Неизвестный автор

Türk Masalları


Скачать книгу

de:

      “Senin gibi bir kuştan ne dileyebilirim ki?” demiş.

      Zümrüdüanka üç tüy vermiş:

      “Başın sıkıya gelince bu tüyleri birbirine çak!” demiş.

      Bir müddet sonra gemi birdenbire durmuş. Bir türlü ileri gitmiyormuş. Gök gidip bakmış, geminin önünde iri bir balık kılığında Yunus Baba’yı görmüş. Yunus Baba, oğlana:

      “Oğlum! Sen Altın Ayak Dilrüba Sultan’ın sarayına girerken bir kale göreceksin; sonra iki sıra hâlinde cellatlar sana: ‘Bahşiş, bahşiş…’ diyecekler, sen de: ‘Dönüşte veririm.’ dersin. Bundan sonra merdivenlerin birine basar, birini atlarsın. Sonra Sultan’ın yanına gelirsin. O sana: ‘Niye geldin katır herif?’ der. O zaman sen de: ‘Seni almaya geldim güzelim.’ dersin. Al şu iki kılımı da başın sıkıya gelince çakarsın!” demiş.

      Gemi ile bir hayli yol aldıktan sonra karaya çıkmışlar. İlerlemeye başlamışlar. Hakikaten Yunus Baba’nın dediği gibi önlerine bir kale çıkmış. Bunun içinde bir saray varmış. Buradan içeri girince cellatlar:

      “Bahşiş, bahşiş!” diye bağırmışlar.

      O da:

      “Dönüşte, dönüşte!..” demiş.

      Merdivenlerin birine basmış, öbürüne basmadan atlamış. Altın Ayak Dilrüba Sultan’ın yanına gelmiş. Altın Ayak Dilrüba Sultan, yüzünde kırk peçeyle oturuyormuş.

      Gök’e:

      “Niye geldin katır herif?” deyince o da:

      “Seni almaya geldim güzelim.” demiş.

      Bunun üzerine Altın Ayak Dilrüba Sultan ellerini çırpmış, gelen kızlara:

      “Bunu taş odaya kapatın!” demiş.

      Ertesi gün hizmetçilerden biri gelmiş. Ona bir kösele, kırık bir tabak parçası, bir de demir parçası vermiş ve:

      “Bu kösele, karpuz olacak; kırık tabak da sağlam bir tabak olacak. Demir parçası da bıçak olacak! Eğer sen bunları yaparsan Dilrüba Sultan senin, sen de onunsun!” diyerek çıkıp gitmiş.

      Oğlan düşünmüş, taşınmış. Yunus Baba aklına gelmiş. Verdiği kılları birbirine çakınca Yunus Baba karşısında görünmüş.

      “Söyle oğlum derdin nedir?” diye sormuş.

      Şehzade her şeyi anlatmış.

      “Bunları nasıl yapayım?” demiş.

      Yunus Baba, köseleyi eliyle sıvayınca kösele, bir karpuza dönüşmüş; kırık tabağı eliyle sıvamış, tabak yapışmış; demire de elini sürmüş, demir bir bıçak olmuş.

      Bunları yaptıktan sonra gözden kaybolmuş. Oğlan hemen karpuzu ortadan yarmış, tabağa koyarak Sultan’ın önüne götürmüş. Sultan bunu görünce:

      “Saymam! Saymam!” demiş.

      Yine ellerini çırparak hizmetçileri çağırmış:

      “Bu genci taş odaya hapsediniz!” demiş.

      Ertesi gün Gök’ün yanına yine bir hizmetçi gelerek:

      “Karşıda bir dağ var! Yarın sabah oraya gideceksin. Eğer sen Sultan’dan önce gidip de çalı çırpı toplayarak kahve pişirirsen Sultan senin, sen de onunsun!” demiş ve gitmiş. Oğlan kılları çakmış, Yunus Baba görünmüş. Ona her şeyi anlatmış.

      Yunus Baba da:

      “Yarın sana uyuz, pis bir katır verecekler. Sultan’ın atı da çok iyi koşan güzel bir attır. Al bu kamçıyı, kimseye göstermeden katıra vur!” demiş, kaybolmuş.

