başlamış. Bu düşünce ile gözünün nuru sönmüş, sedir üzerinde uyuyakalmış. İsmail Ağa kadını doya doya seyrettikten sonra sedirin altından çıkmış. Kapıya doğru yürümüş, kapının kilitli olduğunu görerek kilidi açmış, dışarı çıkmış; fakat kapıyı da açık bırakmış. İsmail Ağa gittikten biraz sonra Dilfirip Hanım uyanmış. Kapının açık olduğunu görerek cariyelerini çağırtmış. Demiş ki:
“Ben uyurken kapıyı kilitlemiştim, şimdi açık buldum belki de unutarak açık bırakmışımdır.”
Cariyelerden biri:
“Aman hanımcığım, nasıl olur, odanıza su koymak üzere geldiğimiz zaman kapıyı kilitli gördük, suyu bırakamadık.” demiş.
Dilfirip Hanım bunu duyunca, hemen İsmail Ağa’yı çağırtmış.
“Aman İsmail Ağa, Ali Bey gitti diye evimize hırsızlar giriyor. Kapıyı kilitlediğim hâlde açık buldum, bu ne biçim iş böyle!”
İsmail Ağa bunun üzerine, cariyelere dışarı çıkmalarını söylemiş ve Dilfirip Hanım’ın önünde diz çökerek şöyle demiş:
“Hanımcığım, artık ben sana gönül verdim. Şeytana uyarak sedirin altına girdim ve çıkarken de kapıyı açık bıraktım. Ali Bey yok… Siz benimle evleniniz. Size Ali Bey’in hayatından daha üstün bir hayat sürdürürüm.”
Dilfirip Hanım kızmış:
“Defol karşımdan hain köpek, ne yazık ki Ali Bey sana güvenerek beni sana emanet etmiş, defol karşımdan!” demiş.
İsmail Ağa:
“Fakat sana çok şeyler yaparım, kendine gel!”
Dilfirip Hanım:
“Elinden geleni arkana koyma! Yalnız şu dakikadan sonra bir daha gözüme görünme!” demiş ve onu kovmuş.
İsmail Ağa gittikten sonra Dilfirip Hanım, kocasına bir mektup yazarak Tatar ağası olan Ahmet Ağa’ya mektubu vermiş ve Ali Bey’e götürmesini söylemiş; fakat Ağa, konak kapısından çıkmadan İsmail Ağa yakasına yapışmış ve elindeki mektubu alarak parçalayıp onun yerine kendisinin yazdığı mektubu tutuşturmuş. Ahmet Ağa bundan bir şey anlamayarak mektubu Ali Bey’e götürmüş. Ali Bey mektubu okuyunca beyninden vurulmuşa dönmüş; çünkü mektupta Dilfirip Hanım’la, İsmail Ağa’nın başa çıkamadığını ve eve erkeklerin birinin girip diğerinin çıktığı bildiriliyormuş. Ali Bey de mektubun verdiği acı ve gazabından kendini bilmeyerek şöyle bir mektup yazmış:
“Dilfirip’i derhâl konağın zindanına atınız!..”
Bu mektup İsmail Ağa’nın eline geçer geçmez soluğu Dilfirip Hanım’ın odasında almış:
“İşte kocandan mektup geldi, seni zindana atacağız ve yaptığına pişman olacaksın!” demiş.
Dilfirip Hanım, istifini bozmadan:
“Dilediğini yap dememiş miydim?” diye İsmail Ağa’nın önüne düşerek zindana gitmiş.
Dilfirip Hanım’a zindanda yemek olarak bir dilim ekmek, içecek olarak bir bardak su veriyorlarmış. Bu zulümler arasında kıvranırken günün birinde zindanın bir karanlık köşesinde nur topu gibi bir erkek çocuk dünyaya getirmiş. Çocuğun giyeceği olmadığı için entarisini yırtarak ona kundak yapmış. Bir gün hanımlarını çok merak etmiş olan cariyeler gizlice zindanın kapısına gelip zindancıya:
“Aman zindancı, canım zindancı. Tek bir dakika hanımımızı görelim. İstersen sana bir avuç altın dahi verebiliriz.” diyerek birkaç altını zindancının eline tutuşturmuşlar.
