerken kız, Derviş’e kapı aralığından bakıyormuş. Bunu gören Derviş, kızın babasına:
“Eviniz güzel amma bacası eğri!” demiş.
Kız da oradan:
“Bacası eğridir amma dumanı doğru tüter…” diye seslenmiş.
Bunu duyan Derviş, kızı Oduncu’dan istemiş ve onunla evlenmiş. Meğer bu Derviş, bir hakanmış. Kılık değiştirerek gezermiş. Birkaç ay Oduncu Baba’nın yanında kalmış… Sonra karısına:
“Hanım, ben memleketime gidiyorum. Eğer bizim çocuğumuz oğlan olursa bu pazubendi koluna takarak bana yollarsın. Eğer kız ise bu pazubendi satar, kızına çeyiz yaparsın.” diyerek oduncunun evinden ayrılmış.
Gel zaman, git zaman kadının bir oğlu olmuş.
Oğlanın adını “Gök” koymuş. Oğlan on altı, on yedi yaşlarına gelince sokaktaki arkadaşları ona “Torun” demeye başlamışlar…
Çocuk, annesine:
“Anne, benim babam yok mu?” dediği zaman annesi:
Kendi babasını gösterirmiş…
Nihayet çocuk da buna inanmaya başlamış. Kadıncağız, çocuğunu babasına göndermek zorunda kalmış. Pazubendi koluna takarak oğlunu Hakan’a yollamış. Hakan, oğlunun yola çıktığını duyunca memlekette eğlenceler yaptırmış. Bunu duyan bir keloğlan, Gök’ü uzaktan karşılamaya gitmiş.
Gök’e:
“Baban beni gönderdi. Şu kuyudan abdest alıp geçmezsen ölürsün!..” demiş ve oğlanı, beline bir ip bağlayarak kuyuya sarkıtmış.
Gök, abdest alıp:
“Beni yukarı çek!” dediği zaman, Keloğlan:
“Hayır çekemem!” demiş.
Gök:
“Neden çekmiyorsun?”
Keloğlan:
“Eğer ben senin yerine şehzade olursam sen de benim seyisim olursan seni kuyudan çekerim; ölümden kurtulursun.” demiş.
Gök:
“Vallahi, kimseye söylemem, sen de yerime geçersin. Yeter ki beni kurtar!” diye yalvarmış.
Keloğlan:
“Boynum cellada gelinceye kadar kimseye bir şey söylemeyeceğim, diye söz ver.” demiş ve Gök şehzade de Keloğlan’a söz vermiş. Keloğlan, Gök’ü yukarı çekmiş, oğlanın elbiselerini giymiş, kendisininkini de oğlana giydirmiş. Şehre geldikleri zaman, Hakan oğlunu hiç sevmemiş; fakat seyisi daha çok sevmiş.
Hakan, Keloğlan’a:
“Oğlum, seyisin yatağını da senin odana mı yaptırayım?” demiş.
“Hayır, babacığım!.. O ahırda atımla yatsın.” diye cevap vermiş.
Hakan ne yapsın? Buna razı olmuş. Günün birinde Keloğlan, Hakan’a giderek:
“Baba, bana bir altın top yaptır!” demiş.
Hakan, oğlunun isteğini yerine getirmiş. Keloğlan’la Gök karşılıklı top oynarken, Keloğlan, Gök’ün başına altın topu hiç durmadan atarmış. Çocuk, ne kadar “Yapma” dese de Keloğlan aldırmaz, devam edermiş.
Bir gün yine top oynarlarken, çeşmede su dolduran ihtiyar bir kadının testisine topu atmış.
İhtiyar kadın:
“Hey oğul! Sen bir padişah oğlusun, ne diyeyim? Altın Ayak Dilrüba Sultan’a âşık olasın!”
Keloğlan bu söz üzerine kendini yere atarak yalancıktan bayılmış. Hemen koşup gelmişler, onu ayıltmışlar.
Keloğlan gözlerini açınca babasına:
“Seyisim gidip Altın Ayak Dilrüba Sultan’ı getirsin!” diye tepinmeye başlamış.
Hakan:
“Oğlum, sen deli misin? Ben kaç ordu ile oraya gittim, fakat yine o kızı alamadım.” demiş.
Keloğlan:
“Hayır, hayır, muhakkak gidip alınacak!..” demiş.
Bunun üzerine Hakan, bir gemi hazırlatmış, Gök’ü de bu gemiye kaptan yapmış ve o diyara göndermiş.
Gemi giderken tayfalar:
“Ulan tutsana, tutamazsın!..” diye bağırmaya başlamışlar.
Gök:
“Ne yapıyorsunuz?” diye sormuş.
Tayfalardan biri:
“Balık tutuyoruz.” demiş.
Gök:
“Bırakın zavallı hayvanı… Nenize gerek!” demiş.
Gemi bir müddet daha yol alınca bir balık Gök’ün önüne çıkarak:
“Dile benden ne dilersen?”