      Sabah olunca oğlana bir katır vermişler. O da kimseye göstermeden kamçı ile katıra vurmuş. Katır bir küheylan gibi uçmuş. Dağa vararak derhâl çalı çırpı toplamış, kahveyi pişirmiş. Fincana boşaltınca karşısında Altın Ayak Dilrüba Sultan’ı görmüş.

      Sultan yine:

      “Saymam! Saymam!” dedikten sonra:

      “Kahve fincanını yıkar, sepete koyar ve saraya benden önce gidersen ben seninim, sen de benimsin!..” demiş.

      Oğlan işini bitirince katıra bir kamçı vurmuş. Katır sarayın önüne gelivermiş.

      Sultan yine:

      “Saymam! Saymam!..” demiş.

      Yine oğlanı taş odaya kapatmışlar. Ertesi gün yine bir hizmetçi gelerek:

      “Sultan Hanım’ın beş yaşında iken denize bir yüzüğü düşmüş. Onu derhâl bulacaksın!” demiş.

      Bu defa Gök’ün aklına kurtardığı balık gelmiş. Balığın verdiği pulları birbirine çakınca balık çıkagelmiş:

      “Ne istiyorsun?” demiş.

      O da:

      “Sultanın yüzüğü denize düşmüş. Bulabilir misin?” demiş.

      Balık kaybolmuş. Dönüp geldiği zaman ağzında Sultan’ın yüzüğü bulunuyormuş. Gök, yüzüğü almış, Altın Ayak Dilrüba Sultan’a götürmüş.

      Sultan yine:

      “Saymam! Saymam! Gül Sultan, Güllü Sultan’a ne dedi? Güllü Sultan, Gül Sultan’a neden darıldı? Bunu bilirsen ne âlâ.” demiş.

      Oğlan düşünmüş, taşınmış. Bu defa aklına Zümrüdüanka kuşu gelmiş. Hemen, verdiği tüyleri birbirine çakmış. Zümrüdüanka kuşu gelmiş. Oğlan derdini söylemiş.

      O da:

      “Yarın yanına bir ip al! Beni karşıki dağın başında bekle!” demiş. Oğlan, ertesi gün kuşun dediği dağın eteğine giderek Zümrüdüanka kuşunu beklemiş. Zümrüdüanka kuşu gelince sırtına binmiş. Dağda bulunan bir kuyunun başına gelmişler.

      Zümrüdüanka:

      “Bu kuyuda bir dev anası var. Yanında iki tane kuş kafesi durur. Bunların dışında Kevser elması, Kevser şarabı da buradadır. Eğer dev orada yoksa onların hepsini al, beni çek, diye bağır!” demiş ve oğlanın beline ipi bağlamış.

      Oğlan kuyuya indiği zaman dev anası meydanda yokmuş. Hemen kuşları almış, Kevser elmasıyla, Kevser şarabını da aldıktan sonra:

      “Çek!..” diye bağırmış.

      Zümrüdüanka onu kuyudan çekmiş, doğruca saraya gelerek Altın Ayak Dilrüba Sultan’ın karşısına geçip kafesleri göstermiş.

      Bunun üzerine kız:

      “İşte tamam, şimdi oldu.” demiş.

      Meğer bu iki kafesten birinde Gül Sultan, öbüründe de Güllü Sultan varmış. Bunlar tılsımlı oldukları için birbiriyle darılınca kuş şekline girmişler. Kevser şarabından bir yudum vermişler, Kevser elmasını da koklayınca iki tane ahu gibi güzel kız meydana çıkmış.

***

      Şehzade Gök, onların yanında birkaç ay kaldıktan sonra hep beraber yola çıkmışlar; babasının ülkesine varmışlar. Keloğlan onların hepsini görünce sevincinden deliye dönmüş, bağırarak:

      “Ben bir kız istedim, o bana üç kız getirdi.” demiş.

      Keloğlan bu üç kızı almak için düğün hazırlığına başlamış.

      Fakat kızlar:

      “Biz Gök ile evlenmek isteriz!” demişler.

      Altın Ayak Dilrüba Sultan kızlara