Zindancı:
“Eğer İsmail Ağa görürse elinden çekeceğimiz var. Ne yapalım altınlara dayanamayacağım.” demiş ve kapıyı açarak kızları içeri sokmuş. Kızlar içeri girer girmez hanımlarının boynuna sarılmışlar. Günlerden beri yıkanmamış yüzünü öpmeye başlamışlar ve demişler ki:
“Hanımcığım, başınıza gelen bu felaket nedir? Size yardım etmek istiyoruz!”
Dilfirip Hanım:
“Artık benim bu dünyada işim kalmadığı için bütün olanları bir bir anlatacağım.” diyerek başından geçenlerin hepsini anlatmış, sonra kızlardan bir kâğıt isteyerek bir vasiyetname yazmış ve kızlara bunu saklamalarını tembih etmiş.
Cariyelerden biri vasiyetnameyi saçları arasında saklamış. Tam kapıdan çıkacakları sırada Dilfirip Hanım:
“Sizden bir dileğim daha var, ne yapıp edin bir testi su getirin.” demiş.
Kızlardan biri, hemen zindancının ellerine yapışarak:
“Aman zindancıbaşı, bize şu iyiliği de yap, hanımımıza bir testi su ver, sana bir avuç altın daha veririz.” demişler. Zindancı, homurdanarak ve korkarak bir testi su getirmiş, kızın eline tutuşturmuş; sonra da:
“Biraz çabuk olun, şimdi İsmail Ağa gelirse sizin de benim de kafamızı uçurtur.” demiş.
Kızlar tekrar Dilfirip’e veda ederek ve vasiyetnamesini iyi saklayıp Ali Bey’e vereceklerine söz vererek çabucak dışarı çıkmışlar. Sarayda İsmail Ağa, Dilfirip Hanım’ın bir de çocuğu olduğunu duyunca Ali Bey’e bir mektup daha yazmış. Mektubunda şunlardan bahsetmiş:
“Karınız saraya girip çıkan adamlardan bir çocuk doğurdu, bu çocuğu ne yapalım?”
Hâlbuki bu çocuk kocasından imiş. Ali Bey bu mektubu alınca tekrar şaşırmış ve müthiş bir kızgınlık ile bir mektup yazmış.
Mektubunda:
“Artık onunla benim alakam kalmadı, onun cezası ölümdür, cellatlara teslim et!” demiş.
Tatar ağasının eline tutuşturmuş. Mektup, İsmail Ağa’nın eline geçince sanki dünyalar onun olmuş gibi soluğu zindanda almış. Zindana girerken zindancıbaşına:
“İki cellat çağır.” diye emir vermiş.
Zindancı, cellatları çağırmaya gidince Dilfirip Hanım’ın yanına girmiş ve:
“İşte beni sevmedin, cezanı göreceksin, başın çocuğunla beraber kesilecektir.” demiş.
Eteği temiz Dilfirip Hanım da:
“Elinden geleni arkana koyma!” diyerek yerinden kalkmış, cellatların önüne düşmüş. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, sonunda bir uçurum kenarına varmışlar.
Cellatlardan biri Dilfirip Hanım’a:
“Haydi bakalım, koy başını kütüğe, vuracağız!” demiş.
Dilfirip Hanım da iki celladın ayaklarına kapanarak:
“Daha gencim, yaşamak istiyorum. O hain İsmail Ağa’nın alçaklığını bildirmek istiyorum, bana kıymayınız, bana merhamet ediniz!”
Cellatlardan biri arkadaşına dönerek:
“Yahu! Ne kadar zamandan beri adam başına kıydım. İçime kuş gözü kadar bir merhamet gelmemişti. Hâlbuki şimdi merhametli bir adam gibi içim burkuluyor.”
Diğer cellat:
“Aman yahu! Güzelliğini görüp de sakın kanma! Yoksa onun başı yerine senin başın gider.” diyerek palasını çekmiş.
Dilfirip Hanım tekrar ayaklarına kapanarak yalvarmış: “Aman ne olur cellatbaşı bana kıyma! Başımı vurma!” Cellatlardan öteki de merhamete gelerek kıza demiş ki:
“Öyle ise gömleğini